Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Yiyin efendiler yiyin… çatlayınca, patlayıncaya kadar yiyin…

Gazetecilikte temel kurallardan birisi "En son çıkan ve kitleyi sarsan, en önemli konu sayılır". Ne yazıktır ki, Özal'dan beri bilinen gazetecilik ticari gazeteciliğe döndüğünden beri, yazarların bireysel düşünceleri ya kişisel hırslarına göre ya da siyasilerin estirdiği rüzgara göre uymakta.

Değerli okuyucularım konumuza girmek içinde 90 yıl önceleri Dünya devletlerinin tartışılmaz askeri ve siyasi lider dedikleri Mustafa Kemal Atatürk:

"… Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşanan yollarını aramayı itiyat (alışkanlık) haline getirmiş milletler olabilir… Evvela nasiyelerinden (alışkanlıkları) hürriyetlerini ve daha sonralar da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar…" diyordu.

Bilinmektedir ki, Devlet olmuş milletlerin yaşadıkları hayatları içinde zaman zaman etraflarından yenilenmeye ihtiyaçları doğabilir. Aslında her değişimin, yeni bir değişim nedeni olacaktır. Çünkü her yenilik bir başka yeniliğe kaynaklık etmiştir.

Andre Gide'nin bir sözünü hatırlarım:

"… Yaşamak, kendi kendisini var etmek, bilgisini ve aklını kullanarak, etlerinden, kemiğinden, kendi heykelini kendi elleriyle yapabilmektir" diyordu.

Dünya tarihinde değişimler, medeniyeti mutlak getiren unsurlardır. Bu açıdan bakılınca, Çağdaş devlet çoğu kez sanıldığı gibi sadece değneğiyle dürtüklemeleriyle koyunu güden bir çobandan ibaret değildir" diyordu Fransız filozof Luis Arthur.

Aydınlanma çağının getirdiği bu fikirler, asırlardır süregelmiş MONARŞİK yöntemlerin, halkın birlikteliğiyle değişim gösterebileceğini doğurdu.

Peki değişim ya da yenilenme için medeniyetlere ulaşabilmek nasıl olacaktı. Tarihte önemli sayılan tarihçi İbni Haldun der ki: "… Toplumların arasına kültürel etkilenme ve medeniyetlerin içiçe girmesi de doğaldır ve kaçınılmazdır…" devamında da:

"Özgürleşmeye talebi olmayan insana da bunu sunmak bir değer değildir. İşte bu nedenle çöküşün sonu, dirilişin başlangıcıdır…" gerçek tarihte budur.

Sanılan tarih bilimine göre, dünya toplumu artık 15. Asırdan itibaren yenilenme veya değişimleri ister hale getirmişti. Bu aşamalar Avrupa'da bilinen reform ve rönesansları getirmekte gecikmemişti. Ancak yönetim biçimi asırlardır olduğu gibi Monarşi ya da Hanedanların iktidarı ise, halka yansımaların kolayca olabilmesi mümkün olamazdı, olmadı da.

Bu asırlarda henüz büyüyüp yükselen Avrupalılar devletleşmediği için, alışkanlık içinde Ottoman Empire dedikleri bir Osmanlı Devleti mevcuttu. Bu görüşü çokça tanımlayan Avrupalı aydın, Fransız düşünür derdi ki: "Türklerin eğer iyi kanunları, daha bilgili hükümetleri olsaydı, dünyanın en büyük birinci milleti olmak hakkını kazanırlardı." (Evet halen kanunlarımız var ise ve bugünü millet olarak yaşıyor isek, galiba eksik olan da De Le Martin'in dediği gibi bilgili hükümetlerin noksanlığıdır, dersek yanlış mı olur.)

İNSANLAR İÇİN VAZGEÇİLMEZ OLAN

HIRS VE TAMAH YÖNETİCİLERDE OLURSA

19. yüzyıla kadar dünya tarihinde bütün milletler için halkın yönetim sistemine Monarşi denilir ve iktidar onların tek kararlarıyla dönerdi, kuşkusuz. Onunla birlikte ona yandaş olarak hizmet edenlere, bugün "yalakalar" diyoruz. Onlar ellerine verilen emirleri düşünmeden uygularlardı.

Asıl olan bilgi ve bilim, yağma edilmeyen hırsızlar tarafından çalınmayan ve paylaşılmada azalmayan yegane servettir. Eğer devleti yönetenler bu temel basamakları atlar ve kişisel çıkarlarını öncelikli saysalar da dünyada bütün devletler bu çıkmazı yaşayacaklardır.

Örneğin bilinen Fransız İhtilali, 1789'da  başladığını yazan tarihler, Avrupa'da medeniyetlerin geldiğini söyleyip yalan yazarlar. Üstelik ihtilal 1908'lere kadar sürmüş, sözde devleti yönetecek olan kadrolara Konsüller deniyordu. İşte yukarıda bahsettiğim bireysel çıkarlar sebebiyle Fransız devrimi ve iç savaşları sürmüştü.

Asırlarca devam edegelmiş Osmanlı Devletinde ise başlangıçta kuruluş dönemleri özellikle Mevlana gibi bilim adamlarının insanlar içinde temel prensipler koyduğu yıllar olmuştu.

"Ey Oğul, seni sen yapan üç şey vardır. Din, ilim ve tarih" demişti. İşte bu kavram ne yazıktır ki 18. Yüzyıldan itibaren sadece basında yer alan Din'de kalmış, bilim ve tarih unutulmuştu. (Galiba günümüzdeki iktidar olan siyasetçilerin de aynen 18. Yüzyıl Osmanlısına heves etmeleri bundandı)

Osmanlı'nın 15. Yüzyıldan itibaren devletin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda önceleri çok başarı gösteren kurumlaşma sistemi vardı.

1- Kethüda 2- Defterdar 3- Reis Efendi ki buna Divan-ı Hümayun'un baş katibi denilirdi. Aynen bu gün kurulmaya çalışılan Tek Cumhurbaşkanlığı sisteminde hedeflenen yolun bu olduğunu görmekteyiz) 4- Çavuşbaşı, 5-Tesrüfatçı başı, 6- Beylikçi efendi, 7- Taşra eşrafı ve özel memurları vb. İşte ne yazık 220 yıl öncesine kadar Osmanlı devletinin yönetim şekli buydu, bunların tek kararında baştaki padişah evet-hayır demekteydi. İşte günümüzdeki siyasetçilerin hedef saydıkları bu sistemdir.

Yönetenler için halk sadece mezhepsel ve etnik guruplar olarak sınıflandırılırdı. Böylece de bugün birebir yaşadığımız hale gelmiş olacaktır.

Osmanlıların dünya otoritesinde zirveye tırmandığı 18. Yüzyıl başlarından itibaren artık devlet yönetiminde hizmet verenlerin ünvanları adları her ne olursa olsun kişisel çıkarları öncelikli sayıldı ki, bu döneme tarihçilerimiz Lale devri demişler.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları