Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

T.C.’nin yüzyılında geçmiş ve gelmekte olan kadınlar

Milletini sevmek insan bireyleri için kendi ailesinin mensuplarına karşı sevgi ve saygı duyduğu duygusal adımların benzeridir. Bunu bilmeyen bir kişinin başkalarına karşı böylesine geniş kutuplu duyguları hissetmesi bile mümkün değildir.

Şeyh Sadi’nin güzel sözünde:

“Kuş bakışı bakmak güzeldir, fakat kuş gibi bakmamak kaydıyla…” diyordu, demek istediğimizde budur. Yunan işgalinden sonra devreye giren kadınlarımız diye sorarsak, belgelere bakalım şöyledir ki: İşgal günlerinden sonra peşisıra Ege’deki başlatılan halkın Milis hareketleri ya da Kuvvay-ı Milliye girişmeleri yaşanmaktaydı. Bu dönemde aslen Selanikli olan ve 1. Dünya savaşı sırasında evlenmiş olduğu binbaşı kocasını Kafkas cephesine yollanmıştı.

Çok geçmeden onun şehit olduğunu öğrenen AYŞE hanım kocasının andı için düşmanlardan hınç almak için günlerce dua edip düşünmekteydi. Onun evliyken kocası tarafından verilmiş mücevherlerini satıp onlarla da Mavzer ya da tüfekler alarak Aydın’daki Köpekçi Nurettin’in kuvva çetesine katılır. Balıkkesir’de görevli olan Bekir Sami Albay’dan yardım alıp gizli-açık resmen oluşturulmuş. Kuvvacılar hareketi içinde kadın olarak yer alır. Düşmanların yayılması sırasında zaman zaman dağlarda saklanıp yayılmalarını saldırılarıyla önlemekteydiler.

FATMA SEHER (Kara Fatma) ÇETELERİ

İşte bu girişimler sırasında Kocaeli bölgesinde güçlü bir Mürettep tümen (geçici seyyar birlik) kurulmasına çalışan Mirliva (tugnl) Fikri Kazım Özalp paşa ile Yarbay Hayrullah Fişek ile çalışmaktaydılar. Odada oturduklarında, askerlerin bölgedeki durumunu konuşuyorlardı.

Tam bu oldukça hassas dakikalar içinde geçerken dışardan nal sesleri ve bağrışmalar duyuluyordu. Dışardaki askerlerin “Dur, ilerleme” sözlerine karşı atın üzerinden bir kadın sesi havayı yırtar gibi der: “Hele siz durun ne bu telaşınız, benim, ben…” Bu durumda ayağa kalkan Kazım paşa kahvesini hemen masaya bırakıp duruma müdahale edecek komutan gibi:

– Nedir bu densizlik kimdir, bu gelen Hayrullah.

– Fatma Seher hanım, paşam biz biliriz, bu gürültü ise bizim asker çocuklarımızın densizliğidir. Bölgedeki bizim çok iyi bildiğimiz Kara Fatma denen çete reisidir, yanındaki kadınlarla buraya kadar gelmişler paşam.

Artık Mirliva Kazım paşayı elbetteki hiç kimse tutamazdı, derhal üstüne çeki düzen verdi sanki Fevzi Çakmak ya da Mustafa Kemal’e çıkar gibi, Yarbayın söylediğine göre bu gelenler 40 kişi kadar kadın çeteydi. Durumu ciddiyetle bakan paşa derhal konuşur.

“… Hayrullah şuraya bak işte bu. Bu gerçekten Kemal paşanın aradığı, deli yürek kahramanlar olmak için ölmeye hazır kahramanlar, gel biz selamlayıpta onları karşılayalım…” (İşte tarihin bilinmeyen gerçeği.)

Süratle aşağı inerlerken, askerlerin hepsi birden sıraya dizilip paşam geliyor, susunuz, diyordu. Paşa manganın yanına geldiğinde at üstünde nalları yere vuran attaki kadın, ne zaman indi, nasıl üstündeki simsiyah urbaları, başındaki siyah yaşmağını, göğsündeki iki sıralı fişeklikleri ve sağ belindeki İngiliz markası olan tabancasıyla iniyordu artık.

Üstelik yağan yağmura rağmen Kazım paşa ona dostça elini uzatırken, “… Hoş gelmişsin Fatma kadın, bilesin ki senin gibi kahraman birlik komutanlarını karargaha geldiğinde törenle karşılarlar, bunların size yaptıkları densizliktir…” diye elini sıktı.

Gel hele bu kıyamet gibi yağmurda ne işin olacak, hele geç daha kahvemi içmemişken, beraber içeceğiz. Hemen diğer kızanları ve atlarını ve askerler alıp ahıra çeksinler, konuşuruz, biraz dinlenin ve sizin isteklerinizin ne olduğunu anlayalım…” demişti.

Evet o deli yürekli çelik gibi sert çete reisi gitmiş, yerine gerçek subay vakarıyla sert adımlarla paşayı takip eden kadın yürüyordu merdivenlerden. Onun karargahta geçen odasına rağmen bir saat kadar kalırlar. Yarbayın bile bilmediği bölgedeki detayları paşaya tek tek anlatıyordu artık. Bir süre sonra Kara Fatma rahatlamış ve hiçbir zaman söylemediği şeyleri de ağzından kaçırıyordu.

“… Askeriyeyi bilirim paşam… Büyük harp çıktığında benim beyim subaydı. Binbaşı olarak Galiçya cephesine giderken pusuya yakalanıp şehit olmuştu. Aha şu benim belimdeki tabanca Barabellow onun idi, onu ölürüm vermem kimselere…” diyerek şaşkınca susmuştu.

Kazım paşa birden ayağa kalkıp Fatma Hanımın önünde selam durdu ve ona sevecenlikle,

“… Bacı sen zaten bizlerdenmişsin… İşte şimdi çok rahatım, kimdi, neydi, erinin adı mutlaka tanırım.” deyince aldığı cevap şuydu:

“Erzurumlu Ahmet derlerdi paşam, bende Erzurumluyum, dadaşım anlayacağın” der demez ayağa kalkarak hiç beklemeden bir dua etti, yüzüne sürdü ve belindeki kendi altın kakmalı tabancayı çıkarıp ona uzattı.

“… İyi bilirim Fatma kadın, benim, iki devre sonraki silah arkadaşımdı. Onun sınıfı da orduda ordudonatta (silah malzeme depoları) idi. Allah toprağını bol etsin aha bu tabanca harpten önce ben Yüzbaşıyken mühimmat depolarına bakarken senin eşinden almıştım. Kısmette buymuş, onun şehit olduğunu duymuştum, fakat beraber olmamız cephelerde kısmet olmamıştı, yıllar içinde Allah rahmet eylesin…”

Çaylar içildi sohbetler yapıldı ancak aşağıda ahırdan çıkan atlar kişniyordu. Onun ne istediğini Kazım paşa tek tek yazdırıp defterine koymuştu. Artık sanki cephe kararlarında yeni kararlarını almış ordu komutan subayı gibi Kara Fatma vakurla çıkıp onu bekleyen erkek, kadın kimler varsa çetesi yağmura rağmen karanlıkta çabucak kaybolmuşlardı.

Bundan sonraki görevleri sırasında doğrudan Adapazarı bölgelerindeki Padişah yanlısı isyancılara karşı da birçok başarılar kazanmıştı. Daha sonraları doğrudan ordu komutanları hatta Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek onun talimatıyla birçok görevler alan bir Türk kadını.

Onun kurtuluş savaşında orduya subay olarakta alınıp daha sonra üsteğmen rütbesi verilmişti, fakat onun bu maaşını almayıp Kızılay’a terk eden kadındı.

ÖRNEK KUVVACI TAYYAR RAHİME KADIN

Adana’nın Osmaniye ilçesini işgal eden Fransızlara karşı yeni bir kuvva cephesi oluşturulmuştu. Onların arasında öne çıkan bir kadına “Türkmen ağası Tayyar kızı Rahime derlerdi, henüz 27 yaşındaydı kendisi.”

Babası onu oldukça hali vakti olduğundan da çok iyi okutmaktaydı, II. Meşrutiyet dönemlerinde. Ancak onun köydeyken erkekler gibi ata merakı çoktu. Onunda Türkmen kadınlar gibi çok iyi ata binerken bu kez topuğunda demir halkalı çizmeyle dolaştığını görürlerdi. Önceleri ona Pamukçu Tayyar’ın kızı denilirken babası öldükten sonra bu kez, Tayyar Rahime oldu.

Adana bölgesinde Fransızların saldırıları için rahatsızlıkları olurken, bölge halkı hep ondan da fikir alır, düşüncelerini sorarlardı. Onun düzenli şekilde silahlanıp on kadar erkek arasına ilaveten on kadar kadınları alıp sıkça Fransızları basarlardı.

Bir ara onların silah deposunu da baskınla çok sert biçimde havaya uçurduğu Ankara’da öğrenilir. Bir baskın sırasında Fransız deposunun yarısı da bombayla patlatılırken, kendilerinden 12 kişi şehit olmuşlardı, birisi de Tayyar Rahime ya da Korbaçlı Rahime kadın, cesedini kefen olarak bayrak konuldu.

Aynı dönemlerde ortaya çıkanların isimleri detaylara girmeden sıralayalım, gelin, Kuvvacı Süreyya Sülün hanım, İzmir’in işgalinden sonra bu kez Ege’de doğan Kuvvay-ı Milliye girişimleri artmıştı. Halen bu yörede adıyla anılan Süreyya Sülün hanım erkek-kadın demeden grupları toplayıp dağa çıkar. Artık asıl olanlar ülkenin işgalini engellemektedir, elbette.

Değerli okuyucularım, gelin buraya bir aralık koyun günümüzdeki benzerlerini birebir açıverelim. Türk kadınlarının Avrupa spor yarışmalarında birinci olup, dünya tarihine onların gücünü ispatlamışlardı. Bu başarı hemde Cumhuriyetin yüzüncü yılını kutlamaktır.

Peki neden ne geçmişteki tarihlerini, Türk kadının ne olduğunu bilmek istemeyen sözde dinci Yobazlarca sözde saçını kesmiş, fakat hedeflerini asıl saymış iki kızımızın sözde başları yok, bunlar bilmem nedir gibi saptırmaları tamamen insanlık dışı düşüncedir. Gelin geçmişten buna benzer bir örnek Türk kadınlarının neler yaptığına belgelerle açıklayalım. Yahu siz suçlayanlar, kendinizi Türk mü sayıyorsunuz? Kadını sadece saçıyla mı ölçüyor, kıyafetiyle mi?

KUVVACI GÜLEKLİ HATİCE KADIN

Adana’da Toroslar’ın doğu kesimi Dibek dağları batı kesiminde ise Tahtalı dağları ile Bakır dağları oldukça engebeli kısmen çorak ve kayalık köylerdir. Daha çok yaylak olarak kullanılıp genellemeyle dağ keçisi ve hayvancılık işleriyle meşgullerdir.

Bölgede birkaç köyü olan Emin ve Dervişoğulları Kurtuluşa gidilirken Kuvvacılar olarak öne çıkanlar oldu. Daha çok köylüler arasında eli silah tutan, askerlik yapmış bir kısmı Osmanlı döneminde savaş kaçkını dahi olmuş köylüler vardı, ancak mesele memleket meselesiydi.

Bu durumda halkın anladığı şekilde MİLİS KUVVET olarak birleşirlerken onların arasına Gülek köyü kökenli Hatice kadın adlı birisi katılır. Ağanın ise çadırına yanaşıp konuşmak istediğini söylerler. Onun ise alışılmış şekilde çobanlık yapan alışılmış köylü değil. Siyah urbası üstelik zengin kumaştan elbisesi de vardı. Üstelik keçeden bir kalpağı ve üstünde iki taraflı kuşanmış fişeklikleri ve omzunda kendisinden daha uzun tüfeği olan bir kızdı bu gördükleri. Dahası da onun yanında ona benzer dört kadın-kızan daha vardı.

Bu durumda ağa oldukça şaşırır, ancak yanındakilerden daha yürekli, ölümü hiçe sayacak cesaretli kadınları görünce, oturtur konuşmaya başlarlar. Onların bu isteği karşısında itiraz etmeyip onlar için geçici olarak bu kez Karanfil dağlarında çadır kurarlar. Gülekli Hatice kadın ise kendisine has çok iyi baktığı beyaz atı ve onunda özel yaptırdığı özengilerini yörükler bile kıskanmışlardı. İşte bu dönemlerde ise bölgedeki Fransız taburları tren yolundan yararlanıp Ulukışla-Adana yolunu kendi kullanımlarına almışlardı.

Ancak bölgedeki kuvvacıların sık sık aşağılara inip onlara baskınlar ve zararlar vermekteydiler. Bu durum ise Fransız karargahında etkili şekilde tepkiler almaya başlamıştı artık. Pozatlı taraflarında ise mevzilenmiş kısım kısım halk çeteleri onları durmadan rahatsız etmekteydi. Üstelik bu kez kuvvacılar arasında Fransızlar kendilerini bir çıkış yolu aramaya başladıklarını öğrenmişlerdi.

Bu sırada Dervişoğlu Kuvvay-ı Milliye çadırında konuyu açık şekilde görüşmeye başlamışlardı artık. Bu toplantılar sırasında söz alan Hatice kadın çok iyi tahsil edip üstelik Fransız lisesini bitirmiş olduğundan, onlara dedi ki: “Bunun pek kolay olmayacağını, ancak onlara hizmet veren köylü kadınlar gibi aralarına girilerek, gizlice öğrenebiliriz.”

Fransızlar zaten halk arasında münadiler (haber yayanlar) çıkarır. Fransızca bilen tercüman aradıklarını öğrendiler. İşte hazırlanan şartlar artık doğmuş demekti. İşte bu durumda kendini ölüme atacak kararları verdi Hatice. Aynen geçen hafta Voleybol şampiyonasını kazanan Türk Milli takımındaki Ebrar Karakurt ve Küba asıllı, fakat 2021’de Türk vatandaşı olan milli Malatyalı Melisa Vargas gibi tamamen saçlarını keserek, birde takma bıyık bırakıp, Fransız karargahına gider.

Onların karargahına gidip kadın olduğu da artık belli olmayan yörük kıyafetli birisi olarak da girip, Fransızca konuşarak, komutanla görüşmek ister. Üstelik Fransız asker ve komutanları bölgedeki araziyi orman bölgesini hemen hiç bilmemekteydiler. Hatice Fransızca, Torosların nasıl olduğunu atına binip onlarla birlikte dolaşarak gösterip anlatıyordu.

İşte aradıkları tercüman buydu, hem Fransızcayı argosonu konuşacak kadar iyi biliyor ve hem de bölge halkının içinde yetişmiş birisinden yararlanacaklardı. Fazla gecikmedi, Mayıs ayına girildiğinde, Fransızların devlet tarafından Güney doğudaki birliklerine doğru Antep taraflarında toplanılmasa emrini almışlardı.

Karara göre 8 Mayıs 1920 günü Fransız Karakol birliklerinin bütün askeri mühimmatları toplayıp geceli gündüzlü çalışıp eşyalarını katır ve eşek arabalarına yüklemekteydiler. Bütün bu işlemleri tek tek gören Hatice kadın, geceyarısı atıyla hareket edip durumu Kuvvacılara bildirip onların hangi yollardan gideceklerini de bildirmekte gecikmemişti.

Bu Fransız taburunun elinde bir tane dört ayaklı çok etkili Maksim Makinalı tüfekleri mevcuttu. Fransız birliği harekete geçerken, Hatice kadın onlara bu ağır makineli tüfeğin yokuşları çıkarken, yardan geçerken kolay devrileceğinden anlatmaktaydı.

Onun eşek arabalarına değil katırların çektiği arkadaki kısma yerleştirilmesi sağlanmış oluyordu. Çünkü bu makinalı tüfeğin kuvvacılara çok büyük zarar verip onları engelleyeceğini de bilmekteydi artık.

Hatice kadın bütün bunları uygun biçimde yerinde takip ederken, üstelik kendisi katırların ve eşeklerin dağlık yerlerde nasıl heyecanla kışkırıpta durumu karıştıracaklarını yörükler olarak iyi bilmekteydi, fakat Fransızlar bunlardan zaten haberdarda değillerdi.

Bir gün sonra Fransız komutan verdiği emirle sabahtan itibaren askeri birliklerini malzemelerle birlikte GÜLEK geçidini kullanıp Karaboğaz’ın dar geçitlerine doğru hareket edeceğini bildiğinde, bu haberi Fransızlara hizmet eden karargahtaki yörük kadının eline gizli mektubu yazıp Kuvvacılara yollamakta gecikmedi.

Fransız birliği hareket ettiğinde çok iyi de ata binen Hatice onların önünde yolu göstermek için komutandan önce yola çıkmıştı bile. Kolcu kuvvetler olarak doğrudan görevini almış oluyordu artık. Bu kez Fransız askeri birliği tam Karaboğaz’ın yarısına kadar geldiklerinde ona verdikleri dürbünle tepeleri süzen Hatice kadın hesaplandığı gibi Kuvvacıların karşıda bilinen yarıklarda kartallar gibi tünediklerini görür.

İşte tam bu sırada Hatice kadın hiç beklenmedik şekilde yörük kadınlarının hayvan otlatırken sık sık söyledikleri gibi bilinen ve aslında ise şiir olan türküyü bağırmaya başlamıştı artı. Dahası karşıdan dağlara her taraftan duyulacak şekillerde yüksek sesle söylemekteydi türküsünü.

Üstelik dağlardan, kayalardan dökülmeye başlayan karşı sırtlarda fazla görülmeyen kuvvacıların tüfek atışları başlar. Atlar ve eşekler gürültülerle dağılmaktaydılar. Üstelik katırda sakladıkları makinalı tüfekte yardan aşağıya düşüyordu. Hatice kadın ise süratle atını mahmuzlayıp yolunu değiştirince onun durumunu anlayan Fransızlar atışlara başladı. İşte bu sırada Hatice kadın dağlarda şehit olmuştu. Meşhur Gülek boğazının aslı budur. ve oraya da daha sonra KUVVACI KADIN GÜLEKLİ HATİCE KADIN TAŞI konulmuş oldu. Bu gerçek destanı Avrupa’nın şampiyonu Voleybol takımlı kadınlarımızın aslıydı.

Evet, ayyıldızlı kızlarımız Cumhuriyet’in 100. Yılında Avrupa’da şampiyonluklar aldılar. Filenin Sultanları olarak halkın yakından çok iyi bildikleri sporcularımız, devletlerin milli takımlarıyla yaptıkları 15 maçın hepsini kazandı. Sözüm ona Spor Bakanı denilen kişi tarafından yakından izlenip kendilerini birgün sonra herhangi bir göçmenler gibi TARİFELİ UÇAKLA yurda döndüler. Devleti yönetenlerin 13 kadar uçakları var iken bunlarla alıp getirmek olmaz mıydı? Olmazdı çünkü AKP iktidarının kurduğu sistemin temelinde sadece İslami Siyaset var ise durum hassastır.

Çünkü onlar ya da sporcuların başlarında bir türbanlar, kıyafetlerinde siyah çarşafları yoktur. Fanatik, yobazlara göre ise onlar –çıscıbıldırlar. Fakat belki de rüyaydı, gerçek oldu, hem de bütün dünya devletlerince takdir edilerek…

Şimdi bu Türk kızları: Fenerbahçe takım kaptanı Eda Erdem Dündar, Voleybolda Türk duvarı ZEHRA ve yorulmaz hırs küpü Derya ve de aynı ruhtaki arkadaşlarıydı onlar.

Yukarıda anlattığım kuvvacı Gülekli Hatice gibi saçlarını traş etmiş, devleşen kızımız ve Balıkkesirli Ebrar Karakurt, titreyerek söylediği zaferin sonundaki İstiklal marşıyla Türklerdendi. Ona hızla katılan Avrupa’da maçlarındaki sayıları ile birinci olan, aslen Kübalı üç yıl önceleri Malatyalı Türk vatandaşı olan VARGAS ve diğer genç kızlarımızın hedefleri dünya ve Olimpiyat şampiyonları olup Bayrağımızı tanıtmaktı.

Sizi rahatsız eden nedir, Yobaz ve cahiller?

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları