Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Bilmiyorum ne haldeyim gidiyorum gündüz gece…

Charles Swain der ki: “… Dünyayı olduğu gibi kabul et, gülümsemeleri ve sıkıntılarıyla. Dostluğu yalan ve gerçekleriyle yarının nefsine de baskılı olan planlarıyla. Sanki de geçmişin düşleri gibi geçen ümitleriyle birlikte…”

Evet, sanki de insanların duyguları ve düşünceleri hiç değişmemiş gibi, peki ne oldu değişti mi? Yarınlarımızda olabilecek aydınlığın kaynakları ya da düşüncelerimiz ve duygularımızdır elbette. Fakat bu kez iyi kullanamadığımız günleri olanaklarımızı ve var olan değerlerinin başında öne çıkan zaman vardır.

Aslında dilimizde birçok değişimin her zaman elbette ki içeriği oluşturuyorsa su sözcük yaşanan ona anlam ve de renk veren ögeyi de anlatmaktadır. O zaman asıl olan bu zamanı çok iyi kullanmak aslen bir beceri, bir ustalık, bir uzmanlık gerektirir elbette.

Fakat savsaklamak, tembellikler, alıvermezlikler, ilgisizlikler, umursamazlıklar, uyumalar ve hatta daha etkisi olan başıbozuklar içinde geçen sürüler ise bu kez yaşanılacak kaynakları olayları da getirmiş olur.

Anlaşılacaktır ki zamanı yitirmek yalnız ya da geçiştirivermek aslına bakılırsa tamamen yitirmekte değil hatta olanaklarımızı pisi pisine kaybetmek demektir. Köşe yazımızın başındaki “Bilmiyorum ne haldeyim, gidiyorum gündüz gece” sözleri aslında 50 yıl önce yakından tanıdığım değerli halk şairi Aşık Veysel’e ait ve hatta halk arasında unutulmaz olmuş sözlerinden birisi…

Evet benim yaşımda olanların birebir açıklık içinde hatırladıkları 1960-70 yılları arasındaki şu meşhur “Soğuk Savaş Yılları”nda bütün çıplaklıkları içinde görmüş ve yaşamıştık, hatırlayalım elbette. Peki o yıllarda ülkemizde neler olmuştu ki? Evet olmuştu ve halkın sözün ona sayıları giderek de artmakta olan gençlerinin arasında ulu-orta bilinçsiz biçimde yaydırılan kutuplaşmaların fikir akımlarının çok rahat biçimde bölünüp fikren gruplaşmalarıydı.

Flaş başlıklarıyla Solcu-Sağcı gibi kimi gizli, kimi açık, meydanlara kadar yansıtılmakta olan sözde cemiyetler ya da dernekler alelacele de kurulmaya başlamıştı. Üstelik onlara siyaseten hedefleri de pek belli olmayan siyasetçiler çıktı. Ancak Avrupa halkları bahsi geçen Rönesans ve Reform adlı yenilikleriyle kiliselerin bu etkili din gücünü çabucak silip, (200 yıl da olsa) bitirdiler. İşte bizim ülkemizde böyle bir reform hareketleri ise hem de hiç yaşanmadığı için Demokrat Parti döneminde kapatılmış tarikatların da önleri siyasetçilerce açılmıştı.

Artık, halkın özellikle cahil kesimlerinin de arasında bu zayıf karınlarını kullanıp onu da sözde Kur’an’a göre uygundur, mantığı ile gizli ya da açık dincilik başladı. Artık metin başlıklarında sıkça kullanılmakta olan insanların düşüncelerinde İslami Arabizm gibi bir çoğunun pek de anlamını bilmedikleri savlarıyla çıktılar.

Üstelik geçmiş dünya tarihlerinin belgelere dayalı anlatımlarında öne çıkarılan Arapların hemen hiçbir dönem, halklarını insani şekilde yönetir olma nitelikteki bir devletleşmeleri de hiç olmamışken… Hele bunu 10. Asırdan itibaren sözde dini bilimsel anlatımlara dönüştürdükleri mantık içinde ortaya çıkan Alevilik-Sünnilik gibi birini ötekinden üstün sayan dinsel fikirlerin fanatik mantıkla, halkı rahatlıkla daha da etkili bir şekilde gruplaşmalarının yolunu açmakta gecikmediler.

Olsa olsa bu halk arasında bölüşümün İslamiyet’in geçmiş tarihlerinde ilk kullananlar Emeviler oldu. Muaviye ve oğlu Yezid’in halife olmasıyla birlikte bu kez de insanları bölen ayrıcalıklı hale getiren tarikat ve mezhepler ilk kez o yıllarda devletin siyasetinde SİYASAL İSLAMCILIK olarak çıkmıştı. Günümüzdeki devleti yöneten AKP’nin de aynı fikirsel yarım yamalak düşüncelerine sahipler.

Tanımlamalara göre şeriat ne demektir?

Asırlar önce başlarken kutsal Kur’an-ı Kerim’e dayalı üstelik “İslam Hukuku” şeklinde yansıtılmakta olan tanımlama yanlıştır. Çünkü bahsi geçen ŞERİAT ile ilgili bilinen şekilde bir kanun yazılı değildir. Sadece Kutsal Kitap’ta yazılı insanların hareketleri ve de yaşamlarıyla ilgili örneklemelerin Arapçayı ve de Din’i bilimsel olarak çok iyi bilen Fıkıh alimlerince değerlendirmeler yapılagelmiştir.

Bunun ötesinde bir de Cenab-ı Allah’ın yollamış olduğu son Peygamber Hz. Muhammed S.A.V.’den de “Hadis” adı altında onun söyledikleri vardır. Ancak bu hadislerin kitaplara girmiş sayılarının 65 bin kadar da olduğu görülünce bunun birçoğu sadece varsayımlardı.

İnsanlar ya da Müslüman olan Müslimlerin yaşadıkları sırasında olan olayların, din adamlarınca şeklen ya da ahlaken Kur’an ya da hadislere uygun olup olmadığı ise sadece takip edenin kısmen kişisel yorumunu da getirir. Sanıldığı, ya da söylendiği gibi yazılı kitaplaşmış bir kanun değildir, sadece Şeriat ve düşünceleri.

Ancak önemli sayılan Hukuk ve Adalet kavramları ise bütün dünyada ancak 18. Yüzyıldan sonra başlayan Aydınlanmayla beraber ortaya çıkmış düşüncelerin müştereken değerlendirilip yasalaşmasıdır. Eğer sizin kendinizce yaşadığınız bir olayın din açısından uygun olup olmadığını alışılmış şekilde camilerdeki hocalara sorulması cahiliye de adettendir.

Eğer soru sorduğunuz kişi onun bir kere de kendi düşüncesi yorumu olarak söylediğini anlayıp karşı da çıkarsan, çok çabuk şekilde artık sana “Zaten sizler dinen inanmış da değilsiniz, gâvursunuz” da diyecektir. Kuşkusuz, 19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu devleti dönemlerinde de insanlar arasında fikirsel karşıtlar, şehirlerde giderek artan aydınlanmayla da başlamıştı elbette. Örneğin Tanzimatın ilk başladığı dönem, 1840’larda bir elzem (zorunlu) meclis kurulması ortaya çıkmıştı. Bunun belgelere dayalı örneğini sunayım?

“İNTİFAD (seçim) olunacak ademler (kişiler) dahi bir mahalle (tarafa) biriktirilip birer birer İşbu Mecmua-i ahaliye çıkarılacak, o ademi (kişiyi) isteyen bir takım bir tarafa ve istemiyenler diğer tarafa (canibe) ayrılmaları ol veçhile (mecburen) …” şeklinde ilk kez devletin üst kademelerinde Sosyal meclis düşüncesi doğmuştur.

Adı geçen 180 yıl önceki Tanzimatçılık ise yerel güçlerin başına buyruk, keyfi yöntemlerini de düzene koymak, yolsuzluklara engellemeyi isteyerek çağdaşlaşmanın yolunu, en azından “yerel seçimleri”nin sonucunda gruplaşmalar Siyaseti olurdu.

İşte bu gelişimin sonucunda, bilinen yıkılış sonrası yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Devrimler aşamasında bunlar hukuksallaşarak bu kez de yasallaştıran Anayasalar da çıkarılmıştır. Hatta bazı kereler, gizli-açık oy yöntemi de olmuştur.

Üstelik dünya ülkeleri arasında 20. Yüzyıldan itibaren kabul edilip, en gelişmişi sayılan parlamentolar ve siyasi durumlar ya da partilerin değerli olması her zaman için doğrusu ve asılı sayılmalıdır. Bütün bunların ötesinde günümüzde birçok ve açık örneklerini gördüğümüz gibi, “Particilik, partizanlık ve de kişisel taraflı düşkünlüklerin açıklıkla düzen bozuculuğu olarak ortaya çıkar.” Üstelik devleti ayakta tutan, yöneticilerin seçkin tutumlarının ise yurttaşlara örnek olması ve paylaşılma gücüdür.

Burada açıklıkla kabul edilmelidir ki, fanatik ve dincilik tutkunu olanların kendilerine örnek diye göstermeye çalıştıkları Osmanlılar’ı doğru belgelerle hiçbir zamanda anlamış değillerdir. Örneğin 19. yüzyıl başları 1808’lerde Padişah ve divan tarafından çıkarılan SENED-İ İTTİFAK Monarşik yöntemlerde de olsa, padişahın dışında halk arasından seçilip yetkili olmuş, Ayanların (bölge valilerinin) ve devlet yönetici kadrolarının fikirlerinin de yasal şekilde mutabakata (uyuma, dengelemeye) kavuşturulmasıyla başlatılmıştır.

Dinsel baskıcı mantık nedir?

Bu akım toplumsal düzenin insan aklıyla kamuoyunda tartışılarak, değişmeye ve de açık yasalarla düzenlenecek bir şey olmadığını anlamak şuurudur (düşüncesidir). Önemli sayılmış Tanrı buyruğu olarak gelmiş, fikirsel yasalarda düzenlendiğini savunanlar çoğalacaktır, elbette ki.

Üstelik yüzyıl önceki bu akımlar aslında ise kendilerince “Kültür-Medeniyeti” ayrımı yaparak yaratılan bu kavram olarak benimsetilmiştir, aynen bugünkü gibi. Kuşkusuz ülkemizin giderek yükselip ilerlemesi için Batı uygarlığından yararlanmak zorunluluğu, yeni şekilde 19. Yüzyıl sonlarından itibaren bizde yeni bir düşünürler sınıfını yaratmış ancak halkın %80’i cahildir.

Avrupa ülkelerinde sıkça çıkarılıp saptırmalar ve sömürgecilik dönemlerinin yarattığı oldukça farklı fikirlerin karışıklığı yaşanmaktaydı. Bunun ötesinde İSLAM ise toplumsal kurumlar bakımından da başkaca toplumsal kurumlardan üstündür. Bunu makbul günümüz Müslüman aydınlar kendilerine göre ulusal üstünlüğü benimsemişlerdi.

Kabul edilmelidir ki, dinin amacı, sağduyu sahiplerini kendi seçimleriyle, dünyada ve ölümden sonra mutluluk ve esenliğe eriştirecek amaçlara yöneltmek mantığı da serbest bırakılmıştır. Üstelik İslamiyet dini dünya işlerinde Müslümanları bu ereğe oluşmaktan da alıkoyacak hemen hiçbir şeyi yasal ve yazılı şekilde buyurmamıştır.

Üstelik din bilimi kitaplarına göre son derece açık şekilde söylenenlerde Hz. Peygamber, “Dünya işlerinde insanın, kendilerinin akıllarına da çok gereğini” belirterek, yakınlarını böyle dünya işlerinde özgür bırakmakla dürüstlüğünü göstermiş biriydi.

Değerli okuyucularım, daha önceki köşe yazılarımda belgeleriyle sıkça yazdığım gibi, özellikle İslamiyet’te dinsel baskı yoktur. O da Orta Çağ’lardan beri varsayılıp kabul edilmiş saçma inançlar, zamanlar içinde İslam dünyasının tutsaklık adına girmesini açık şekilde cahiliyet mantığıyla kabul ettirilmiştir. Kabul edilmelidir ki, saçma inançlara bulanmış bir din hiçbir zaman kültür ve bilimsel düşünce sahiplerinin vicdanına seslenemez. Böylece tembelliğe kolayca sürüklenen bu inançlar artık bu fanatik bir sürat isteyen çalışma çağında, ona bağlı kalanların ise yok olup yıkılmasından başka bir sonuca ulaşamazlar.

Artık bilinmelidir ki, varsayımlarla benimsenen fanatik mantıklarda artık, Osmanlıcılık ve Şeriatçılık mantıklarının hiçbir doğru tarafı yoktur ve de 85 milyonluk Türkiye’mizde bunu savunacak, anlayacak kadın erkek bireyleri de tarihlerde kalmıştır. Son örnek isterseniz, 920 yıl öncesindeki bir gerçekleri arasında bulunan yeni fikirsel akımın temsilcisi olan Celal Nuri’nin “Hevai-ci Kanuniyemiz” (gereksindiğimiz yasalar) adlı kitabında;

“… İyice bilmeliyiz ki bugün Müslümanlar bir ihtiyaç yanlısından bir apaçık hukuk gerçeğini anlayamadıklarından çöküntüye gidiyorlar. Göstermek istediğimiz gerçek şudur, kurallar yer ve zamana bağlı olarak her vakit, belki de bir dakikada değiştirilebilir. Dünyada ve tarihte bir hukuk kurallarının değişmediği olmamıştır. Bunun istisnası yoktur, o da zamanının değişmesi ile kurallar da değişir” diyen İslam kurallarıdır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları