Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Halk, Millet, Vatanımız derken eğitimlere ne oldu?

Değerli okuyucularım giderek çoğalan milletlerin insanlar olarak toplumlaşması zaman içinde dünyadaki diğer milletlerin ya da devlet konumunda olanların kabulleri ile tescil edilmiş olur. Ancak geçen zamanlar içinde sözüm ona şu ya da bu tür değişik fikirlerin değişimlerinin alabildiğine de kolay yaydırıldığı dönemleri de yaşarlar. Fakat daha önceki köşe yazılarımda anlatmaya çalıştığım gibi bu kez vurdumduymazlaşan insanların, aralarında şeklini yahutta adını bile koyamadığı değişimler TOPLUMUN YOZLAŞMALARI başlıyor ise, durum alabildiğine tehlikede demektir.

İşte toplumsal yozlaşmalar hissediliyor ise bu kez açtığınız perdenin arkasına da birçok hamlede değişmeyecek kadar gerçek tanımlamalar vardır. bunlara genel olarak vazgeçilemeyen RUHSATLI SİLAHLAR da denilebilir.

MİLLET-MİLLİYETÇİLİK-MİLLİ KÜLTÜR-MİLLİ KİŞİLİK-BİLİMSEL ZENGİNLİK-SİYASİ GÜÇ ve İÇ CEPHE KAVRAMLARI şeklinde ortaya çıkmaya başlar. Konunun anlaşılması için 39 yıl önceki dostum, kardeşim, şehit edilmiş olan gazeteci Uğur Mumcu diyordu ki:

“… Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz…” diyordu gazetelerde.

Evet ne yazıktır ki, günümüzde kendini aydınlar olarak ortaya çıkanların belki de yüzde çoğunluğu henüz bu bilince sahip olamamışlardır. Öne çıkanlar yeterince patlamayan silahlarla girilen fikir savaşlarında, örnek KÖRLER’E FİL’İ ANLATMAYA çalışırken bu çoğunlukla fark etmesenizde bu kez başınızdaki tehlike DEMOKLES’İN YAŞAM KILICI GİBİ SIKÇA SALLANMAYA BAŞLAR.

Günümüzdeki tanımıyla, Otokrasi ve Teoraksilerde tanımlanmış şekliyle ‘korku diktatörlüğü’ deniliyor. Görülmektedir ki, daha önceki birçok köşe yazılarımda konusu geldiğinde ülkemizin siyasetçilerinden bahis ederek, şu ya da bu şekilde anlatmaktaydı.

Aslında Türklerin geçmişteki tarihlerinde bütün bunlar, yani insanlar için birliktelik olabilme şuuru birçok örneklemeleriyle vardır. Üstelik bütün bunları biz değil ama, doğuyu inceleyen hemen hemen bütün Avrupalı devletlerin kaynaklarında detaylarıyla mevcuttu. Hiç değilse kısmende olsa bilinen tarihlerimiz içinde 600 yılını da geçirmiş olan Son Osmanlı-Türk imparatorluğu devletin yıkılış yıllarının yarım yamalak bize anlatıldığı ya da yazıldığı kadarıyla biliyoruz bu da hiçbir zaman bizlere doğruları vermemekteydi.

Bilindiği şekilde 19. Yüzyıl birinci çeyreği yılları arasında yaklaşık, 10 yıl kadar süren hem de milletlerarası ölümlü savaşları yaşayan halkın insanlarıydı. Bilinir ki yaşam ortamının önemli en değerli konusu sağlık ve mutluluktur. İşte bu olguları destekleyen ve doğrulayan tutum ve davranışlar insan değerini olgulayan anlayış ve olgunluğundaki deneyim kapısı, bilimlerdi.

YIKILMAKTA OLAN ÜLKE YERİNE DİRİLİŞ

Gelin sizlerle tam yüzyıl öncesine kadar gidelim. Üstelik bugünkü gibi 13 Ekim günü yüzyıl önce ne oldu? Başarıyla Dumlupınar sonrası, düşmanların tamamının yurttan uzaklaştırılışı yılı ve Lozan antlaşmaları da henüz yeni tescil edilmiş durumlardaydı.

İşte bu tarihte Ankara meclisindeki bir karar alınarak ve bu şehrin Hükümet merkezi olması resmen ilan ediliyordu. Bunun ötesinde acelen Mübadele (değişim) konularında devletin İmar İskan Bakanlığı kurulacaktır, kanunlarla da. Peki bu durumda kararsızlar yaşanırken üstelik bir yıl önce Padişahlık kaldırılınca, Vahidettin son padişah olarak ülkeyi bırakıp gitmişti İstanbul artık asırlardır olduğu gibi ülkeyi de yönetemeyeceklerdi.

Henüz Lozan toplantılarına devam ettiği sıralarda Lloyd, Gazi Mareşal Mustafa Kemal paşa mecliste der ki:

“… Efendiler hiçbir Ulus yabancı ögeleri inanç ve adetlerine milletimizden daha çok saygılı olmamıştı. Aleyhimize yürütülen bu düşünceler yanlıştır. Ulusal örgütümüzün bugün izlediği amaç yurdu tam olarak bölünmekten ve ulusu tutsak (esir) olmaktan kurtarmaya yöneliktir.

Ama görevini yitirmiş olacak mıdır? Geçen sürede bundan sonra yurt ve ulusa karşı pek önemli gerçekler de vardır, kısaca iç işlerimizi düzeltip uygar uluslar arasında etkin bir üye olacağımızı eylemli olarak kanıtlamak gerekir. İşte bu amaca ulaşabilmek içinde siyasal çabadan çok toplumsal çabalara gerek vardır.” diyordu.

(Evet değerli okuyucularım, işte son on yıldır şu ülkemizi sözde yöneten ve adına Siyasal İslamcılık denilen iktidarın sadece gösterdiği siyasal çabalar insanlarımızı ikiye bölüp din endeksli gruplaşmalar yaratılınca aynen yaşadığımız gibi Avrupa Birliği’ne ulusal ve insani açılardan çok uzak kalmışlardır.)

OSMANLI’DAN SÜREGELEN SİYASAL GRUPLAR

10 Mayıs 1921’e gelindiğinde Mustafa Kemal paşa ve arkadaşları Birinci Kurtarıcı Meclis’te 1. Grup diye bilinen adına “Anadolu ve Müdafaa-i Hukuk grubu” olmuştur. (Tam yüzyıl önce 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası partisi, Cumhuriyet Halk Partisi)

16 Nisan 1923’te TBMM’nin görevi (Kurtuluş Meclisininde) süresi resmen bitecekti. Bunun için yapılan hazırlıklarda 9 ilkeden kurulu bildirge çıkar.

1- Egemenlik ulusundur,

2- TBMM dışında hiçbir makam (kurum) ulusal yargıya egemen olamaz…

3- Bütün yasalar da örgütlerde, yönetiminde eğitim de, ekonomide ulusal egemenlik içinde bir ilkedir artık.

4- Saltanatın kaldırılmasına kadar fikren değişmektir.

5- Mahkemeler, yasalar düzeltilecektir.

6- Halkın bilinen AŞAR vergisi kaldırılacaktır.

7- ÖĞRETİM BİRLEŞTİRİLECEKTİ…

8- Askerlik süresi savaşlar bittiğinden azaltılacaktır.

9- Barış konusunda mali, iktisadi, yönetimsel bağımsızlığımızın kesin olarak sağlanması kuşkusuzdur… Artık temelde hedeflenen koşullar ortaya çıkmıştı.

İşte bu tarihlerde yeni seçilen Büyük Millet Meclisinin de gizli bir muhalif (karşıt) grup belirmişti. Mustafa Kemal ile görüşme gereği duymadan kendilerince Rauf Bey (Osmanlı dönemi emekli amiral), Mustafa Kemal’in de harp akademisinden devre arkadaşı (son başbakan 1922) meclis başkanlığına, Erzurum mebusu Sabit beyi de İçişleri bakanı yapacaklardı, kendilerince.

Ancak değişmez konumunda olan Milli Savunma nazırı (bakanı) Mareşal Fevzi Çakmak paşaydı, danışılacaktı elbet. Bunun dışında hükümet üyelerinin derhal görevlerinden çekilmeleri ve başka görev almamak sistemleride istenmiş oluyordu. Artık, 23 Nisan 1920’de Ankara’da B.M.Meclisi’nin çalışmasıyla, başarılar sonucu milli egemenliğe dayalı yeni bir Türk devletinin kuruluşu sağlanacaktı artık. Ancak savaş yılları boyunca işleyen meclis hükümet sistemi zaferden sonra işleyemez hale gelmiştir.

Bu sisteme göre Meclis, bakanlık işlerini yürütmek üzere kendi içinden de tek tek vekillerden seçiyordu. Ancak 25 Ekim’de ortaya çıkan bu kabine bunalımları Lider Mustafa Kemal paşaya artık Cumhuriyeti ilan ve kabul ettirmek isteyen düşünce durumlarını da yaratmış oluyordu.

Nitekim Çankaya’da yapılan toplantıda Vekiller heyetinin derhal istifa etmelerini içlerinden seçilecekler olursa yeni kurulacak heyette görev almalarını ikna ettirerek mutabakatı (uyumu) sağlamıştır. Bunun üzerine halen mevcut Başbakan Ali Fethi Okyar bey başkanlığındaki vekiller heyeti 27 Ekim günü resmen istifa etmiştir.

Böylece 28 Ekim akşamına kadar yeni bir başka hükümette kurulamamıştı. Aynı gece için Mustafa Kemal bazı arkadaşlarını acilen Çankaya’ya çağırmaktaydı. Geç saatlere kadar süren görüşmelerinin sonucunda da: “… Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz…” sözleriyle mecliste olabilecekleri tam olarak öğrenmiş oldular.

Bunun için acilen yapılması gereken Anayasada (ya da bilinen adıyla Teşkilat-ı Esasiye kanunu) da gereken düzenlemeleri yapmak için yapılması gereken Anayasa’da (Teşkilat Esasi Kanundaki) düzenlemelerin yapılması için uygulamalara girilmiş olacaktır.

Cumhuriyetin ilanına dair kanun tasarısı 29 Ekim’den önce Halk Fırkası Meclis grubunda, lehte ve aleyhte yapılan toplantıdan sonra TBMM saat 20:30’da hazırlanmış kanun tasarısı olarak meclisin ekseriyeti YAŞASIN CUMHURİYET edalarıyla kabul edilmiş oldu.

Artık Türkiye devletinin yönetim seçimi resmen ilan edilmiş ve adı da konulmuş, devlet başkanlığı sonucunda çözülerek, başarıyla dünyaya ilan edilmiş oluyordu. Sonuç olarak bakıldığında halen varolduğu sanılan son halifelik makamı da 3 Mart 1924 Meclis toplantısında mecliste kabul edilmiş üç yasayla birlikte tamamen kaldırılıp tarihi atılmış oluyordu artık. Böylece de çağdaşlaşmanın önünde hiçbir engel kalmamıştı.

Kurtarıcı lider Mustafa Kemal paşa konu için meclis konuşmalarında diyordu ki:

“… Halifelik makamı ve Halifenin kişiliği hakkındaki kötü anlayış ve etki ortamı, halifenin de kendi tutum ve davranışlarından kaynaklanmaktadır.” (Aynen 130 yıl önceki halife Muaviye başlangıcıydı)

“… Halife ve bütün cihan bilmelidir ki, varolan ve de korunan Halife ve makamının gerçekleri ne dince ne de siyasetçe hiçbir anlamı olmayan varlık hikmeti artık yoktur. Ancak ulusun genel oyunda saptanan eğitim ve öğretimi birleştirilmesi ilkesinin getirilmeden uygulanmasına İslam dininin yüzyıllardan beri yapıldığı gibi bir siyaset aracı durumundan arındırmanın ve yüceltmenin kesin zorunluluk olduğu gerçeğini gözlemleyelim.”

BİZE ANLATINLARIN DIŞNDA DÜNYAYA GÖRE

İngiliz tarihçi Arnold J. Toybee diyordu ki:

“… Türk ulusu kendisi için savaşırken, aynı çatışmada kardeş hakların savaşını da vermişlerdir. Kendisine karşı kabaran sel sularını da Ankara kapılarında durdurarak, İzmir’e, İstanbul’a Trakyalara kadar süren Türklerin bu başlattığı yeni akım, belki de Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Tunus ve Cezayir’den Hindistan’a kadar etkilerini sürdürmektedir. Ve dahi bu ülkeleri kaplayan Batı selini sürükleyip götürecektir, böyle fikirler.” (Evet bu açık biçimde dünya tarihinde artık 20. Yüzyıl ikinci çeyreğinden itibaren değişeceğini anlatıyordu.

Alman gazetesi Naherichtan 29 Mayıs 1921’de:

“… Anadolu’nun köylüsü Mustafa Kemal’in çağrılarına uyarak Kurtuluşu İngiliz ve Fransız buyruğuna karşı savaşmakta bulmuştur. Kemal’in etkisinin yalnız ulusal alanda kalıp kalmayacağını ileride İslam dünyası da kurtarıcı modeli olarak daha büyük rolleri üstlenir. Çünkü o yalnız Türkiye tarihine değil, Dünya tarihini de ulusal kurtarıcılar arasındaki parlak yerini almış durumdadır…”

Vilademir İliç LENİN (Rus İhtilali lideri 1921)

“… Mustafa Kemal general Sosyalist değildi. Fakat görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı, yüksek anlayışlılığı, ilericiliği, düşünceli ve de aklı tartışılmaz önderdir.

O soygunculara karşı ölümüne bir Kurtuluş Savaşı yapıyor, O’nun Emperyalistlerin gururunu kıracağına ve Sultan’ı da yaranları, yandaşları ile birlikte alt edeceğine tam olarak inanıyorum…” (Sonuç aynen dediği gibi oldu)

Adolf HİTLER (Alman Devlet Başkanı)

“… Mustafa Kemal Atatürk, bir ulus bütün vasıtalarından yoksun bırakılırsa, dahi kendini kurtaracak vasıtalarına (araçlarına) dahi yaratabileceğini öğreten bir liderdir. Onun ilk talebesi Benito Mussolini idi, ikinci talebesi belki de benim.” Diyordu dünya bilir de biz bilmedik.

Haftaya: Laik devlet kavramı, Anayasalar, Siyasallar, Hukuk İnkılapları, Öğretimin birleştirilmesi.

Kaynaklar:

• Türk İnkılap Tarihi, Prof. A. İhsan Gencer

• Cumhuriyet Tarihi, Ferit Erden Boray, cilt 4

• Cumhuriyet Çınarı, Prof. Özer Ozankaya

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları