Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Laik devlet / anayasal yapı ve öğrenim kuruluşu neydi

Değerli okuyucularım, asırlardır süregelen Asya merkezli Türk kökenli halklar olarak özellikle son 10 yıldır, şu ya da bu biçimlerde sanki ülkemiz topluca yıkılışı hazırlayan şartları mı açık şekilde yaşamaktadır dersiniz?

Sözde ülkemizde yaşayan aydınlar olarak devletin yönetiminde belli belirsiz hatalar görüyor isek o zaman 100. Yılını yaşamakta olan devletimiz, bütün imkansızlıklara yokluklara rağmen nasıl dirilişi yaşamaktaydı? Bu sorunun cevabını gelin belgelerle görelim derim.

Bilinen şekliyle tam Kurtuluşu başlatan Ankara Meclisi bu kez Lozan sonrası adını dahi değiştirecek yeni bir devletin KURULUŞU’nu hazırlayacak ise temelleri ne olmalıydı dersiniz. Konu için Kurucu Lider mecliste diyordu ki:

“… Ulus’un geleceğini yine ulusun azim ve karar kurtaracaktır. Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını korumak için düşünülebilecek girişim ve özverileri yaptıktan sonra kuşkusuz başarılı olacaktır… Ya başaramazsa demek, o ulusu ise ölmüş saymak demektir. Bu sebeple ulus yaşadıkça ve özverilerini sürdürdükçe başarısızlık hiçbir zaman söz konusu dahi edilemez…” diyerek hedefe kitlesel olarak yönelmişlerdi.

GELİN SATIR SATIR KURULUŞA BAKALIM

Cumhuriyetin ilanından sonra Yeni Anayasa yapılırken LAİK hükümet deyiminden dinsizlik anlamı çıkarmaya yönelik eğilimli olanlara fırsat vermemek amacıyla tam anlamıyla kesin ve kararlı bir hedefin oluşturulması gerekiyordu.

İlk ve yeni Anayasalar deyimi neydi? Belgelere dayalı gerçeklere bakacak olursak oldukça medeni bir fikir ve düşünce birikiminin neticelerinden çıktı. 1921 yılına girildiğinde yeni ve özgür bir anayasanın doğumunu hazırlayan biri “olaysal” öbürü “kurumsal” nitelikli iki büyük faktörler mevcuttu.

Birincisi Osmanlı Devleti’nden “Türkiye Cumhuriyeti”ne geçişi gerektiren siyasal gelişmelerininde oluşturulmuş dizilerdir. İkincisi ise 1921 Anayasasının asıl kurucu ve yaratıcısı olan Ankara’daki B.M.M.’dir. Elbette ki birinci şartı hazırlayan Anadolu ve Trakya’daki iktidar boşluğunu dolduran güç, önceleri yerel kongre iktidarları, sonra da bunları adım adım da birleştiren ve kendi bünyesinde eriten Ulusal Kongre iktidarının olduğunu görmekteyiz.

Nitekim Meclisin bilindiği şekilde (23 Nisan 1920) açılışından sonra yeni bir Anayasanın kabulüne kadar ki dönemde yargı ve ilgili bazı önemli kanun ve kararların çıkarılması ilk çıkış kapısını açmaktaydı. Birincisi ilk olarak Sivas’ta geçişi bir Temyiz mahkemesi kurulmasına ilişkin 7 Haziran 1920 tarihli 4 sayılı kanundur.

İşte hazırlanan ilk 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu olarak çıktığını görmekteyiz. Aslında meclis genel kuruluna sunulan bu metin şeklen “Anayasa tasarısı” adı altında sunulmuş ise de içeriği bakımından yer yer hükümet programı şeklinde olduğu da açıktır.

Nitekim, 20 Ocak 1921 tarihli ve 85 sayılı yasa ile kabul edilen T.E.K. toplam 23 madde ve birde “Madde-i Münferide” denilen (ayrı ek madde) kısaca bir türde Çerçeve Anayasa modeli olarak çıkmıştır. Şeklende olsa bir geçiş döneminin temel ihtiyaçları için hazırlanan bu kısa anayasa taslağı (örneği) daha sonraki tüm anayasalar içinde çıkış mercii niteliğindeydi.

24 ANAYASASI: İşte bu geçiş döneminden başlayarak, devletin temel kuruluşunu toplumun ve bireylerin konumunu ve de halklarını belirleyecek yeni bir yasal yapılanmaya zorunlu ihtiyaç doğmuştur.

Sonuç olarak baktığımızda 491 sayılı ve 20 Nisan 1924 tarihli TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU klasik anayasa anlayışına ve sistematiğine uygun olarak yapılandırılmıştır. Devletin kuruluşu, organları ve bunların işleyişi şeklen düzenlenmiş olduğu gibi, hak ve de özgürlüklerle ilgili hükümlere de yer verilmiştir.

Aslına bakılırsa, 1920’de başlayan Anayasal devrimin temel dürtüsü olan millet egemenliği ilkesi 1924 Anayasasının baştacı ettiği bir değerdir. Bu da madde 3’te HAKİMİYET BİLAKADÜ ŞART MİLLETİNDİR” yer alır. İşte bu madde daha sonraki 1961 ve 1982 Anayasalarda da aynıdır.

Madde 5’te ise, “Meclis, yasama yetkisini bizzat yürütme yetkisi ise kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin ettiği İcra vekilleri (Bakanlar kurulu) eliyle kullanır. Meclis hükümeti her an denetleyebilir ve düşürebilir. (Değerli okuyucularım, işte mevcut olan ülkeyi yönetmekte olan Siyasal İslamcı siyasetçilerinde değiştirmek istedikleri temelde bu esaslardır, elbette. Fazla değiştirildiğini sanmadığı diğer madde ise, 68’de deniyor ki: (yenilenmiş Anayasalarda da)

“… Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet başkasına muzir (zararlı) olmayacak her türlü tasarrufta bulunmaktır. Hukuki haklardan olan hürriyetin herkes için hududu başkalarının hududu hürriyetidir. Bu ise ancak kanun marifetiyle tespit ve tayin edilir.”

Bilinmektedir ki, İnsan’ı diğer varlıklardan ayıran kendini yargılama kapasitesidir. Var olan Akıl ve Vicdan bu kapasitenin baş aktörüdür. Peki insanlar için korkutarak, kabullendirmek doğru mudur? Hayır.

Prof. Dr. Suna Kili der ki: “… Korkutma temeline dayalı bir ahlakın aslında ne bir erdem ne de güvenilir bir ahlakla da olmayacağını, ancak halk için LAİK EĞİTİMLER kavrayabilir.” İşte laiklik buydu.

“Anayasada sadece kelime olarak girmiş olan Laiklik, genel olarak din ve devlet işlerini birbirinden ayıran, dinin politik çıkarlara alet edilmesini reddeden kişinin din özgürlüğünü tanıyan ve koruyan akıl ve bilimin egemen olduğuna sahiplenen devlet ve toplum düzenini öngören bir ilke olarak tanımlanabilir. Geniş anlamıyla hürriyetlerin en kutsalı olan düşünce Hürriyetine devletin tarafsız bir davranış içinde saygı göstermesidir.” denir açık şekilde, “İşte günümüzde devletimizi yöneten Siyasal İslamcıları tamamen rahatsız edende budur,” eğer kendilerinin devamı, çıkarları için aralarında bile korkuları var ise o zaman karşıt görüşlerin şu ya da bu şekilde engellenebilmesi için bütün Anayasalarımızda var olan tek kelime LAİKLİK maddesinin kaldırılması hedefti.

İşte yüzyıl önceki dönemler içinde ise Milli kurtuluş savaşı yılları askerlik ve mebusluk bir kişide birleştirilmekteydi. Ancak zaferin kazanılmasından sonra aynı zamanda mebusluk görevlerini de yöneten Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşalar acilen 1. Ordu müfettişi olarak askeri görevlerine tayin edilmişlerdi.

Durumun açıklığı bulunmayınca lider Mustafa Kemal paşanın 24 Anayasasından sonraki aylar içinde de ordu görevlisi üst düzey rütbeli subayların siyasetten tamamen ayrılmaları için 30 Ekim 1924’te ordunun komutanlıklarında görevli olanların mevcut mebusluk görevlerinde kalacaklarsa, derhal emekli olmalarını istemiş oldu. (İşte ordu mensuplarının tamamen siyaset dışında kalması, tam yüzyıl sonra AKP, iktidarınca Orgenarellerin, Milli Savunma Bakanlığı’nda görevlendirip siyasetin göbeğine sokulması aynen Osmanlı mantığıdır.)

Hatta meraklı olanların aralarında birleşip siyaset için parti kurmalarının yolu da açılmış oldu. 1924 Kasımı’nda Terakki Perver Partisi, kurulurken bu yıllar içinde ailen hedef alınmış DEVRİMLER girişimi tam gaz devreye sokulmaktaydı artık, hatta dış kaynaklardan sayılan Türkiye’de fikirsel Bolşevik akımları da aydınlar arasında vardı.

Bütün bunlara engel ise sanıldığı gibi hiçbir zaman inançları olan Din engel değildir. Üstelik gelin din tarihi açısından gerçeklerini Ebu Nasır El Farabi söylesin gerçekte budur:

“… Din birtakım şartlara göre belirlenip tayin edilen görevler ve fikirlerden ibarettir. Böyle bir belirleme yapılmaksızın toplumu bir amaç doğrultusunda yönlendirmek ve de onları tedvir etmek (yönetmek) mümkün değildir…” diyordu 11 asır öncesinde…

EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDAKİ İNKILAPLAR

Ne yazıktır ki, Osmanlı döneminin son asır eğitimin düzenlenmesi, geniş çaplı yaydırılmış değil sadece büyük kasaba ve şehirlerde kısmen kurulmuştu. Bunun ötesinde aynen, 14. Asra kadar Hristiyan Avrupa devlet ya da ülkelerinde ise sadece Katolik mezhep yönetiminde, kiliselerde ya da kenarlarındaki Papazların eğitim yaptırdıkları küçük gençlere ayrılmış okullardı.

İşte Osmanlı dönemindeki köyler ve mahallerde de adına SÜBYAN MEKTEPLERİ denilen (5-10 yaşlarındaki) çocukların öncelikle dualar ve Arapçanın sadece 15-20’yi geçmeyen sözlerinin ezberletilmesinden ibaret olduğu biliniyordu.

Tam yüzyıl sonra (2010)dan itibaren artık devletimizi yöneten Siyasal İslamcı iktidarların Osmanlı dönemindeki adını değiştirip kutsal göstermek için KURAN KURSLARI açmaya başladılar. Bu tamamiyle laik olmayan, fanatik cahiliye bir çocuk yetiştirme mantığını getirmeye başladı, gerisini bilirsiniz, zaten görüyorsunuz.

Nitekim, artık Kurtuluş sonrası meclis kararıyla yasallaşıp bağımsız olan Türkiye Cumhuriyeti lider ve yöneticileri bu oldukça boş bırakılıp üstelik yüzde 85’i cahil bırakılmış halkın eğitiminin şart hatta acilen mecburiyet olduğunu tesbit ederek girdiler.

Bu sebeple 25 Ağustos 1924 günü meclis konuşması:

“… Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seviyeli muhafızlar ister. Onun için bu kez geleneksel eğitim sisteminde eksiklikler olmamalıdır.

a) Geleneksel eğitim milli olup ilmi kültürün gelişmesini engelleyen fanatik düşünceler tamamen çıkmalıdır.

b) Geleneksel eğitim bütünüyle bilimsel zihniyete kapısını kapamış, gözünü ise şimdiye kadar bu dünyada değil, öbür dünyaya çevirmiş hayallerle meşgullerdir. Bu sebeplede çağın gereklerince toplumunda doğan ihtiyaçlarına cevap veremez olmuşlardır.

c) Genelde ezberciliğe dayanıyor hatta yapıcı ve yaratıcı olmayı da engelliyorlardı.

Çok iyi araştırıp bizzat kendi gençlik döneminde yakından gördüğü eksik bırakılmış gençlerin eğitimleri meselesesinde çok hassas olmaya başlamıştı artık. Hatta 31 Ocak 1923 günleri şimdiye kadar olduğu gibi Vakıfların elindeki okullar ve medreselere verilen tamamen hataları bizzat notlarla tesbitine başlamıştı bile.

1 Mart 1924 günü Mecliste yaptığı konuşmasında ülkenin genelinde saptanmış gençlerimizin eğitimleri meselesinin acilen çözülmesini istiyorlardı. Böylece TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU T.B.M.Meclisinde hem de tamamen halifeliğin kaldırıldığı durumun sonrasında da 3 Mart 1924 tarihi olarak kabul edilmiş oldu.

Kanunla birlikte bütün eğitim kurumları resmen Milli Eğitim bakanlığına bağlanacaktır. Oysa işte bu tarihlere kadar mevcut bulunan ŞER-İYE VE EVKAF VEKALET veya özel vakıflarca yönetilmekte olan özel Sübyan mektepleri, okullar ve medreseler resmi olarak mülkleriyle birlikte tamamen bakanlığa devir ediliyordu.

(Bunun tam 90 yıl sonra tamamen benzer uygulaması 15 Temmuz’a kadar AKP’nin desteğiyle Fettullah Gülen tarafından açılmış Dersaneler ve okulların tamamının verilen bir kararnameyle kapatılıp varlıklarının da sözde eğitimin tarafına geçtiği sanılmıştı. Oysa bu ayrım daha sonra bilinen muhtelif isimlerdeki Tarikat adı cemaatlerin Vakıflarına devir edildiği bilinir.)

İşte artık yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde artık eğitimler bu büyük inkılapla DEMOKRATİK VE LAİK BİR EĞİTİM’in kapıları açılmıştır. Üstelik o devrin doğru biçimde açıklamaları vardır. Kurucu lider Mustafa Kemal paşa, bahsi geçen devrin Faşizm, Nazizim ve Komünizm gibi totaliter rejimlerin eğitimindeki monist (tekçi) anlayışlarını karşılayan tam bir düşünce özgürlüğünü esas alınmasını sağlar.

Kabul edilmelidir ki, benim yaşımda olanları birebir yaşadıkları eğitim dönemlerinde esas olanların hangi şuurlara sahip olduğunu hatırlayalım, denirdi ki:

“Gençlerimiz, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür insanlar olarak yetiştirilmesi amaçlanmalıdır,” deniyordu.

O ve arkadaşlarının kurdukları eğitim sisteminde hem kişiyi geliştiren ve başarıya ulaştıran hem de toplumları ileriye serbestçe götüren bir araç olarak ele alınması asıl sayılmıştır.

Üstelik devrimler dönemindeki eğitici öğretmen maaşlarının, Meclisteki milletvekili maaşlarından da yüksek olduğunu hatırlar mısınız? (Günümüzde yani tam 80 yıl sonra yozlaştırılmış ekonomik imkanların ise Milletvekilleri maaşları 75 bin civarındayken öğretmen maaşlarının ise onların yüzde yirmisi kadarı olduğu artık bilinmektedir.)

Haftaya: Eğitimde Temeller Nasıl Çağdaş iken Bozuluverdi?

Kaynaklar:

• Cumhuriyet Çınarı, Prof. Ö. Ozankaya

• Türk Anayasa Gelişmeleri, Bülent Tanör

• Türk İnkılap Tarihi, Prof. Ali İ. Gencer

• İnkılaplar, Ferit Erden Boray, Olimpiya yayınları, 2016

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları