Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Ben Osmanlıcıyım diyenler Fetret Devri’ni bilmelidir

Tarihte milletlerin tam bir kitlesellik oluşturduktan sonra dünyaca tartışmasız kabul edilen egemen bir devlet oluşumu iyi bilinmelidir. Ancak devleti yönetenlerin geçmişlerine fanatikçe dinsel açısıyla bakmaları gerçekleri unutturmuş olur.

Ancak milletler kendi geçmişlerindeki tarihi ve de köklerini bilmedikleri sürece başkalarına bağlı olma ortamlarını hazırlarlar. Yüzyıl önceleri yaşamış yazarlardan Yahya Kemal Beyatlı diyordu ki:

“… Derler insanda derin bir yaradır köksüzlük,

Budur anlamda hududsuz ve hazin özgürlük,

Sızlatır bazı saatler, dayanılmaz bir acı,

Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı…”

Peki ne oldu da son on beş yıldır birebir yaşadıklarımız, ülkemizin diğer toplum dertleri gibi, temeli de sayılan devlet masasının bilinen dört ayağına ne oldu? Eğer devletin temel yapılarında kurumlarında sıkça sallanma hareketleri varsa bunun sebeplerini en azından açık biçimlerde 20 asırı geçirip devletler kurmuş tarihin içinden birçok örnekleri görmek çok kolaydır.

Değerli okuyucularım daha öncelerinde yayınlanmış köşe yazılarımda birçok belgelere dayalı yaşanmış olan örneklerin zaman içinde tekrarlandığını açıkça yazdım. Asırlar öncesi merkez Asya’dan yöresel grupların yapılaşmalarıyla birlikte devletleşmeleri bütün çıplaklığıyla tarihe geçiren yine onlardı.

Kendilerine has yarattıkları Bozkır medeniyetini Çin ve Hint medeniyetleriyle harman ederek, kitlesel bütünlüklerini oluşturup farklı isimlerde yeni yeni devletler kurdular. Hatta bu yetmezmiş gibi, Hazar’dan Hindistan’a kadarki geniş coğrafyalarda hâkimiyetlerini de yaşamaktaydılar.

Daha önceki köşe yazılarımızda okuduğunuz gibi 10. Yüzyıldan itibaren bu yeni bilimsel düşüncelerin arasına bir de dinsel inançlarla İslamiyet’i soktular. Hazar’dan, Horasan’dan Batıya durmadan yönelmekte olan ve adına Selçuklular denilen aslen Oğuzların Kınık boyu ve diğerleri Selçuklular adıyla artık tarih sahnesindeydi.

Daha önceki köşe yazımızda okuduğunuz gibi tarih dünyasında ilk kez 10 asır önce çok geniş coğrafyaların hâkimiyeti için Beylikler (bugünkü adıyla Eyaletler) kurarak, Kafkaslardan, Anadolu, Orta Doğu’ya kadar hem de süratle ve atla tarihin son uzun Hristiyan imparatorluğu olmuş Bizans’ı dahi kendi kabuğunda bırakarak yayılmışlardı.

Üstelik bu eyaletlerde çağlarının çok ilerisine ulaşan büyük medreseler (üniversiteler) de kurmuşlardı. Özellikle prensiplerini basında insan olgusundaki atasal töreleri, ahlak, karşılıklı insan sevgisi ve de dürüstlük içinde devlet yönetiminde hizmete girenler çıkmaya başlatılmıştı.

Bilinen tarihlerimize göre Selçukluların üç asır süren egemenliklerinin devamı yine onların atasal töreleri ve köklerinin içinden gelenler tarafından 14. asırdan itibaren adı OSMANLILAR olacak devlet çıkmıştı artık.

621 yıl önce Ağustos-Eylül dönemi

yaşanmış olan Fetret Devri neydi?

Evet bilinen en azından “kes, kopyala, yapıştır” mantıklı yazılmış tarih kitaplarımıza göre Anadolu’nun doğusundan batısına yayılmış olan Oğuzların Kayı boyu ve Oğuzların Çepni boyundan olanların gruplaşmaları sonucunda onların Anadolu’daki 16 beylikten kurtulup, uç beylikleri tanımıyla, kitlesel birlikteliklerin sonucu Osmanlı oldu.

Artık bir asrı geçen süreçlerdi Anadolu’daki hâkim ve yöresel şekillerde bağımsız olmuş 16 Beyliklerin aynı dilden, aynı dinden ve atasal törenlerden oluşan halkların önceleri yaşamsal, sonralarını da var olan Hristiyanların Bizans imparatorluğu devletinin elbette ki yıkılışını da hazırlayacaktı.

Üstelik 12 ve 13. Yüzyıl içinde doğudaki bilim yuvaları Horasan’dan, Buhara’dan Tahran’dan akın akın da Anadolu’ya gelip halkın eğitimine zemin kuranlar oldu. Hoca Ahmet Yesevi, Fahrettin Razi, İbnül Esir, İbn Haldun, Anadolu’da dergah kuran Tabduk Emreler, Mevlana, Yunus Emre, Ahi Evren ve Şeyh Edebali vb.lerin etkisi sonucu halkın artık birliktelik kurup devletleşmesiydi.

Anadolu Selçukluların yönetim eksikliği ve haçlı seferleri devamındaki muhtelif beyliklere dönüşünü iyi takip eden Bizans imparatorluğu devleti mevcuttu. Ancak Selçuklu hakanı Alaaddin Keykubat döneminde bu kez batı kuzeydeki yörelere yerleşmiş, Oğuzların Kayı boyunun öne çıkışı kendilerini uç beyliği yetkilerinin Ertuğrul Bey’e verilmesiyle birlikte gelişimin temelleri de atıldı.

1301’lere girilirken Şeyh Edebali’nin organizesi ile birlikte Kayılar ve Çepniler birleştirilip bu kez Bizans sınırındaki egemen bir küçük devletin kuruluşu yapılmıştı. Asıl olan bundan sonra zorunlu ateş gücü ya da ordularının artırıp hedef sayılan Bizans’ın batısı, Balkanlar’daki hâkim toprakların üzerinde etkinlikleri kurup gerekirse savaşarak onların sınırlarını kısaltmaktı. Büyük Edebali’nin devlet yapısında bu kez damadı olmuş Ertuğrul oğlu Osman’a ünlü nasihati:

“… Ey Oğul… Bundan sonra bölmek bize, bütünleştirmek san’a, ancak taklit sadece Allah’a mahsustur. Sen tek başına karara durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını hiçbir zaman kandıramazsın…

İşleri sen ehil kişiler ile üstelik konusunda ehil kişilere de danışarak yerlerini oturtasın… Eğer doğrusuyla danışırsan, yol alırsın, danışmaz isen yolda takılıp kalırsın, oğul…” (Bakınız şu yaşanmış tarihlerimizin tam 7 asır sonrasında son 20 yıldır devletimizi yönetenlerin, adı geçen Şeyh Edebali’nin nasihatlerinden tamamen uzak kalmışlar ise kendilerini Osmanlıcı saymaları hiçbir zaman mümkün müdür?)

Bilinmelidir ki, 1205-1326 yılları arasında da varolan medreselerin (ya da okullar) tahsillileri yetiştirmiş olduğunu görürüz. İşte bunların arasında yetişmiş olan Ahi Evran ve Şeyh Edebali ekolü ekonomide etkili olacaktır. Köşe yazımızın metin başında öne çıkardığımız yaşanmış FETRET olaylarının sebep ve sonuçlarını da ne geçmiş tarihimizde ve ne de bugün anlayamaz isek ülkenin temelindeki Devlet yapılanmasında zaman zaman çıkmış, çözülme ya da yıkılışı hazırlayan sebepleri de anlayabilmemiz mümkün değildir.

Tam büyüme hedefinde iken

Osmanlı’da tarih değiştirilişi

Aslına bakılırsa daha kuruluş dönemlerinde muhtelif asırlarda öne çıkarılan Nasihat geleneğinin her nedense, hangi koşullarda unutturulmuş olduğudur. Nitekim Osmanlı beyliğinden, küçük çapta Bizans sınırı taraflarında kurulmuş Osmanlı Beyliğinden, Devlete de dönüşüm çok önemliydi, elbette.

Bilinen şekilde 14. asıra girildiğinde bu kez Selçukluların devamıyla birlikte Anadolu’da yerleşmiş olan muhtelif adlardaki Türk-Oğuz beyliklerinin ise 16’ya kadar bölünmesini derleyenler olarak çıktı. Osmanlılar için artık millî hedefleri dünyadaki Bizans devletini zorlayarak öncelikle zayıflatmak planları öne çıkmaya başlamıştır. Bunun için en kolay yol halen bile Bizans’ın kuzey batısındaki Rumeli ve Balkanlardaki asırlar öncesinden beri varolan ve de kısmen yöresel Batı Hunlarından kalan, aslı Avarlar, Bulgarlar, Peçenekler vb.leri Asya merkezli Türk kavimleriyle dayanışma kurarak, yönetmek hedefleriydi.

Devletin kuruluş dönemi Şeyh Edebali’nin damadı Ertuğrul Beyin oğlu Osman’la başladı. Oğlu Orhan Bey ve devamı I. Murat Han ile onun da oğlu Yıldırım Beyazıt Han’a kadar sürdürülmüştür.

Yıldırım Beyazıt ve Timur Han olayı

Kısa ya da uzun anlatılmış tarihlerimize göre de Fatih Sultan Mehmet’in Constantinopolis’i fethine kadar geçen asırların Orta Çağ olduğu bilinmektedir. Aslında Orta Çağ bütün Avrupalı Hristiyan devletlerde bile 19. asra kadar sürmüştür. Orta Çağ’da var olan devletlerin yönetenleri ve halkları için asıl olan bireysel oluşumlarındaki var olan hırs-tamah dürtüsünden kurtulamamışlardır. Bu ise kendi topraklarının dışında kalan civarındaki yöresel halklarını fetih ve zaferler yoluyla ele geçirmek ve onlara kendilerine bağımlı kılmak olmuştur.

Artık 14. asır bitip 15. asra girilirken bu defa da Doğu’dan gelen Selçukluların devamı Anadolu Selçukluları ve Osmanlı devletinin yapısında da bu öncelik mevcuttu. Osmanlılar ise başlattıkları gibi Bizans’ı en azından Rumeli’den zayıflatmak mantığını yürüttükleri dönem I. Hüdavendigar Murat Han’ın zaferler sırasında ölümü üzerine oğlu Yıldırım Beyazıt tahta çıkmıştı.

Ancak başlatılan küçük çaptaki fetihler dönemi sanki bitirilip Bizans iyiden iyiye sınırlarının da kısaltılmasını sağlamaktaydılar. Üstelik Sultan Murat Han Osmanlı ordusunun sürekli hazır bulundurulan bir ordu oluşumunun ilk başlangıcını atan olmuştu.

Osmanlı’nın topluca ordu çapında atılımlarının sonucunda 8 Ağustos 1389 günü bilinen I. Kosova savaşı ve zaferini getirmiş oldu. “Cenab-ı Allah hak getire” sözleriyle başlatılan savaş sırasında, zafer kazanılmış iken, bir Sırp ajanı hareketiyle suikasta uğradı.

İşte Osmanlı tarihini değiştiren olay burasıdır. Acilen oğlu I. Beyazıt ya da Yıldırım Beyazıt çok iyi bir savaşçı asker ve komutan olarak tahta çıkışıydı. Devleti ele alışıyla birlikte babasının zeminlerini kurduğu, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın destekleri ile Balkanlardaki yerleşik Sipahiler’in savaşa hazır alayları, süvarileri planlanmıştı.

Savaşçı Azaplar (şimdiki adıyla komandolar) Akıncılar, Humbaracılar (istihkamcılar, silahçılar) ve kısmen az sayılardaki Kapıkulu askerleri vardı. Peki Bizans’ın dışında başka bir tehlike mevcut muydu?

Evet mevcuttu, bilinen Asya merkezli büyük Moğol devletinin yıkılıp dağılışı döneminde ortaya çıkan ve aslen Türk olan Timurlenk adlı hükümdar, Orta Asya batısından itibaren giderek büyüyüp yayılmaktaydı. İşte Orta Çağlar mantığı içinde, Timurlenk’in en azından iki asır sürmüş, millî hedefleri her durumda yayılıp hâkimiyet kurmak mantığıdır.

Ancak Balkanlardaki bu başarılarının devamını zamana bırakırken bu sırada Anadolu’da var olan diğer beylikler ile şu ya da bu biçimde dayanışmalarını kurup ülkenin Anadolu topraklarına tamamen hâkim olmasına yönelmek istemişti, Yıldırım Beyazıt Han. İşte mesele 15. asır başlarına girilirken yaşanan iki Türk asıllı devletin savaşarak karşılaşması olacaktı.

Yarın devamında; TİMURLENK ve YILDIRIM BEYAZIT SAVAŞI ve devamında FETRET devrini okuyacaksınız.

KAYNAKLAR:

* Bilinmeyen Tarih ve Türkler, Ferit Erden Boray.

* Turan Kavimleri Göçü, Karoly Czegledy, 1994.

* Anadolu’da Kayılar, Faruk Demirtaş, Bellen yayınları.

* Büyük Osmanlı Tarihi, Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, 1. Cilt.

* Şerafettin Zeydi Zafernamesi, Osmanlı Arşivleri

* Fetretin Yarası, Prof. Dr. Hatice Sakin.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları