Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Yobazlara smaç geldi: Yeter söz milletindir

Eski Türk sosyal hayatında kadınların saygın bir yeri vardı: “Bilge Kağan ve Hatun kişinin emriyle” diyordu M.S. 800’lerde. Onlar hürriyetlerine ve kısmen de eşit haklarına kendilerini sahip sayarlardı. Ancak daha sonraları değişimler getiren eğitim kurumlarına gelemediler.

Sonraki asırlarda kitlesel değişim ve dayanışmalarla birlikte İslamiyeti kabul eden diğer kavimlerle birlikte Türkler içinde bir tür “Ümmet” anlayışının etkisinde kalabilmiş oldular. Kuşkusuz bütün toplumlarda bu türdeki değişimler elbetteki tarih boyunca olmuştur, yaşanmıştır.

Ben 20 yıldan beri eğitim kurumlarında 2500 kadar verdiğim seminerlerde kadın öğretmenlere de demiştim ki, 1947 yılında Nazım Hikmet’in deyişini:

“… Ve kadınlar, bizim kadınlarımız,

Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen,

Ve de onların soframızdaki yeri,

Öküzümüzden sonra gelen kadınlar…

Kabul edilecektir ki, daha önceki köşe yazımda 1300 yıl önceki Emevi dönemi Muaviye’nin kadınlar için Halife adıyla söylediklerini, günümüzdeki Siyasal İslamcı zihniyet abartarak fazlaca benimsemiştir. Artık salt biçimde tanımlanmış olan yobaz ve cahiliye mantıklı erkeklere göre, kadın denilince:

“… Yeri evin içinde, mutfakta, çamaşır için ısıtılmış leğeniyle, bahçede, bebeleriyle, tavuklar gibi peşinde ve kocasının namaz için abdest aldığında elindeki ibriği ile ayaklarını yıkayan, geceleri de artık yataktadır.”

Bunun ötesinde çocuklar ise eğitim için sadece Osmanlı dönemindeki adıyla SÜBYAN MEKTEPLERİNE günümüzde değiştirilmiş adıyla “Kur’an kurslarında” yetişir. Evet, Siyasal İslamcıların hedefleri sadece budur.

Kabul edilmelidir ki, Osmanlı İmparatorluğu Devleti’nin 19. Yüzyıl ikinci çeyreğinden itibaren, giderek, gelişen dünya karşısında, şehirlerimizde fikren titreşimler başladı. Kitle halinde bulunan kimse, yalnızca davranışlar yönüyle birbirlerinden ayrılmaz. Bütün özelliğini kayıp etmeden önce bu kimsenin, düşünceleri, duyguları, cimriyi-cömerte, dinsizi dindara, namusluyu namussuza ve korkağı kahramana çevirecek derecede değişime uğramaya başlamıştır.

Hatta Batılıların bildiği bir gerçek daha var. 1881 yılında Fransız düşünür Vikont de Lajanqud diyordu ki: “… Osmanlı İmparatorluğunda Türk halkı uygarlığa herhangi bir ulustan daha fazla karşı değildir. Onlar da var olan dürüstlük ve namus, imparatorluk topraklarındaki diğer ırklardan, ekalliyetlerden pek fazladır. Ancak saplanıp kaldıkları CEHALET daha çok kaderlerini ellerinde tutanlara yüklenmelidir…”

Kurtuluşu yaşadığımız yıllarda, Türkiye’de olan Alman yazarlarından Bischoff, Ankara adlı kitabında: “… Hazır olmayan şeyleri en keskin kılıç dahi hayata geçiremez ve de kendiliğinden de doğmaz. Oysa aydınların çoğu geniş kitleler halinde, memuranlar takımında olanların Padişah ve Halifenin şahsına karşı bir tür ÜMMET PSİKOLOJİ ile bağlıydı (günümüzdeki Siyasal İslamcılarına biat edenleri gibi).

Böylece de bu görüşlere sahip olan toplumların bu kadar çok felaketleri yaşayarak olabildiğince de yıprandıktan sonra artık yeni bir görüş ve de Kurtuluş gibi farklı girişimlere de giremezler, düşünemezler. Fakat görülen oydu ki, Millette var olan ve de yıkılamayacak kadar güçlü bir SFENKS ortaya çıkmıştı. İşte Sfenksi ortaya çıkaran Osmanlı paşası Mustafa Kemal’di.”

Evet Osmanlı dönemi kadınlarımız

Tanzimat’ın başlamasıyla birlikte artık giderek gelişen ya da medeniyeti aramaya başlayan Batı, Avrupa’ya karşı dayanışmaların başladığı yıllara gelinmekteydi. Reşit paşa, Mehmet Ali paşa, Keçecizade Fuat paşa gibi devletin üst düzey aydın bürokratları devreye girdi.

1865’lerden itibaren JÖN TÜRKLER tanımıyla öne çıkmaya başlayan Batıcı aydınlarımız gelişti. Mehmet, Namık Kemal, Refik, Esat, Nuri ve Ayetullah beylerin birleşimiyle giderek yayılmaya başlamış oldu. Üst düzey görevlerde olan Ahmet Vefik, Ahmet Cevdet ve Süleyman paşaların eğitime katkıları oldu. İşte II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı vatandaşı olan kadınlarımızın, kızlarımızın İstanbul’da Rüştiye, İdadi gibi (liselere) peşinden de Darülfünun adı verilen İstanbul Üniversitesine giderek eğitim alan kadınlarımız çıkmıştı.

Halide Edip (Adıvar) ile Müfide Feti (Tek) gibi aydın kadınlarımız, öğretmenliğe bile başlamıştı. Üstelik her ikisi de sadece edebiyat alanında değil sosyoloji ve siyaset alanında da muhtelif kitaplar yazdı. Ne yazıktır ki Türkiye’mizde okutulan tarihle ilgili kitaplarımızda, ulu-orta birkaç cümleyle geçiştirip fanatik erkek mantığıyla kadınlarımız hiç yoktur. Üstelik kadınlarımızın, var olduğu yaratılış etkisiyle “namahrem” dedikleri kadınlarımızın ölüm pahasına geceli gündüzlü malzeme taşıdıkları, kucaklarında bebeleriyle öküzünü çekip, İnebolu’dan Ankara’ya silah taşıdıkları her nedense hiç anlatılmaz ya da unutturulur onlar.

Hatta 12-15 yaşındaki oğullarını bile hem de öleceğini bile bile onlara: “Hadi yolun açık olsun, oğul, Allah zaferleriyle seni mutlu etsin, vatan için” diyenler tam bir Türk kadınıydılar. (Yobaz dinciler ise “sen namahremsin, erkeklere hizmet etmeyesin” diyerek evlerine saklamayı tercih ediyorlardı, aynen günümüzdeki siyasetçiler gibi.)

Kuvay-ı Millîye’nin kadın katılımları

Mondros ateşkesinden sonra ülkede erkeklerin ve bilhassa kadınların yaşamlarında çaresizlikler doğmaya başlamıştı. Kadınlarca başlatılan fikirsel atılımların ilk mitingi “Redd-i İlhak Millî Heyeti”nin 15 Mayıs gecesi yaptığı çağrı ile başlatılmıştır. Devamı 18 Mayıs’ta İstanbul Üniversitesi konferans salonunda yalnızca kadınların bulunduğu konuşmalar. Ve de peşinden 21 Mayıs 1919 günü Darülfunun Öğretmenleri toplantısında Nakiye Hocahanım İzmir’in ise işgalini sebep-sonuçlarıyla ilk anlatan olmuştur. Üniversitedeki sözleri bugün bile gerçeği verir,

“… Beyler, hanımlar, medeniler adaletsizliğin son mertebesini tatbik ediyorlar. Eğer insanların kanı yeterli değilse, Türklerin erkek ve kadınlarının da kanları helal olsun… Ben burada cesur ulusumun kadınları adına diyorum ki, imanlı kadınlar, bilesiniz ki, Avrupa Türklerle dolu herhangi bir yeri Yunan’a vermek isterse, hepimiz hep beraber şanlı bir surette ölmeye karar verdik, değil mi?..”

Evet, bu başlangıçta gizli yapılan mitinglerin ise üçüncüsü 22 Mayıs günü Kadıköy belediyesi önünde 20 bin kişilik katılımla sağlanmıştı. Başı çeken öğretim üyesi Halide Edip, üniversiteden Münevver Saime ve Hayriye Melek hanımefendiler ile erkekler arasından çıkan Fahrettin hoca yağmur altında bağımsızlık, der.

“… Ölmeyi bilmeyen yaşayamaz… Ulus sağanaklar altında toplanıyor ve de inliyor, bu mateme alem vahit (şahit) olsun, artık…” diyordu katılanlarla birlikte. Onu dinlerken heyecanlanan Halide Edip çıktı:

“… Beyler, kardeşlerim, hanımlar, onlar kendilerinden olmayan toprakları aleme terk etmek isteyenler, halkın sedaları (sözleri, haykırışları) önünde eğilecektir.”

Bu arada burada bulunan üniversite öğrencisi genç Münevver Saime Hanım (105 yıl sonra Filenin Sultanları takımında gördüğümüz genç kızlar gibi)

“… Heyecanlarımız, kanlarımız söndürülse bile, göğsümüzde milliyetten yapılmış bir kalp vardır ki, onda yabancının, bir düşmanın ne ihtirası (hevesi), ne de korkusu yaşar… Onun semasını kaplayacak ancak bağımsızlık havasıdır. Ben kendimi, hürriyeti gasp edilmiş bir ulusun kızı sayarak, bağımsızlığımıza nasıl yürüyeceğimi açık şekilde söyleyeceğim. İşte bu beyanım, kollarımızı bağlamak isteyenler için dikkate değer olmak…

Gün geldiğinde oğlum bana “…Ben neyim” diye ilk sorduğu gün, ona semalardan haykıran bir melek gibi “Büyük tarihli bir Türksün” diye hitap edeceğim… İşte bu ses onun ruhunda fırtınalar yaratacaktır… Ninnisini söylerken işte bu günleri de yanık sesle söyleyeceğim ve de ona büyük bir Türk ırkının şarkılarını söyleyeceğim. Kundağına Türk mimarlarının yaptığı ibareleri işleyeceğim Alparslan, Fatih ve Yavuzları anlatacağım…

… İşte o günden itibaren bu galiplerin taktığı zincirler de çözülmeye mahkûmdur. Çünkü o gün oğlumun kalbine ektiğim hürriyet çiçeği açacaktır. Kızıl isyanlar olacak, taşacak sulhü müebbed (devamlı) düşünenler ise, bize indirilecek darbenin aksi sedası (ters yansımaları) yarınki insanlığın sükûnetini de bozacaktır…”

Değerli okuyucularım, işte tam 105 yıl önceki hani o adı geçen yobazların “ehli namus” dedikleri okumuş kadınların gerçekleri aynen buydu, unutturdular. O görüşmeler sırasında derhal kendisini yakalamak istedilerse de, etraftan gelenlerin kaçırmaları ile birkaç gün sonra Anadolu’ya kaçırılmış Türk kızıydı, Saime Hocahanım.

Aynı aylar içinde tarih kitaplarımızın da içinde ünlü Sultanahmet mitingi de vardır. Dönemin ünlü aydınlarından Mehmet Emin Yurdakul, Süleyman Sırrı, Dr. Sabit ile Fahrettin Hayri bulunmaktaydılar. Onlardan sonra konuşan Halide Edip hoca halkın öğrencilerin yeminleriyle beraber:

“… Davamızı ilan ediyorum, bu davamız Türkiye’nin hak ve hürriyet davasıdır. Türkler Türkiye’mizin edebi haklarına asla dokundurmayacaktır. Yarın Hakk’ın Mahkemesi Kübrası (öbür dünya mahkemesi) önünde zalimlerin hepsi mahkemeye gelecek, onlara bizim kanlarımızı dökmüştünüz diyeceklerdir.

Kardeşlerim, evlatlarım, Osmanlı toprağında böyle muazzam, böyle tarihî bir günü bir daha idrak (yetişme, anlayış) etmeyeceğiz. Efendiler, kardeşlerim evlatlarım içimizde ölenler olursa, Türk’ün bağımsızlık bayrağıyla mezarımın üzerine geliniz…”

Evet bu yıldırım etkisi yaratan mitinglerden sonra okuldaki öğretmen arkadaşı Dr. Adnan Adıvar ile evlenerek kurtuluş için Anadolu’ya kaçacaktır Halide Edip. Sonra onların Türk kadın aydınları olarak, ülkemizin kurtuluş savaşının üst katmanlarında birçok ölümü hiçe sayıp savaş görevleri aldıklarını kitaplarda çaresiz de olsa yazdılar.

Muallimler Cemiyeti Başkanı Nakiye Hanım onun 12 Ocak 1920’de Osmanlı Meclisinin tekrardan açılışı sırasında Sultanahmet meydanında ilk kez mitingi başlatan olduğunu hiç bilmemiştik. O ise daha önce 1919’da İstanbul’da ilk kez Muallim (öğretmenler) cemiyetini kuran oldu.

“… Hanımlar, beyler, kardeşlerim, sizlere memleketimin eğitimli bir kadını olarak sesleniyorum. Sizler içinizde, Fatih’in, Selim’in, Süleyman’ın mezarlarını ecdadınızın ebedi abideleri olan camileri, türbeleri, kervansarayları, imarethaneleri (toplu aşevlerini) bırakıp gidecek bir erkek ya da kadın var mıdır?

Ben ise tasavvur etmiyorum, çıkmayacaksınız, bırakmayacaksınız… Bizler de daima sizlerle beraber olacağız, yanınızda önünüzden ayrılmayacağız. Hayatından ya da dünyada sevdiğin evladını, gerektiğinde vatan sevgisine feda eden, kadınlarımızın, candan sevdikleri İstanbul için canı feda edeceğini biliriz.

Önümüzde artık açık olan iki yol vardır, biri tarihimizde ebediyete kadar götürmek için şanımızla da devam etmek, diğeri ise, gözlerimizle beraber tarihimizi de kapayıp ebediyete intikal etmektir bilesiniz.”

Müdafaa-i Vatan için Melek Hanım

Artık Anadolu’da eski Nene Hatunların kızları da ortaya çıkacaklardı. Sivas Kongresi’nin yapıldığı günler Vali Reşit paşanın hanımı olan Melek Hatun, son derece tahsilli ve milletini seven bir kadındı. Bir konuşmasında diyordu ki: “… Değerli hanımlar, beyler… Burada toplanmaktaki maksadımız yüzyıllardan beri refah ve mutluluk içinde yaşamaktayken durup dururken, sevgilerimizde ve kutsal memleketimiz bir kısım yabancı düşmanlar tarafından işgal olup taciz edilmiştir.

Halkının ve bilhassa kadın ve çocuklarımızın zaman zaman zalimce, gaddarca ve dahi vahşice de kesilmesinden, hatta onların türlü tecavüzleri facialara (kötülüklere) duçar kalmasından dolayı toplanmış olduk.”

Evet ne yazıktır ki bütün bunlar bilinmekteydi. Nitekim adları bilinen Kangal’daki Ulviye Hanım, Kayseri’de Seyyide Hanım, Niğde’de Ayşe Feride Hanım, Pınarhisar’da Refiye Hanım vb.’leri artık birleşip “Anadolu Kadınları Müdafaai Vatan Cemiyeti”ni de resmen kuranlar olarak ortaya çıktılar. Üstelik bugün bile yobazlar, onlar, zaten gavurdur ve de namahrem olsa da sözde Müslümanlardır, demeye devam ediyor.

Üstelik her türlü işleri yapan kadınlı-erkekli farklı yerlerde gruplaşıp şeklen askerî anlamıyla da gruplaşıp taburlara dönerken, gönüllü kadınlar, kız hemşireler, namahrem denilse de hastabakıcı kadınlar, dikimevlerinde durmaksızın dikiş dikip çalışanların elleriyle devamlı savaşta kullanılacak sargı bezlerini, çoraplarını vb. hazır hale getirenler onlar çelikleşmiş bir zincirinde koparılmayan parçalarıydılar artık.

YARIN: T.C.’nin yüzyılında geçmiş ve halen gelmekte olan kadınlar…

Kaynaklar:

*Ölümsüz Kadın Kahramanlar, Ferit Erden Boray, İstanbul, 2008.

*Türk’ün Tarihle İmtihanı, Halide Edip Adıvar, Can yayınları, 1962.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları