Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Türk Milleti’ni AKP ile Ümmet’e döndürme oyunları

Değerli okuyucularım, neden durup dururken aklımıza bu olur olmaz sözleri sokuyorsunuz diyeceksiniz? Doğrudur kuşkusuz fakat son 10 yıldan beri de gün geçtikçe kutuplaştırılan toplum haline getirme mücadelesini ya da uğraşını kimler ortaya çıkardı?

Dünya düşünürlerinden Allen bir sözünde:

“… Dünyadan göründüğü en büyük başarı önce bir hayaldi… En büyük çınar ise önce bir tohum, en büyük kuş ise sadece bir yumurtada gizliydi…” der. Evet ne yazıktır ki biz günümüze kadar giderek büyümüş ve adına Türkiye Cumhuriyeti olmuş devletimizi halen bile tam olarak anlayabildiğimizi sanmıyorum…

Tam asırlardır süregelmiş ve adına son Osmanlı-Türk İmparatorluğu Devleti denilmiş 620 yıllık geniş coğrafyalarda hâkim bir ülkenin bilinen dünya harplerinin sonucunda birdenbire işgale uğratılıp yıkılışını yaşamışlardı. Daha önceki köşe yazılarımda detaylarıyla anlatmış olduğum gibi (geçen haftaki yazımda) yine bu halkın içinden gelen üst düzey bürokratlar tarafından kurulmuştu.

Bütün dünya devletlerince kabul edilen şekilde “Türkiye Cumhuriyetini, öyle ilkelere dayandırmışlardı ki, hem de bu ilkeler tüm uygar insanlığın özlemini de çekebildiği Demokratik toplumsal düzeni hem ulusal ve hem de uluslararası düzeydeki gereklerini tutarlı ve de içtenlikli biçimde karşılayabilecek niteliktedir.”

Dahası 20. Yüzyılın tartışılmaz liderlerinin de başında gelen kurtarıcı lider Mustafa Kemal Atatürk’ün oturttuğu kurallar ya da devlet türüne “Halkın halk için tarafından yönetilmesi” üstelik de halka rağmen halk için yönetim biçimi olarak tescillidir.

Üstelik O ve arkadaşlarının gerçekleştirmedeki isteği “Halk devleti totaliter değil, otoriter bir özellik taşır. Hâkimiyetin ise somut görünüşü olan Büyük Millet Meclisi ve onun otoritesi, ne sosyal sınıfları hatta Batı’da olduğu gibi dengelendiği farklılaşan bir Parlamento ve ne de çıkar gruplarının at sürdükleri bir meclis olamazdı.”

Galiba şimdi de tam halk deyimiyle “zurnanın zırt dediği” sözleri ve sesleri anlamayan bir yerdeyiz. Oysa devletleri yöneten siyasetçilerin ise aslında devletin temelindeki yatan ve yasalarla sınırlı olan kurallarına uyum ve kurumlarını ikide bir çomaklayıp yerinden kaydırmaları olamaz, tüm dünyadakiler gibi.

Ümmet ve millet kavramı için bakalım

Fakat gelin buna bakmadan, sağlam temellerine oturmuş ülkemizin suyu ve dengeleri ne zaman titremeye başladı derseniz, karşımıza tam olarak 30 yıl öncesi çıkıyor. Kültür Bakanlığı önemli yayınlarından olan Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın CUMHURİYET ÇINARI kitabına bakalım. Kitabın ön sözünde ise dönemin Kültür Bakanı rahmetli, İsmail Cem ön sözünde der ki:

“… Yirminci yüzyılın son çeyreği yaşanırken ve eşitsizliğin yaygınlaştığı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlık tarihi her zaman ‘Korku ve Umut’ arasındaki karmaşalara sahne olmuştur. Yine de insancıl ve de barışçıl amaçlara olan inanma ve doğal bir dünya toplumu yönündeki gelişmeler umudu, tüm yıkım tehlikelerine karşın her zaman varlığını sürdürmüştür.

Toplumların gelişmesinde, bilginin, düşüncenin atasal törelerin, çalışmak içinde üretimin, düşünülenlerin hiçbir baskıyla karşılaştırılmadan özgürce söylenebilmesinin temel kaynaklar olduğu inancıyla.”

Evet bunu yazdığı 1995’te ülkemiz böyleydi. Üstelik, 2. DünyaHharbinden sonra başlatılmış olan SOĞUK SAVAŞ yıllarını da Rusya’da Gorbaçov’un var olan Sovyet Sosyalist Devleti yönetimini bitirişi ile birlikte 1988’lerden itibaren artık bizde böylesine dünyada yaydırılmış dış etkilerden bizde artık kurtulmuştuk.

Gelin geçmiş tarihimize bakalım, milattan önceki asırlardan itibaren Asya merkezli Türk kavmi iki bin yıl içinde muhtelif adlarıyla bağımsız birçok (16 kadar) devletler kurmuşlardı. Geçmiş asırlarda Etnografya araştırmacılarına göre, göçebelerin hatta vahşilerin bile kendilerine özgü bir medeniyetleri mevcuttu.

Ziya Gökalp’a göre: “Bütün insanlar aynı medeniyetten değillerdir. Çünkü hangi zaman ve mekânda yaşarlarsa yaşasınlar, birbirine komşu oldukları için yani kurumlara sahip cemiyetlerin toplamını birden genellemeyle medeniyetler topluluğu denilir.”

İşte, M. Ö. 3 asırdan M. S. 10. asra kadar da Asya merkezli Türk kavimlerinin halkları oldukça da açık şekilleriyle birliktelikler kurup yöresel veya çok geniş coğrafyanda devletler kurmuşlardır. İşte bu kavram açık şekilde Sosyalleşmişlik, uygarlaşmışlık ve metanilik ise, bu da yalnızca gelişmiş ve asırlar boyunca devam edebilmiş milletlere özgü bir kavramdır.

Medeniyet ile Kültür’ün farklılıkları:

1- Medeniyet milletlerarası olduğu halde Kültür milletindir.

2- Medeniyet bir milletten başka millete geçebilir fakat millî kültürler geçemez.

3- Bir Millet medeniyetini değiştirebilir fakat kendine has kültürlerini değiştiremezler.

4- Medeniyet akıl ve yöntemlerle gelişebilir. Kültür ise ilham (esinleme) ve sezişler sonucu olur.

5- Medeniyet iktisadi, Din’i, Hukuki, ahlaki vb.’lerinin fikirlerin bütünüdür. Kültür ise sadece atasal töreler, dini inanışlar, ahlaki ve kitlesel birleşim dayanışmanın ürünüdür. Nitekim Türklerde bir cemiyetin sosyal yapısı gelişim, önceleri küçük çapta aşiretleşme, sonra küçük il, büyük il’e dönüşerek büyürler.

Asya merkezli Türk kavimlerinin kurmuş oldukları değişik isimlerdeki devletlerinde bu temeller her zaman asıl sayılmış, millî kültürleri korunmuştur. Özellikle insanların oluşumunda erkek-kadın farklı olmaksızın herkesin eşit duyguları, iletişimleri vardır. Bunlara da genel adıyla küçük çapta aile yapısı denilir.

Üstelik bu düşünce o kadar yaygındır ki, örneğin ünlü dünya ticaret merkezi olan İpekyolunu oluşturmuş UYGUR Türkleri Hakanı Bilge Kaan’ın ünlü Yenisey abidelerinde taş baskılı yazıtlarında deniyor ki:

“Bilge Kağan ve hatun kişinin emriyle…” M. S. 8. yüzyılında Uygurlar, Harzemşahlar, Gaznelilerin devamında Hazar’ın aşağılarına sarkmış, Karahanlılar döneminde Saltuk Buğra Hanın ilk kez tanıştıkları yeni kurulmuş İSLAMİYET devletinde resmen kabullenişi oldu.

Böylece de İslamiyetle birlikte Arapların az ya da çoğalmaya başlayan medeniyetlerinin etkisiyle, bu kez onlar halklarına ÜMMET derlerdi, bu ümmet kavramı da biz Türklere Araplardan gelmiş oldu. Aslında anlamı olarak aynı dine sahip camide birlikte olanlara da cemaat ya da ümmet denilirdi.

Hz. Muhammed döneminde din hiçbir zaman siyasete alet edilmemiştir. Ancak onun döneminde yaşanan toplumun ön kabulleri ve kişisel kavgaları çıkar. Önce halife, MUHACİR’den mi olacak, yoksa ENSAR’dan mı? Hz. Ebubekir sözlerinde “Biz sizden önce Müslümandık,” derken ötekiler, “Biz Peygamberin aşiretindendik…” Araplar bu konuda Kureyşlerden başkasını tanımazlar. “Bizler Emirler, sizler ise vezirlersiniz (tayin olanlara denirdi) …” deniyordu.

Üstelik İslamiyet’in başlangıcındaki Kur’an da “… Emaneti ehline veriniz…” burası da hiç yoktu. Prof. Ahmet Akbulut hocanın yazdığı kitabına göre, konu şöyleydi:

“… Beni Saide’de ortaya atan görüşler, İslami ilkeleri uygun olup olmadığı halen tartışılır. Nitekim Peygamber sonrası ilk siyasi sınavda, sahabelerin zorlaması doğal kalınabilir…”

Ancak bu oldukça çalkantılı dönemde bazı Müslümanlar tarafından öne sürülen ve de siyasi amaçlar taşıyan görüşlerin ise İslami prensiplerin uygunluğunun henüz bile yapılmamış olması düşündürücüdür.” derdi yazdığı eserlerinde.

Ensar aslında Medineliler olup öncelikli sayılmıştır ilk dönemlerde. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve devamında da Hz. Osman döneminde bu fikir tartışmaları pek fazla da olmamıştır. Ancak Hz. Osman döneminde ilk dört yıldan sonra Hz. Ali’nin halifeliği konusu, tartışmaları da çok açıkça getirmiş oldu.

Ancak Hz. Osman döneminde başlayan Emeviler ve Haşimiler’in siyasi çatışmaları, kutuplaşmaları zaman içinde de Arap kabilecilik mantığını siyasette hortlatacaktır. Kabiledekilerin devlet yönetime atanmaları aynen 14 asır sonra Türkiye’mizde olduğu gibi ilk kez bizde çıktı.

Dinsel açıdan siyaset resmen sokulmak istenirken, onlar arasında FİTNE toplumları giderek çoğaldı. Şam Valisi olan Muaviye’nin bitmeyen iktidar hırsı SIFFIN savaşında ilk kez Müslümanları karşı karşıya da getirip İslam tarihindeki ilk grupların çöküşünü başlatacaktır.

Prof. Saim Yirem konu için der ki: “… İTTİKADİ mezheplerin tamamı, menşei (kökeni) itibariyle siyasi bir karakterdedir. Çünkü onlar hep fırka (particilik) olarak eski kitaplarda açıkça uluorta yazılmıştır.”

Ne yazıktır ki Mezhepsel gerilim bitmediği bu coğrafyamızda geçmişten gelen ve halen devam ettirilen kavganın günümüzde siyasi oluşumu AKP iktidarıyla idi!!!.

Ancak M.S. 8. Asırda başlatılan bu kutuplaştırmaların zamanla Müslüman olmuş tüm devletlerin yönetimlerinde (her ne kadar Selçuklularda ve Osmanlılar’ın 18. Asrına kadar olmamışsa da) bütün dünyadaki İslam dünyasında farklı şekillerde vardır.

Siyaset, yalan ve iftira üzerine kurulmaz

Kabul edilmek zorundadır ki, İslam kültüründe neyin DİN, neyin AHLAK, neyin ÖRF-ADET, neyin HUKUK, neyin SİYASET olduğunu eğer halen bilmeseydik, ortaya çıkmış olan bu sözde siyasetçileri de anlayamazdık.

Nitekim dini kullanan siyasal zihnin verdiği eğer doğru din zannedersek emin olun ben de bu kez DEİZM kavramını benimserdim. Nitekim Müslümanlık bu dili, bu kabalığı, kişisel hareketi, tek fikri tekelleştirmeleri, yalanı ve iftiraları dinimiz hiçbir şekilde kabul etmez.

Aslen Müslümanlık, elinden ve dilinden kimseye zarar vermeyendir. Akla gelecektir ki: “… Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Üstelik yapamayacağınız şeyleri söylemek, Allah katında çok çirkin bir davranıştır…” der Saf suresi 2-3 ayetlerinde.

Anlaşılmalıdır ki Din ve Siyasetin hiçbir zaman yan yana gelemeyeceğini, eğer illa bir ülke kurulacak ise bunun ancak ahlaki değerler üzerinden olabileceğidir.

Üstelik bu fikirsel kutuplaşmaların, Anadolu’ya gelmeye başlayan ünlü aydınlarından olan YUNUS EMRE çok açıkça söylemişti: “… Sen sana ne sanırsan, uyruğa da onu san, Dört kitabın manası, budur eğer varsa” demek istiyordu ki: Kibirlenme, böbürlenme, üstten de konuşma, sen ne isen karşındaki o, o ne ise sende osun. Kendine ne istiyorsan karşındakine onu iste.” Üstelik Hz. Ali derdi ki: “KİŞİ DİLİNİN ALTINDA GİZLİDİR”

(Devamı 7 Temmuz’da. Ümmetten millete dönüşüm…)

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları