Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Son çöküş ya da diriliş

Devletlerin birebir yaşadıkları olayları ya da kitlesel yönetimlerde değişimler mevcuttur. Evet daha önceki köşe yazılarımda kademeli şekillerde belgelerle anlatmıştık.

Bildiğiniz şekilde, hem de bütün dünyanın emperyal devletlerine rağmen, kitlesel silkinişler sonucu önce "Kurtarıcı, sonra Kurucu" meclisler tarafından demokratik şekillerde belgelerle anlatmıştık.

Süratle medenileşme merdivenleri geçilirken, hem de son yaşamış 2. Dünya Harbi'ne de girmeksizin bugünlere kadar temelleri atılmış bir devletin kalan son kuşaklarından birisiyim. Peki ne oldu da işin böyle suyu çıkıverdi cevabını hiç sormadık kendimize.

Gelin bunu size bütün cesaretiyle söylediği şarkıyla öne çıkmış Selda Bağcan'a bakalım:

"İblis'in talim ettiği yola minnet eylemem."

Evet, ben üç çeyrek asrı geçirmiş biri olarak hem ülkemizin kurtuluşundaki aşamaları ve dünyadaki tüm milletler ile nasıl aynı seviyelere geldiğimizi gördüm, izledim, yaşadım ama hiçbir dönem devletin yönetim aşamalarına tırmanan beceriksizler çıkmadı.

Peki 1973-2023'e kadar neler oldu da aydınların böyle serbestçe aralarına ulu orta giriverenler çıktı. Üstelik o yıl içinde Cumhuriyet'in elli yılı kutlanıyor ve dinleniyordu ki "Müjdeler var yurdumun, toprağına, taşına… Erdi Cumhuriyetim elli şeref yaşına…"

Evet ermişti ama bu geçen yıllarda kimler, neden var olan bu çağa nasıl çomak sokmuşlardı. Üstelik ilk 50 yılda geçen hafta yazdığım gibi iktidar olanların işi sulandırmasını yaşamıştık.

Mesele ülkemizin yönetimlerce tehlikeye sokulma aşamasında yasa gereği, konuya el koyan ordumuz vardı ve bilinen 1960 askerî darbesi yapılmıştı.

Halkımızın topyekûn katılımlarıyla düzene sokulma girişine girilerek, 1961 Anayasası tarihin ve hatta bütün medeni devletlerin çok iyi buldukları 1961 Anayasası'da referandum ile kabul edilip hatta çok az devletlerde var olan Meclis dışında Senato bile oldu.

Üstelik kurucu lider demişti ki: "… Taklit ile tebdil (değişim) ile kanun olmaz. Milletimizin var olan kendine ait yapısından fikrinden çıkarsa kanundur."

Evet öyle oldu, iki yıl sonra devletin yönetimi aynen sosyal devlete ve meclise kavuşarak seçimlerde olmuş ve iktidarlar yönetime el koymuşlardı. Ancak işte bu dönemlerde artık fikren serbest bırakılması hem de çoğu anlaşılmaz, serbestiyet kavramları bu kez gizli ya da açıkça "Soğuk Savaş" yıllar içinde dış güçler tarafından kolaylıkla kışkırtılıyordu, elbette.

Tanıma göre ihtilalci Kurmay Albay A. Türkeş'in artık resmen siyasete girmesi (CKMP) şekliyle partileşmeleri yanı sıra sol yayınlarda patlamalar, kat mülkiyeti ve hızlıca şehirlerde apartmancılık girişimleri. Cezaevlerinde mahkûmların affedilmeleri, Milliyetçilik ve ayrışma kavramları devreye girmişti.

Tek adam Demirel'e karşı muhalefetin siyasallaşma girişimleri sanayileşme dönemine girilmişken işçiler içinde ilk kurulmuş olan Devrimci İşçi Sendikaları başlatıldığı ve de sanayileşmenin getirdiği işçilik hareketleri ve de toplumsal etkileşimlerin giderek gruplaştırılması.

Fikirlerin ve düşüncelerin yayılmasıyla bu kez Devlete karşı öğrenci ayaklanmalarının açık şekilde getirdiği çatışmalar ve de boykotlar dönemi Aydınların üniversitelerin tepkileri Soğuk Savaş girişimi sonucu üstelik NATO'ya hayır girişimlerin artışları.

Toprak işleyenin, su kullananın sloganlarıyla siyasal dünyada çoğalan yeni fikirlerin girişimleri öğrencilerin girişimiyle yöresel isyanların siyasete girişi iktidarların meselelere karşı zayıf kalmasının son konumunda ordunun iktidara hatırlatma mektupları.

1971'lere gelindiğinde Nihat Erim ve ara rejim basit gösterilerin protestolardan, tehdide yönelişi Soğuk Savaş'ın yarattığı Filistin'de El Fetih hareketi adına solcu ve sosyalist aydınların buraya gidişleriyle gruplaşmalar.

23 Ocak 1972'de Atatürk sonrası devam eden lider İsmet İnönü'nün kurultayda kaybedip yerine gazeteci Bülent Ecevit'in gelmesiyle düşünceler diyerek de sulandırıldı.

Türkçülük ve Milliyetçilik akımlarının da silkinişiyle oluşan Milliyetçi hareketler meselesi. Evet Cumhuriyetin 50. Yılı kutlanırken, bu kez yeni bir Cumhurbaşkanı seçimi yaşandı, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Fahri Korutürk, 6. Cumhurbaşkanı olarak seçilmişti. Bu arada Ortanın Solu sloganıyla öne çıkan Bülent Ecevit'in de CHP Başkanı oluşundan sonrası iktidara yönelişi başladı.

Ona göre kuracakları düzende, Komünizmi de Faşizmi de önleyeceklerini vaat etmekteydi. Böylece 73 Seçim bildirgesinde… Ekonomik düzen, sosyal düzen, siyasal düzen, ulusal güvenlik ve dış politikalar artık temel hedefler olmuştu.

O dönemde öne çıkarılmış fikirlerin esasında oldukça ilginç, günümüzde bile aranılan gerçekler var "kalkınma köylü de başlasın. İnsanca demokratik çalışma düzeni." Tabii afetlere karşı planlamalar derken,

"Hakça bir düzen olacak, herkes özgür olup Atatürk'ün Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik ilkelerinde değişmez bir Türk halkında birleşmiş olmak. "Tam 40 yıl sonra ülkemizde siyasete girenler artık bütün böylesine fikren sandıkları gibi din karşıtı düzenciler de tekrar sulandırılmasını hiç istememekteydiler.

İşte bu dönemlere gelindiğinde ortaya çıkan Prof. Necmettin Erbakan'ın siyasete girişi ve Millî Selamet Partisi'ni kurması artık giderek gruplaşmaları getirdi. Yasaklar ise bizi ya dokunulmazlığa ya da korkuya götürür. Dışarıdan gelince korku, içeriden gelince de daha çok saygıya dönüşür. Böyle ortamlarda bağnazlık ise kuşkusuz gericiliğe götürür.

Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçildikten sonra 7 Nisan'da Başbakan Naim Talu istifa etmişti. Talu hükümeti sonrası meclise sunulan şekliyle CHP-MSP koalisyonu Ocak 1974'te iktidar olmuşlardı.

Ancak çok partili döneme geçişten 30 yıl sonra Türk halkı, aydınları birçok değişimleri yaşamaktaydı. Artık siyasal tarihimizde hayal bile edilemeyen yeni bir koalisyon dönemleri de yaşamaya başlamıştık.

Tam 45 yıl sonra aynen, farklı düşüncedeki partilerin devletin son olaylar yaşanırken düzene girmesi için günümüzde açık şekilde gördüğümüz Altılı Masa'da birleşmeleri tekrardı.

Bu arada 1965'lerden beri yaşanmakta olan Kıbrıs'taki Türklere saldırıların getirisiyle artık uluslararası kulvarda mukabele etme hakkımız olan Kıbrıs meselesi gündem olmaya başlamıştı. Bu aralarda yetkiyi de giderek artan girişimi içinde Türkiye Sosyalist İşçi Partisi de kurulmuş oldu.

Bilindiği gibi bu durumda Ecevit'in ve de Erbakan ortaklığında koalisyon hükümeti kararlarıyla 1974 Temmuz'unda Kıbrıs Savaşı'na girilmiş oldu. Sonuç Amerika'nın karşı çıkmasına rağmen başarılı bir zafer olmuştur.

Evet ülkemizde durum nasıldı? Sorusuna hiçbir cevap vermeyip sadece unutuvermiştik. Artık 1961 Anayasası gereği oldukça serbest başlatılan hemen her türlü fikirlerin etkisiyle gruplaşmalar çok daha da bazen iyi, bazen karşıt zararlı hale dönmeye de başladı.

Demirel'in kurduğu azınlık hükümetleriyle artık iktidar olanların devleti yönetme kabiliyetleriyle giderek zayıflamaya başlamıştı. 1977-78'lere gelindiğinde Mecliste sık sık görüşmeler yaşanıyor, fakat içlerinde uyum meselesi bir türlü değerlendirilmiyordu.

Başbakan Ecevit sözlerinde: "… Kentlerimizin sokaklarında kurşun almadan yürünebilir, okullarımızda korkulmadan okunabilir, evlerinde bombalanmadan yaşanabilir duruma kısa sürede getirmek en başta gelen görevimizdir…" denilebilirdi ama bir türlü olamıyordu.

Bütün bunlar yaşanırken, Süleyman Demirel tarafından kurulan MSP-MHP destekli Adalet Partisi hükümeti 26 Kasım'da meclisteki oylamada 208'de ret oyuna karşı 229 oylu güven oyu alıp iktidar olmuşlardı.

1 Mayıs 1979'da Taksim işçi hareketlerinin saptırılmaları… 23 Temmuz'da Filistinli dört gerilla Ankara'da Mısır elçiliğini basıp katliam yapmaları oldu. Aynı yıl Mart ayı içinde yaşanan demir yolları kazası sonucunda 50 kişi hayatını kaybetmişlerdi.

İstanbul'da ise Feneryolu'nda iki tren çarpışınca 40 kişi yaralanmıştı. 7 Aralık 1979 günü İstanbul Üniversitesi Profesörlerden Cavit Orhan Tütengil evinde öldürülmüştü. 18 Eylül 1979 gecesi Adana Yapı Meslek Lisesinin lojmanlarında televizyon izleyen 6 öğretmen öldürüldü.

1980 yılı 1 Şubat günü akşam evine dönmekte olan gazeteci Abdi İpekçi öldürülmüştü. Ülkemizde bütün bunlar birebir yaşanırken, durup dururken ordu neden darbe yaptı sorusunu hep sormuştuk.

Oysa Anayasa'da açıktır der ki, "Devlet içeride ve dışarıda tehlikeye girerse, onu kurtarmak ordunun asli görevidir" deniyordu. İç olaylarda, asayişi korumakla da görevli olan polis teşkilatı bölünmüş, cemiyetleşmiş ise süresi biten Cumhurbaşkanı seçimi 4 ay boyunca yapılamıyorsa, artık seçilmiş Meclis kadük (işleyemez) olmuştur.

Aslında 20 yıl önce birebir yaşanmış olan 27 Mayıs 1960 darbesi ne ise 1980'de 12 Eylül günü her tarafıyla aynı şartların ülkede yaşanan sonucu olarak çıkmıştır.

Demek ki, halkımıza, 1961 -dünyanın en geliştirilmesi olan- Anayasası galiba bir numara büyük gelmişti, henüz hazım etmeye bile müsait değillerdi sanki. Çünkü demokrasilerde gerekli olan görevleri yapmak yerine, kendi aralarında kutuplaşıp kavga etmeyi daha çok sevdiler. (Aynen bugün siyasetimizin iktidar kadrolarında olduğu gibi)

Ülkemizde yeni yeni türetilmeye başlayan ve adı TERÖRİZM olan kavramların albenileri artmaktaydı da millî şuurdaki yeniden doğan zayıflamalar. Ekonomik sebepler, eğitimde yozlaşmalar, psikolojik sebep uluslararası dengelerde değişiklikler. İstismara müsait hale gelen toplumsal sorunlar, Çıkar çatışmaları ve güvenlikte yasal boşluklar vb. mevcuttu.

Ordu 2 Ocak 1980'de iktidara uyarı mektubu yollamıştı. Üstelik Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün süresi 6 Nisan'da bitmekteydi. Acilen meclis tarafından bir aday gösterilip seçimlerin yapılması gerekiyordu.

İşte bütün bunlar devletin yönetiminde artık çözülemez hale gelmiş ise ordu zorunlu olarak tam bir yetkiyle el koymak zorunda kalacaktır. Öyle de oldu ve 12 Eylül 1980 günü askerî darbe yapılmıştır.

1961 Anayasasına göre TBMM'ye verilmiş olan bütün yetkiler Millî Güvenlik Kurulu'na teslim edildi. 2017 seçimlerinde onca anayasadaki eklemelerin sonucu, sözde Başkanlık sistemi var ise burada alınacak kararlar, tek kişinin uyguladığı OHAL sebebiyle, icra organı hükümetin kullanmak için çıkaracağı "Kanun Hükmünde Kararnameler" olabilirdi. Öyle de oldu, sanki tarih aynen tekrar ediyor gibi.

Değerli okuyucularım, köşe yazımızın başında söylediğimiz gibi bütün ülkemiz SON ÇÖKÜŞÜ'nü ya da aynen yüzyıl önce olduğu gibi SON DİRİLİŞ'i 14 Mayıs'ta yapılacak genel seçimlerde yaşayacak mıyız dersiniz?

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları