Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Şimdi neyi arıyoruz?

Değerli okuyucularım Devletleri yöneten liderler için ünlü tarihçilerden sayılan İbni Haldun tarzında gerçekleri çıkaracak "sebep-sonuç" temeline dayalı sorular hiç sorulmamıştır.

Özellikle ülkemizin coğrafi koşulları, devleti meydana getiren halkın sosyal durumları, kültürel konumları, ekonomik dayanışmalarını da esas sayıp diğer devletlerin konumlarıyla açık şekilde zorunlu kılan ordu güçlerinin bilgisini topyekûn bilenlerin arasından bakabilirdi.

Genellikle aynı dili konuşan, aynı dini ananca sahip olan ve de törelerini, geleneklerini paylaşan, yıllardır sahip oldukları çoğulcu tarih ve kültür mirası olarak koruma ve geliştirme savına sahip olan toplulukların halen kaybolmamış haliyle içindeyiz…

Bilinmelidir ki kendisi için yaşamayan, başkaları için yaşamaz. Kendisine dost olan, biliniz ki, herkese de dosttur. Ancak doğruların dışında olan iki tutku vardır… "Öfke ve kin" birbirleriyle şu ya da bu sebeple düşman olmuş sözde iki dost arasında vicdan rahatlığı içinde kolay yaşama imkânlarına da yer yoktur.

8. asırdan itibaren bilindiği gibi Dört Halifeden sonra kendilerince Halifeliği dincilik siyasetine dönüştüren EMEVİLER döneminde, gerçek İslam dininin ise yozlaştırılmasını önlemek adına Medreseler açılmıştı.

Ancak, bu hedefe yönelen, bilinen bilim insanları dışında köy mektepleri tarzında türemeye başlayan TARİKATLAR ve daha sonra MEZHEPLER türetilmiştir. Buralardaki tarikatlarda öne çıkmış ve daha çok cahil gruplara sözde dersler veren saygın kişileri ŞEYH unvanı verilmeye başlanmıştır.

Horasan''dan Anadolu''ya, Bağdat''a kadar uzanmış olan Yüksek İhtisas Okulları olan Medreseler de mevcuttu. İşte bu medreselerdeki eğitim alıp hoca (ya da öğretmen) olanlara da sadece İMAM ya da Başimam denirdi.

Örneğin Horasan''dan Muhammed Mutaradi''ye İmam-ı Azam Ebu Halife''ye Gazali''ye Hace Ahmet Yesevi''ye Anadolu''daki yetişen öğrencileri Tabduk Emre''ye, Yunus Emre''ye, Mevlana Celaleddin''e, Sarı Saltuk''a, Hacı Bektaş Veli''ye, Hacı Bayram Veli''ye vb.''lerine hiçbir zaman ŞEYH unvanlarını kullanmamışlardır.

Çünkü onlar, hem bilimin ve hem de insanlığın en temel esaslarını irdeleyen insanların doğruların etrafında toplayıp çok zengin İslamiyet bilginlerinin doğrularıyla bildiren ve gerektiğinde kitaplaştıran insanlardı.

Osmanlı döneminde yalnızca Dini bilim adıyla öğrenip yönetim esasında önceliği olan ŞERİAT''ın esaslarını takip eden, başa gelenlere ŞEYHÜLİSLAM dendi. Bunların dışında Şeyh unvanını kullanıp onu daha çok cahil gruplar arasında kendilerini bu kez devletin dincilik siyasetinde kullananların da öne çıkanlarını şeyhler denilmeye başladı 19. yüzyılda.

İşte bu değerlendirmelerden yola çıkarak bugün Türkiyemizi yönetmek için hiçbir zaman ŞEYHLİK adını dinsel açıdan öne çıkarıp başa geçmek mantığı laiklikte hiç yoktur.

ŞİMDİ REİS Mİ ARIYORUZ?

REİS tanımı aslında 13. asırdan itibaren Batı Anadolu''ya göçlerle gelip denizciliğe yönelen Türk milletinin Ege kıyılarında ve daha sonra Marmara''da gemileri ve de leventlere komuta edenlere Kaptan yerine REİS denirdi 19. yüzyıla kadar.

Reis Çaka Bey, Kemal Reis, Piri Reis, Seyd Ali Reis, Oruç Reis, Hızır Reis (Barbaros) vb.''lerine denilip saygın ve seçkin insanlar, deniz kuvvetlerindeki komutanlardı.

Osmanlı dönemi Sultan II. Beyazid döneminde Akdeniz ve Ege''ye hâkim olabilmek için Akdeniz korsanlarından ünlü Kemal Reis ve yeğeni Piri Reis''e kuvvetli bir donanmada harp gemilerinin inşasına müsaade ederek, 1496 yılında Kasımpaşa Taşkızak Tersanesini açtı.

İşte bu tarihten itibaren, artık Haliç merkezli gemilerin komutanlarına REİS denilirken onların askerî yetenekleri ve teknik her türlü bilgileri ve tahsilleri mevcuttu. İşte bu dönem içinde özellikle Lale Devri yıllarında bu kez başlangıçta halk arasındaki gizli ve açık gruplar kurmuş Yeniçerilerin başlattığı kabadayılar çıktı.

İşte bu tahsilsiz, fakat cahil grupları istedikleri gibi yönetip talanlar, gasplar yapıp gelen imkanlarını kendilerinin yanında köle gibi çalışanlara dağıtırlardı. Kasımpaşa Kabadayısı Reisi, Beyoğlu Reisi, Eyüp Reisi, Üsküdar kabadayıları gibi.

BEYLİK, HAKANLIK, İLHANLIK VE PADİŞAHLIKLA GELEN LİDERLİK

Liderlik, sadece sahip olunan otoriteyi kullanmak değildir. İnsanları millî şuur çatısında güçlendirmek ve hakimiyetini benimsetmek özelliğidir.

LİDER, sözcük anlamıyla "Herhangi bir kuruluş ya da siyasi örgütün başında bulunan kimse veya önder" diye yazar lügatlerde.

Fakat gerçek anlamıyla liderlik her şeyden önce kabul edilir önder olmak hali ve de yaşanılan bu şartlarda çok zengin kişisel nitelikleri, becerileri ve de bilimsel kültür zenginliğini, kitlesel etkinlik gücü olup en önemlisi ise özellikle toplumun geleneksel değerlerini, törelerini ve millî hedeflerinden taviz vermeyecek kadar milli şuura da sahip olmayı zorunlu kılar.

Çünkü liderler çoğunlukla da liderlik vasıflarıyla birlikte doğarlar ve de zamanla edindikleri iyi ve kötü şartları birebir yaşayarak basamaklardan geçerler. Sonra da yeterli aşamaları geçip içinde bulundukları insan kalabalıklarıyla öne doğru itilirler. Hatta kendileri de pek de bunu istemeseler bile yönelişi engelleyemezler…

İnsana normali gösteren "ilim", orijinali yaratan da "deha" olduğu gibi "ideali" tanıtan da "ahlak"tır. Deha, kıymetçi ilimin üstündedir, zira ilim usul araçları ile yapılır ve bu açıdan da herkes çalışarak az ya da çok ilim sahibi olabilir. Fakat "deha ve liderlik" fıtratın (yaradılış) vasıtası onların ilhamlarıdır, duygularıdır ve de asıl olanlar aslında bunların temel oluşumuyla meydana çıkarlar.

20. yüzyıl başından beri özellikle de toplumların yönetim biçimleri için "siyaset" denilen halkları idare etme sanatının en üst zirvesine ulaşanlardır, liderler. Çağımızda ise LİDER denilmesi mantıklı bir anlatım biçimidir. Bilinen şudur ki, yüzlerce yıllık insanlık tarihinde bunlara çok rastlanır. Ancak 19. yüzyıl sonlarına kadar toplumlaşan kitlelerin idare/yönetim biçimi genellikle MONARŞİ düzeni olagelmiştir.

Eski Çin''de "Shang" ya da Yung dedikleri hanedanlar hüküm sürerdi asırlardır. Hindistan''da "mihraceler" ya da hükümdarlar bulunmuştur. İç Asya ya da Orta Asya coğrafyasında yaşayan Türk topluluklarının genelde göçebe olduklarından kabilesel yaşamlarında gruplaşmalar olunca aşiret beyleri çıkar. Kısmen ''bey'' olarak da tanımlanırdı.

Toplumlardaki grubun oluşmasında ve gruptaki üyelerden biri, diğerlerinden daha faal roller oynamaya başlar artık. Böylece de diğer üyelerden daha çok saygı ve hürmet gören kişi artık üyeler üzerinde bir hakimiyet kurmuş olur. Bu durumlarda ise lider öncelikle grup üyelerini, etkinlikler sonucu grup üyelerinde diğer görev alanları etkileşecektir.

Konuları itibarıyla resmî liderle (alışılmış ülkeyi yöneten kral, şah, padişah vb.) zaman içinde şartların ortaya çıkardığı liderleri birbirinden ayırmak gerekir. Şeklen resmî liderler güçlerini üst görev aldıkları resmi kurumlardan alırlar, hatta başarısız olurlarsa topluma etkinlikleri için topluma baskı da uygulayabilirler.

Öğrenmeyi aşırı düzeyde severek, sürekli merak içindedirler. Cesaretle korkularından kaçmayıp benzersiz olmayı yeğlerler. Yakın ilişkilerinde hayalci ve de enerjik olurlar, çekinmeden sorumluluk yüklenmek alışkanlıkları olup sebat ve sabır etmek suretiyle gerçek hedefte başarıların sürekli peşindedirler.

Değerli okuyucularım, yaşadığımız bugünlerde eğer ülkemiz, Devlet yönetiminde vazgeçilmez sayılan kurumlarımızdan başında olan MİLLÎ olan HUKUK-MİLLÎ EMNİYET-MİLLÎ EĞİTİM ve de Ekonomik sıkıntıların içindeysek, o zaman aramakta olduğumuz LİDER modeli nedir, diye sorduğumuzda, karşımızda 20. Yüzyılın da tartışılmaz liderlerinden sayılan MUSTAFA KEMAL ATATÜRK''e ya da onun düşüncesine benzerlikleri olanları galiba seçmek ve iktidara getirmek zorundayız, sanırım…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları