Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Osmanlı’da halk-aydınlar ve bürokrat kadro uyanışı

Milletin ruhunu teşkil eden şuuraltı unsurlarının etkisiyledir ki, bir ırkın bütün fertleri birbirine benzerler. Bu millet bireyini birbirinden ayırt ettiren şey, ahlak, terbiye ve istisnai durumlarda doğabilecek değişim dürtüleridir elbet.

Ancak birbirlerinden ayrı binlerce kişi günün birinde bazı şiddetli olay ve heyecanların mesela bu kez titreşimler sonucu sarsılan toplumun içinde doğan “Millî olaylar”ın tesiriyle bir araya gelerek, bu kez psikolojik etkileşimler ile kitle kolayca doğar.

İşte ilk kez “Kuvay-ı Millîye olgusunu yaratan Türk halkının kitlesel atılımlarındaki unutulmaz zaferlerin zeminini hazırlayan beklenmedik şekilde yoktan yaratılacak Kurtuluş Savaşı’nın imkansızlıkları hiçe sayarak çıkış kapısıydı.

İşte Devlet kadrolarının aydınlatılması için gelin Ege bölgesi Denizli’de çok yüksek Osmanlı devlet makamlarında olan Müftü Ahmet Hulusi’ye bakalım. Orada Belediye başkanı Tevfik Bey, Adıyaman Müftüsü Ali Bey, Buldan Müftüsü Ahmet efendi, bölgedeki önemli mutasarrıflardan olan İsmail efendi ile 15 Mayıs gece sabaha kadar İzmir’in işgalini konuşur, yörelerden haberler alırlar.

İstanbul’da ise henüz ses çıkmazken gizli ya da açık Yunan istilalarına karşı gecenin ertesinde hep birlikte örgütlenme kararını alıp sabah namazından sonra yola çıkarlar. Ancak halkın da etki altına almasını sağlamak için Devlet adına tam yetkili Denizli Bölge Mutasarrıfı (Kaymakamı) Faik Öztrak beyi ziyarete giderler. (Evet günümüzde CHP sözcüsü aynı adıyla Faik Öztrak aslen 100 yıl önceki kaymakamın torunudur.)

Hep birlikte gittikleri Kaymakam beyi, ziyaretleri sırasında başı çeken Ahmet Hulusi, onların ve kendisinin sebeplerini titreyerek açıklamaya başlamıştı:

“… Mutasarrıf Bey Bab-ı Ali Hükümeti Mondros gereği gelmekte olan işgal kuvvetlerine karşı şimdilik karşı koymayı da yasaklıyorlar. Ancak, elbette ki siz ve ben burada Devletin üst kademe memurlarıyız.

Fakat bildiğiniz gibi hükümetimiz şeklen düşman esareti altında olup bu şartlar da Padişah ve Halifemiz gerektiği gibi rahat hizmet verecek durumlarda değillerdir. Diğer memurlardan esir alınanların ise diyecekleri şu ya da bu faktörler ve verecekleri emirler, bizler, hele hürriyetini kaybetmeyenler için bağlayıcı değildir.

Sayın Mutasarrıfum, işte bu bakımlardan Hürriyetini sahip olmayanların, verecekleri Din Fetvasının dahi muteber (hatırı sayılır) olmayacağı malumlarınızdır. Milletimiz artık haysiyet ve namusunun müdafaası kararına gelmiştir… Siz kuşkusuz şerefli ve haysiyetli birisiniz, gelin bizlerin amirlerimiz olarak bizlere engel olmayınız.” diyordu kahvelerini içerlerken.

İşte gerçek Kuvay-ı Milliyenin devlet katmanı içinde gizli ya da açık başlama atılımının esasları da budur. Buna da açık biçimde MİLLÎ KÜLTÜR ŞUURU denir. Mutasarrıf onları yaşlı gözlerle kucaklayıp önceleri sakin ve mutedil olmaya çağırmaktayken bu defa da emrindeki gerekli memurlara serbestiyet iznini hem yazılı hem de sözlü olarak vermeye başlamıştır.

Evet 17 Mayıs Cuma günü artık Denizli’nin bu büyük meydanında durmadan söylenen sözlerin sonucunda halkın toplanarak gelmesi bir bayram havası olmuştu. Cuma namazından çıkan cemaatle birlikte meydana gelmekte olan Müftü A. Hulusi hoca, eline aldığı kutsal Sancak-ı Şerif’i sallayıp tutarken, kurulmuş taştan sedirlerin üzerine çıkıp tarihin ünlü konuşmasını yapıyordu.

“… Muhterem Denizliler… Dün sabahın erken saati İzmir’i bildiğiniz düşman Yunanlı askerleri işgal etmeye başlamışlardır. İşte buna karşı duyarsız ve hareketsiz kalmak açık biçimde din ve devletimize hakarettir, hatta hıyanettir.

İşte bu şartlarda CİHAT tam manasıyla teşekkül etmiş bulunmaktadır. Şimdi Denizlimiz farize (mecburen) olarak artık karşımızdaki çıkarılanlar, aslında da dünkü tebamız (bizlerin idaresindeki azınlık Yunan). Bizler Yunanlıları, 1. Dünya harbi sırasında hiçbir zamanda mağlup olmuş değiliz… Onlar ise büyük devletlerin casuslarıdırlar, bunu doğrularıyla da bilesiniz.

Şu anda bizlerin silahları olmayabilir, ancak topsuz, tüfeksiz dahi olabiliriz… Fakat bu durumlarda dahi olabiliriz elbette… Fakat bu durumlarda ise her zaman ve hiçbir zaman mağlup olmuş durumlarda da değilizdir. Ele geçen sapan taşları bile yeterlidir.

Cemaatler, sizlere, vatan topraklarımızın işgaline kalkılan yörelerde düşmanlara karşı, hiçbir zaman karşı koymayınız… diyenlerin verdikleri, dedikleri “emir ve fetvaları” aklen ve de Şer’en caiz (şeriatça doğru değildir) makbul ve muteber değildir.

Artık meşru (yasal) olan vatan topraklarımızın müdafaası için verilecek olan Cihat’tır. İşte sizler ise bu durumda ben bölgenin baş müftüsü olarak CİHAD-I MUKADDES FETVASI” (Kurtuluş savaşı dinsel buyruğu)nı buradan bütün Müslümanlara ilan ve tebliğ ediyorum…”

Cenab-ı Allah Hak getire…

Ahmet HULUSİ

Denizli Bölge Müftüsü

İşte ülkenin yenilip, işgaline başlandığı dönemler içinde hem de yasal biçimde başlatılan Kuvvacılık şuuru bundan başkası olmadığını, halen bile bilmemekteyiz.

Ne yazık ki ülkenin yeniliş ve yıkılış günlerinde hemen silkinişi kimlerin başlattığını bilmeden, en azından sadece üç ay sonra Ege’de Efelerin, güneydoğuda Sütçü İmam’ın ve diğer Çerkez Ethem’e kadar giden süreci sadece satırbaşlarıyla destanlaştırmak eksik ve yanlıştır.

Eğer halk olarak kenti atasal törelerinden kopmuş değillerse, en azından kendince, sonra mahallesinde ve yörelerinde peş peşe çoğalan SİLKİNİŞ’ler olacaktır. Kuşkusuz başlangıç dönemlerinde, düzenli, donanımlı, teşkilatlı ve genelde deneyimli komutanları, reisleri olmayan sadece fikirsel görünüş mantığı olarak çıkar.

O zaman karşımıza çıkan soru şudur. Henüz işgal konumuna gelmiş devletin, ülkesinin dağıtılmış orduları yok iken, kuşkusuz ilk etapta halkın önce silkinişini sonra dirilişini başlatırsanız, kendi arasında da orduyu bilenlerle asker ve subaylar yeni bir kuruluş ordusu oluşturacaklardı.

Son 10 yıldır sözde muhalefette yanlışlar

Karanlıkta aydınlık gibi, gerçekler ile yalanlar sık sık yer değiştirebilir. Aslında ahlakla nitelenmiş olan tutum ve davranış seçkinliğiyle düzenlemeler insanların değerini özetler ve simgeler elbette.

Sözde dışarıdan çalınma, anlamı da hiç bilinmez varsayımlarla kısaca düşünenler, sanki yeni bulunmuş kutsallar gibi, bayrak yapılıp halkına sunulması oluyor. Hatta elli yıl önceleri başlatılmış Soğuk Savaş dönemi kalıntıları olan sözde “Solculuk, sağcılık, dincilik” vb. sloganları öne çıkarıp kutuplaşmaları da getirmek olur.

Öne çıkanların lider ya da reis dediklerinin de savlarında perde arkası olarak gerçeğinin DESPOTİZM olarak karşımızda buluyoruz. Asırlar önce Bizans’ın bize armağan bıraktığı bu deyim: “Tehdit ve cezalandırma yollarını kullanıp iktidar gücünü elinde tutan fanatik mutlakiyetçiler” olarak bilinmektedir.

Konumuz olan KUVAY-I MİLLİYE ve bir de sözde de kendilerini ATATÜRKÇÜ sayanların gerçekleri nedir?

1- Bugün yaşadığımız dönemlerde iktidara karşı muhalefet yapmak isteyen aydınlar ya da siyasetçilerin sık sık “Ben Kuvvacıyım, Kuvay-ı Milliyeciyim…” deyişlerini sanırım sık sık duymaktayız. En azından yüzde seksenini bu kavramın yüzyıl öncesindeki oluşumu hakkında da hemen hiç bilgileri yokken, sadece kahramanlık öyküleri fanatizmi ile kendilerine etkileyici yandaş bulmaktır düşünceleri.

Oysa köşe yazımızda gerçeklerini satır satır sizin okuduğunuz gibi burada temel olarak 5 basamak vardır. 1- SİLKİNİŞ, 2- DİRİLİŞ, 3- DEĞİŞİM, 4- KURTULUŞ, 5- KURULUŞLA BAŞLATILAN CUMHURİYET ve DEMOKRASİ olmalı. Bu terimi kullananlar, sadece birincideki silkinişi bayrakları yapıp aradakileri atlayıp birden Cumhuriyet’e geçerler.

Oysa günümüzden örnek alacak olursak, gerçekte uyuyan laikler, uyanık yobazlara sadece basamak olur. Oysa milletin geleceği sadece dincilik adını kullanıp öne çıkarılan dualarla değil, iyi ahlaklı, düzenli ve laik yönetimlerin ülke ve milleti için çalışmalarıyla mümkün olabilir.

2- ÇOK KULLANILAN ATATÜRKÇÜLÜK SAVI: Ben fikren, aslında tam anlamıyla Kemalist düşünceyi yeğlemişimdir. Oysa sadece Atatürkçüyüm diyenlerin ise yüzde sekseni, 1934’te meclisten çıkarılan Atatürk unvanının öncesini, Selanikli Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ve ülkeyi nasıl, ölümler pahasına kurtarırken, devrimleri hangi konumlarda yaptıklarını genel olarak hemen hemen pek bilmek istemezler.

Sadece “Ben Atatürkçüyüm” demeyi yeğlerler ve aslında onun da hiç benimsediği gibi bir farkla Tanrı yetisi yaratıp kendilerince putlaştırmak mantığıyla geçinirler. Bu ise halktan tamamen kopuşları kolaylıkla getirmişti.

Bu kavramın DP dönemi 1954’lerden itibaren öne çıktığını ve halkın kutuplaştırılmasına gidilişinin aslı da aynen budur.

Biz sözde aydınlar olarak ülkemizin böylesine de yüzyıl önceki sarsıntılı, hatta çöküşü getiren ekonomik çıkmazlar içindeyken, kendi kendimizi kandırarak bu kez kendi geçmişini bile tam olarak bilmeyen, bilmelerini istemeyenlerce sindirilmiş halka, onu dilinden konuşmak yerine, onu yönlendirenlerce, Kuvvacılar, Atatürk gavurdu, dinimizin düşmanıydı, rakı içerdi, diyenlere karşı hiçbir şekilde çıkışınız, inandırıcı olmayacaktır.

Köşe yazımızı bitirirken, bu düşünceler nereden çıktı demeyin. Günümüzdeki devleti yöneten AKP iktidarının İslam Siyaseti’nin içinde 1300 yıl önceki Emevi mantığı vardır…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları