Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Neredeyiz? Yıkılmadan beraber nereye gitmeliyiz?

Değerli okuyucularım, düşünmek ve söylemek kolay, fakat yaşamak hele başarıyla yaşamak ve de sonuçlandırmak ise çok zordur… Üstelik düşünceye gem vurmak, zihne de gem vurmak demektir. Bu ise rüzgârı da zapt etmek gibidir.

Artık günümüzde yüzüncü yılını tamamlamış olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ikinci yüzyıla nasıl gireceğinden halen bile ülkede yaşayan 85 milyon tarafından anlaşılabilmiş değildir? Çünkü her nedense, bireysel olarak insanları sevme ve karşılıklı dayanışma kavramından uzaklaştırılmamıştır.

Oysa bütün Batılı denilen ülkelerin hemen hepsi, bitmekte olan 620 yıllık son Osmanlı İmparatorluğu Türk devletinin yıkılış aşamasında, yeniden kitlesel direnişlerin sonucu ölümler pahasına doğuşunu gördü. Sonuçta tüm devletlerce müştereken onları tescil etti. Lozan''la birlikte sonra da onların yeniden dirilişi her türlü yokluklara rağmen düzene soktuklarının tescil etmişlerdir.

Hem de bu öylesine tescil edilmiştir ki, örneğin Fransız düşünür Georges Bunamel La Turquie adlı kitabında bunu çok iyi yazmaktaydı:

"… Ne Cromwell, ne Robespier, ne Lenin ve ardından gelenler, önderlik ettikleri ulusu bilim felsefesi, düşünce yöntemleri, kısacası geleceğini değiştirme yoluna götürmeye kalkışamamışlardır…

Görülmüştür ki, Türkiye, Mustafa Kemal''in itmesiyle kendisine yalnız becerikli işçiler, teknisyenler ve mühendislerin yeterli olmadığını belirler. Tersine, işlere asıl yön veren bilim filozoflarına, yöntem kurucularına gereksinimi olduğunu kavradı. Mustafa Kemal böylece bütün insanlığın ise içinde çırpındığı uygarlık bunalımının temel sorununa, yani çağdaş bilimin sağladığı güçlü teknolojinin nasıl kullanılacağı sorununa en geçerli yaklaşım ve dayanışmaları getirmiştir."

Asıl olan soyun gelişerek düzelebilmesi içinde temel işlevini üstlenen öncelikle bireylerin aile yapısıdır. Toplum içinde özgürlük adalet ve güvenliği, başka toplumlara karşı bağımsızlığı sağlamak işlevi zaten asıl Devlet ve hükümet kurumunda saklıdır.

Nitekim yeni kuşakları ve genellikle de toplumca üyelerini toplumun kültürüne, bu kültürdeki ilerleme ve değişimleri de içerecek biçimde hazırlama işlevi olmalıydı, bu da yüzyıl önce temelleri atılarak oldu. Peki şimdi de aynı arayışların merdivenlerinde miyiz?

110 yıl öncesinden tarihsel yaşanmış örnekleri verirsek, hemen hemen aynı sarsıntıları görmekteyiz. Nitekim Kurtuluş Savaşının daha başlangıcında öne çıkan lider, Osmanlı generali Mustafa Kemal mecliste dinleyenlere kendisi ve devamı için diyordu ki:

"… Adımızı koyalım… Adımızı bilelim, bizler Kapitalist miyiz? Sosyalist miyiz? Bolşevik miyiz? Düşünüp, adımızı da bilelim…" İlk meclisteki sözü:

"… Efendiler… Değişmelerin durgun ve değişmez kuralları olmaz… Onun için bizler benzememekle ve benzetmemekle, övünmeliyiz, kendimiz olmalıyız…"

Evet mayası ve hamuru bu bilinç ile kitlesel birliktelikle kurulan bir Türkiye Cumhuriyeti oldu. Peki yüzyıl önceki Anadolu merkezli, Asya merkezden asırlar boyunca gelip, yüzde 80''i cahil kalmış halkının bu değişim fikirlerini nasıl anlayabilecekti:

Ancak asıl olan insani anlayışlarını, onların asırlardır sürmüş atasal törelerin, alışkanlıklarını ve inançlarını kabul ederek, aynı dili konuşmak oldu. Büyük liderin Meclisteki devrimler için söyledikleri arasında bunlar çok önemli olduğunu ne yazıktır ki halen bilmedik.

"… İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirinin boğazına saldırtmak, insanlık dışı ve son derece üzüntü verici bir sistemdir.

İnsanları mutlu edecek tek araç, onları fikrinde birbirine yaklaştırmak, onlara birbirlerini sevdirmek, karşılıklı maddi ve manevi gereksinmelerini gidermeye yarayan davranış ve güçlerdir.

Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu ancak bu yüksek ülkü (idealler) yolcularının zamanla çoğalmasında ve başarılı olmasına bağlıdır…" diyordu Kurucu lider.

Milletler tarihinde ülkeleri şu ya da bu şartlar altında yıkılma merdivenlerine de gelebilirler, bunun hem dünya tarihinde ve hem de asırlar öncesinden beri kurulup, yıkılmış Türk tarihlerinde birçok örnekleri var. Ancak toplumları yöneten, Asya merkezli asırlar önceki tanımlarda, Türkler ona Başbuğ, büyük bey ya da Hakan derlerdi. Ancak Hakan temelde ne olmalıydı?

"… Büyüklük odur ki, kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın… Ülke için gerçek ideal neyse, onu temelde görecek ve o ereğe yürüyeceksin… Hemen herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Ve de herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır…

İşte sen burada dayanıklı (dirençli) olacaksın. Hatta önünde sonsuz engeller yığılacaktır… Kendini büyük değil, küçük, araçsız, hatta hiçe sayarak ve dahi kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri korkmadan aşacaksın. Ondan sonra sana "Büyüksün" derlerse, bunu diyenlere güleceksin…"

Evet değerli okuyucularım, köşe yazımızın başındaki "Neredeyiz? Nereye gidiyoruz"un aradığımız sonucu işte bu kavramları özümleyip, birliktelik kurmaktır.

Evet medeniyet yaşanmış son iki yüzyıldır hemen hemen bütün dünyada gelişerek, giderek benimsenmeye başladı. İnsanlar için yeni gereksinmeler pek şiddetli bir biçimde kuşkusuz yeni yeni düzenlemeler ve uyumlar ister. Aksi halde gerisinde kalmak çok kolaylaşır.

Bu düzenlemeler yapılamaz, yeni yeni içtihatlar (değerlendirmeler, kanunlar v.b.) ile o gerekler giderilemez ise, ulus zamanla kötürüm de olur. Bu kez ilerleme ya da çağdaşlaşma alanında bir adım atamayarak olduğu yerde sayar kalır, belki de gerileyebilir.

İnanç kavramında ise dinin amacı, sağduyu sahiplerini kendi seçimleriyle dünyada ve ölümden sonra mutluluk ve esenliğe eriştirecek amaçlara da yönelmektir. Aslında din Müslümanları dünya işlerinde bu ereğe ulaşmaktan alıkoyacak hiçbir şeyi buyurmamıştır.

Hz. Peygamber, "Dünya işlerine kendi akıllarının daha çok ereceğini" belirterek, kendi akıllarını dünya işlerinde özgür bırakarak bu gerçeği Müslüman topluluğuna öğretmiştir.

İslam dininin onurla sürüp gitmesi, Müslümanların mutluluk ve gönence ulaşması, böylece yeni düzenlemeler yapma yolunun açık olduğuna bağlı üstelik yeni düzenlemeler yapmak ise hemen her çağda Müslümanlar üzerine düşen insani ve kesin bir görev olduğunu, halen bile anlayabilmiş bile değilizdir.

Temel hatlarıyla baktığımızda asıl olarak İslam''da dinsel baskı hiç yoktur. Ne yazıktır ki zaman içinde Emeviler örneği, saçma inanç kavramları da İslam dünyasını tutsaklık altına girmesinde de cahiliye mantığıyla çok kolay zemin bulmuştur.

Böylece de saçma inançlara bulanmış bir din, kültür ve düşünce sahiplerinin vicdanına da seslenemez. Bakıldığında ise daha çok tembelliğe sürüklenen bu tür inanç, bu çalışma çağında ona bağlı kalanların yok olup yıkılmalarından başka bir sonuç getiremez.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları