Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Milletimizin yaşadığı deprem... Peki yanlışımız var mıdır?

Değerli okuyucularım, bizim devletimiz de vardır kuşkusuz. Ancak bu milletin toplumsal birlikteliklerle kurulmuş Cumhuriyetin devamıdır.

Hatırladığım kadarıyla Dr. Taner Tatar der ki:

"… Töre ulu bir çınar olan devleti ayakta tutardı. Onu heybetli kılan ve de güçlü yapan işte bu köktü. Bu kök ne kadar derinlere dayanırsa dayansın çınar ise o kadar büyümüş ve de o kadar güçlü dayanıklı hatta heybetli olur yıkılmada durmak için…"

Ancak devletin ülkeler arası devletler tarafından tescil edilerek kabul edilmesiyle bütünlükler kazanılmış olur. Asırlar öncelerinden beri süregelen bu Asya merkezli Türk halkları bugün neden kitlesel olarak sarsıldık.

Yer küredeki başka topluluklara göre birçok yönleriyle önde olan topluluğumuz hak etmediği bir yetersizlik ve de kötü bir kadrolaşmış sistemin açıkça ya da ne yazıktır ki esiri olmuş durumdadır.

Geçmiş tarihimize bakacak olursak, belki de "Tarım devrimini" doğru biçimde yapmadık. Dahası da bilimsel açıdan önemli olan mühendislerimizin ve de doktorlarımızın zaman içinde dışarı çıkmasını bile çok açık olduğu halde engelleyemedik.

Tarım için zorunlu olan köylüyü gereği gibi zaman içinde eğitemedik. Hatta günümüzde bire bir yaşadığımız konu için zorunlu olan "İnşaat Sektörünü" ilgili, bilgili mühendislerden çok, konuların içine de açık biçimde haydut ruhlu insanları sırf yandaşları olduklarından dolduruverdik.

Bütün bu olanların dikkate alınması ve yaşadığımız ülkenin işleyişini seçilmişlere veyahut da tayin edilmişlere değil, gerekirse seçenlere de bırakmak gerektiği çoklukla ortaya çıkmaktadır. Aslında yurttaşlık 4 yılda bir sandığa gitmek değil, ülkede her an ne olup bittiğini halk olarak kontrol edebilmektedir.

Anlaşılmaktadır ki, bu gelişimlerin yeterince derlenip, düzenli şekilde kullanılamamış olmasının yarattığı hem de asırlardır var olan ülkemizin topraklarının özelliklerini dahi yeterince bilmediğimizdendir.

Üstelik en azından yirmi yıl öncelerine kadar Dünya ülkelerinde halkının kendisini rahatlıkla her şekilde doyuracak yedi ülkeden birisiydik, demişlerdi. Önce var olan hayvancılık ve tarımı ülkedeki kadrolar açık biçimde yok etmişlerdi.

Bunun ötesinde giderek büyüyen şehirlerde ise zorunlu olan planlama ve kanun hakimiyetleri açıkça uygulanıp takip dahi edilememiştir. Böylece de asıl sayılan inşaat sektörü sanatçı mimarlar, iyi mühendislerden çok, çabucak iş bitirici ve hatta haydut ruhlu çıkarcı insanların kadrolaştırılmasını getirdi.

Daha önceki yazılarımda ısrarla bahsettiğim gibi devlet yapısına Siyasal İslamcılık mantığını asıl almayı amaçlayanların kuşkusuz en önemli girişimi varola gelmiş devletin kurumlarını yeterince ürkütmeden yozlaştırıp kendi çıkarlar için onlara göre liyakatli aslında Mukaddesatçı-yandaş kitlelerle doldurmak sonucunda bahsi geçen inşaatların gerekirse temelini bile yıkacak kadar rahatlıkla oturtturulabilirdi, sonuçta aynen böyle oldu.

Peki neden böyle olduk?

Değerli okuyucularım, ne yazıktır ki bizim hem asırlardır süregelmiş tarihimizde halkımız ve gençler grup olarak fikir olarak böyle gelememişlerdi. Konu için gelin Osmanlı İmparatorluğu devletinin son yıllarına bakalım.

"Kabul edilmelidir ki en iyi gençler kendisinden ziyade mensup olduğu toplumu düşünen onun da varlığının ve umutsuzluğunu korunmasına hayatını verecek insanlardır, gençlerimiz…" diyordu lider.

Ne yazıktır ki çoğunu bilmediğimiz dünya tarihleri de 620 yıl sürmüş son imparatorluk Osmanlı-Türk Devleti''nde 20. Yüzyıla girilirken bir Alman Mareşali vardı, orduyu islah için gelen bu komutan Von Moltke Goltz şöyle der:

"… Dünyada bu müsellah (istisna) milletin en canlı örneği Türklerdir… Gördüğüm bu diyardan köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadının da etek tutuşunda silahlara sarılmış bir pençe kararlığı da vardır… Çünkü onlar doğduğu günden beri de fikren müsellah''tır (silahlıdır)… İşte bundan dolayı da hayata ve de yaşanan olaylara güvenle bakarlar"

Evet özetçe bakılacak olursa bahsi geçen Türk milleti ve onu yönetenlerin nasıl olması gerektiğini bin yıl önceki Yusuf Has Hacip''in yazdığı ünlü eser Kutadgu Bilig''teki birkaç sözünde görüyoruz.

"… Bir bey şu beş şeyi kendisinden uzakta tutmalıdır… Biri Acelecilik, ikincisi ise Cimrilik, üçüncüsü de Hiddettir… Burada yöneten bir bey için de ferri olan dördüncüsü İNATÇILIK olup, ona hemen hiç yakışmayan beşincisi ise ŞÜPHECİLİK veya YALANCILIKTIR…" diyordu, tarihler ne kadar benzerlerini belki asırlar sonra bizlere birebir vermiş miydi?

Hatta bunun 18. Asırdaki bir başka örneği daha vardır; "… İşte o Türklerin yegane sevdikleri şey, Haktır, hakikattir ve onlar hiçbir haksızlık yapmadıkları halde tarihin içinde haksızlığa açık şekille de yöneticilerin hatalarıyla uğramışlardır."

Bilindiği gibi 19. Yüzyıl biterken, Osmanlı''da 20. Yüzyıl başlarında yetişen gençler vardı, onların düşünceleriydi. Bu duygulara belki de asırlar sonra birebir bazen de Nazım Hikmet olmuştur, der ki:

"… İnsan vatanını sever çünkü vatan bir katibinin kalemiyle çizilmiş hatlardan ibaret değildir. Onlar fikren Millet, Hürriyet kardeşlik gibi oldukça yüce duyguların toplamından hasıl olmuş kutsal bir birliktelik şuurudur… Fikirleridir…" demişti.

Değerli okuyucularım, peki bizler asırlardır bu şekilde gelişen birden bire neden bu durumlara kadar girivermiştik? Bunun cevabı çok açıktır, eğer asırlardır süregelmiş bu halkın devlet yapısını yozlaştırmak için öncelikle de kurumlar oluşturan aydınlarını zayıflatıp cahiliye mantığının etrafından adım endeksiyeler sokabilmek mümkündür. Peki cahil olunca ne olur?

19. yüzyılda ünlü düşünür T. Nistasula; "… Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendisine yandaşlık şuuruyla seçim hakkı verilse dahi hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder… Ancak cahilleşmiş toplumla seçim yapmak ise okuma yazma bilmeyen adama hangi kitap okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır. Nitekim sonuç olarak bakıldığında böyle bir seçimle iktidara gelenler, artık düzenledikleri tiyatro ile açıkça halkın egemenliğini çalabilen zalim ve madrabaz hainlerdir…" diyordu.

Değerli okuyucularım sanırım konunun aslını da bütün çıplaklığıyla burada anlayabiliriz artık. Depremlerde şunlar olmuş, bunlar olmamış, Devleti yönetenler, görüşlerini yapmışlar, eksik bırakmışlar gibi konuları sizler zaten TV''lerde ve gazetelerde bütün çıplaklığıyla görmektesiniz, sanırım.

Özetlenecek olursa, Türkiye''de yıllar önce başlamış ancak yarım bırakılmış endüstrileşme ve çarpık şehirleşmelerin paletleri böyle bir depremin sonucunda da yoğun sayılanlarıyla bilip güneydoğu bölgelerini süpürüvermiş oldular.

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları