Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Kuvay-ı milliye kavramı neden ölümsüzlerdendir?

Değerli okuyucularım, ne yazıktır ki 620 yıl sürmüş tarihin son İmparatorluğu Osmanlı Devleti yıkılma aşamasına geldiğinde peki şimdi ne olacaktı? En azından yaklaşık 2000 yıldır, zaman zaman bağımsız 16 kadar devletler kurmuşlar ve değişimlerin sonucu 16 kadar ayrı isimlerde devletleri oluşturmuş olan Asya merkezli Türk halklarından değil miydik?

İşte bu aşamalarda tarihin ilk uluslararası 1. Dünya savaşının sonucu, ülkemizin topraklarında da işgallere kadar gelen süreçler sırasında kökleri çok eski ve sağlam olan bu halklar ne yapacaklardı? Elbet bu konumda yine onların aralarında kitlesel bütünlük kurabilmek için önce SİLKİNİŞLER peşinden de birleşerek yeniden DİRİLİŞLERİ tarihlerde olduğu gibi elbette çıkacaktı.

Ne yazıktır ki, tam 105 yıl öncelerinde şu ya da bu şekilde başlatılmış direnişlerin, silkinişleri belgeler ışığında doğrularını bilmeden, sadece hamaset ağırlıklı, bazı yöresel çıkışlara sadece KUVVACILAR denildi.

Anadolu’da bir deyiş vardır, denilir ki: “Pirincin içindeki beyaz taştan korkun, dişinizi kırabilir…” Evet bu duygu gündemimizde, ülkeyi yönetmekte olanlar ya da iktidar olan siyasetçilerin de içinde aynen bu türdeki düşünce farkı olan taşlar mevcuttur, elbette.

Bu şartlardaki millî duyguların aslı

Elbette ki çaresizliklerin çoğaldığı, üstelik halkını yöneten devletin içindeki insanlar nasıldı? İbni HALDUN derdi ki: “… Hiç yumurta yemeyen insana yumurta satamazsınız… Önce insanların bu konularda talepleri (istekleri) olmalıdır…” Üstelik asırlardır süre gelmiş bu Türk denilen insanların gerçeklerini bizden iyi bilen devlet olmuş Avrupalılar mevcuttu.

Örneğin bizim Osmanlı döneminde yaşanmış olan 19. Yüzyıl son çeyreğindeki Rus-Osmanlı savaşlarımız mevcuttu. Bu savaş sırasında Rus ordularının başkomutanı olan General CHARNAYEV’in 1882’de yazdığı askerî raporu çok açık biçimde asıl gerçeği anlatılmıştır. Charnayev raporda:

“… Burada hiç yoktan ordular yaratmak mümkündür, onları ölüme doğru sürmekte kolaydır, elbette. Ben bu imkânlardan bol bol istifade ettim, fakat komuta edip yarattığım orduları sendeleten bir engel vardı… Türklerin yaşayan hatıraları…

İşte ben askerlerimdeki her yürekte bu korkuları çok iyi seziyordum. Demek ki yalnızca Türkleri değil, onların tarihlerini de yenmek gerekir…” der.

Evet anlıyoruz ki, Asya merkezli Türk halkları asırlardır süregelmiş atasal törelerinin yaratmış olduğu birliktelik ruhundaki MİLLî ŞUUR’ları devamlı vardı. Nitekim 1. Dünya harbi sonrası müttefikimiz olan Alman Devletinin Versay’da yenik sayılmasının devamında 30 Ekim 1918 günü Mondros Ateşkes’i ile tamamen yenilmiş mağlup devlet konumuna getirilmiştik.

Milis kuvvetleri ya da kuvvanın başlangıcı

Şimdiye kadar anlatılagelmiş Kuvay-ı Milliye başlıklı kitaplardaki görünüş sadece ve özellikle Ortaçağ duygusuyla sebep-sonuç araştırmasından yoksun yöresel çatışmalar ve de kahramanlık öyküleriydi. Bu durumda bir asır önce olmuş ve yanlışlıklara tamamen karıştırılmış değişik formlar almış ve giderek de asıllarından tamamen kopartılmış hatta bazen de önemsiz olmuştur.

Örneğin asırlar önce ünlü Arap Felsefeci İbn EL HATTAT der ki: “… Dört şey geri gelmez, söylenen söz, atılan ok, geçen zaman ve kaçırılan herhangi bir fırsat…” Gelin tam 105 yıl önce tam olarak yaşanmışların belgeler ışığında gerçekleri nedir, bunları anlamaya çalışalım.

1- Bilinen 15 Mayıs 1919 günü Yunanistan’ın İtilaf Devletlerinin ordu desteğiyle İzmir’i işgal hareketini başlatmışlardı. İşte böylece bütün çıplaklığıyla yaşanmış düşmanların saldırısı konumunda bölgede yaşamakta olan Osmanlı halkları nasıl buldular?

Bilimsel tarihçiler o günler için “… İzmir’in işgali Devletler açısından sonuçların hesaplayamadıkları bir gaf, Yunanistan açısından ise sonucu kesin hezimetle bitecek Anadolu macerasının sadece yaşanmış başlangıcı olmuştur…” derler.

Nitekim bu dönemde İzmir’in hiç beklenmedik bir şekilde işgali üzerine Türk halkının tepkilerini ise Giresun’da yayınlanan IŞIK GAZETESİ’nin 16 Mayıs tarihli manşet olmuş yazısında, haber yayılır yayılmaz halk üzerinde giderek duyuruların büyük etkisi olmuştur.

Gazete; “… Göklerden yıldırımlar yağsa, dağlardan ise kanlı volkanlar fışkırsa, denizler taşarak arazileri tufanlar dahi boğsaydı, Türklüğe ve İslam dünyasına o kadar büyük çaplarda tesir edemezdi…” diyordu sürmanşetinde.

Peki Karadeniz bölgesindeki birdenbire halkın silkinişini tetikleyen aslında neydi dersiniz? Bunu da söyleyelim, dünya savaşı sırasında 16 Şubat 1916’da Ruslar bilinen Sarıkamış harekâtı sonrasında Erzurum’u alıp Tercan kazası ile Trabzon-Erzurum ticaret yolu üzerindeki Bayburt’u da işgal etmişlerdi.

Çok geçmeden harekete geçerek kendilerine de yandaş olacak gruplardan Rum Metropolit’i Hristanos’u Belediye başkanlığına getirmeleri gecikmemişti. Bu arada bölgenin Osmanlı Valisi Cevat Azmi beyle Rumların Metropoliti ile beraber şehri yönetmeye başlamışlardı.

Ne yazıktır ki düzmece kes-kopyala-yapıştır tarzı tarihimizde bazen Rum Pontus Devleti devamında denilmiştir, tamamen de yanlıştır. Üstelik 1917’lere gelindiğinde Rus Devrimi (ihtilal) de başladığından bu kez Rusların yönetime etkileri giderek kaybolmaya başladı.

Ancak Trabzon Metropolü Hristanos 14 Kasım’da Batum’a bir mektup yolladı, der ki: “Valilikler Rum vatandaşı olan Rumlardan kurulu bir Rum-Yunan birliğinin oluşturulması hakkındaydı. İşte bu mektubunda işleme gireceği tarihlerde ise Osmanlı dönemindeki Teşkilatı Mahsusa üyesi Topal Osman ağa ve gönüllüleri Harşit cephesinde taarruz hareketleri için hazırlıklara başlamışlardı bile. İşte Kuvay-ı Millîye hareketinin ilk dirilişi de aslında buydu.

İşte daha büyük harbin sürdüğü dönemlerde ise Milis yarbayı dedikleri ve Batum fatihi Osman Bey denen kişi bölgelerdeki bu milislerin kurucusu, gazi, doğudaki 37. Tümenin desteği sonucunda 12 Şubat 1918 günü Topal Osman’ın hâkim olduğu milis alayının Harşit cephesinden hareket ederek, onlara katılıp bazı bölüklerle beraber 14 Şubat’ta Vakfıkebir, 18 Şubat’ta Akçaabat ve 24 Şubat’ta Trabzon tamamen kurtarılmış oldu.

Böylece bölgenin en önemli Gazi Milis komutanı olarak derhal Giresun belediye başkanı seçilir. Ancak Ekim 1918’de yapılan Mondros antlaşmasının bölgelere tebliğ edildiği haberini alan Topal Osman daha antlaşmanın mürekkebi kurumadan -42 kadar- bir çok yerlere (valilikler, Mutasarruflıklar vb.) çekmiş olduğu ünlü telgrafında: “… Artık bizim imhamıza da (kaybolmamıza) karar verilmiştir, halk olarak el birliği ile silahlara sarılalım, birleşelim…” diyordu. İşte başlangıç gerçekte buydu.

Ne yazıktır ki şimdiye kadar ilk Kuvay-ı Milliyeci onun olduğunu görmedik ya da unutturdular mı? Halen Giresun belediye başkanlığı sırasında bu kez İngiliz yandaşı olan Kaymakamın tebliğinde ise açık şekilde: “Katli vaciptir.” diye fetva veren müftüyü bile yakalatıp, konuştuktan sonra affeden de oydu.

Nihayet daha sonra Sivas Kongresi sırasında Mustafa Kemal paşa ile tanışıp onun emrine girmişti.

15 Mayıs’ta Ege’de neler olmuştu?

Sabah 8.30’dan itibaren İzmir’in işgaliyle ilk kez başlatılıp, Anadolu’ya doğru hedeflenen işgaller için kaymalara karşı Türk halkının acilen bilinçli ya da bilinçsiz şekilde MİLİS BİRLİĞİ şuuruna dönmesi gerekiyordu. Aynı gün bir trenle yola çıkan Mustafa Kemal paşa ekibinden Albay Kazım Özalp bey Bandırma’ya gelmişti.

Gelir gelmez buradaki Kaymakam Hamit Şevket İnce bey ile Albay Bekir Sami beyle acilen buluştular. Birkaç gün içinde aralarına Yüzbaşı Recep, Teğmen Nusret, Teğmen Halit Bayrak, Yüzbaşı Samim, Süvari teğmen Selim ile buraya da giren Osmanlı Teşkilatı Mahsusa’da (MİT) görev almış Kuvvacı Dayı Mesut da katılmışlardı.

İşgalin ilk günü yaşanırken Yunan ordusuna da karşı çıkıp Gazeteci Osman Nevres’in ilk kurşunuydu. Aynı günün ertesinde Ayvalık bölgesindeki 172. Alay komutanı Yarbay Ali Çetinkaya ve Köprülü Hamdi beyin ümitsiz de olsa ilk silkinişlere başlatılmıştı.

Aslına bakılırsa toplam 256 adet yabancı bandrallı nakliye ve savaş gemileriyle İngiliz desteği ile körfeze çıkarılan Yunan ordusunun bölgeye de geleceğini daha önce haber alanlar vardı, elbette. İzmir valisi Nurettin paşa (Kurtuluş savaşında 1. Ordu Komutanı olmuştu) dayanışmayı gizlice başlatmış oldu.

Onun girişimiyle gizli kurulan ve adına da “Redd-i İlhak Cemiyeti”ni ise unutmak tamamen yanlıştır. Bur durumun gizli ya da açık doğrudan ulaştırılan her türdeki haberlerin, yayıldığı yerler şöyleydi: Acıpayam, Buldan, Sarayköy, Tavas, Çal ve büyük kent Denizli’ye kadar ulaşmakta gecikmemiştir.

Devamı yarın gelecek…

-----------

Kaynaklar: Kuvay-ı Milliye ve Kadınlar, Ferit Erden Boray, Kumsaati yayınları, 2008, İstanbul.

Kuvay-ı Milliye Ruhu, Samet Ağaoğlu, 1964.

Milli Mücadeye Gidiş, Celal Bayar, Sabah yayınları.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları