Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Kültürel kimlik ve tarihsel dinamikler

Kitlesel yapılanmalar için doğmuş sistemler ya da fikir olayları eğer doğru belgeler ışığında incelenmeden sadece aldığımız bir durumda yaşananları veya zirvedeki gördüğümüz kişiyi örnek göstermek tutarsızdır. Ancak sadece bu çalışıldığından onun artık size cahiliyet kimliği ile bakmasıdır.

Otuz yıl önceki önemli bakanlarından Mükerrem Taşçıoğlu "… Şimdi ben Fransız kültürü ile yetiştim, Galatasaray''ı bitirip, Belçika''da okudum ve inceledim Avrupa''yı… Geriye doğru giderseniz Victor Hugo''dan beri Demokrasi hazırlayıcıların zaman içinde olduğunu biliriz…" demişti.

Ebetteki, şimdiye kadar yazdığım çoğunluğu belgelere dayalı ülkemizdeki sıkça sarsıntılı rüzgârların sonucunda bu defa da tam yıkılmak üzere iken birdenbire hem de hiç beklenmedik şekillerde değişimleri kucakladık.

Yarım asır önce yakından tanıdığım Değerli Prof. Orhan Türkdoğan demişti ki:

"… Cumhuriyet''in kuruluşundan günümüze kadar bilinerek gelen aşiret ve kabile gibi, gerçekte Milletaltı kimliğini de sürdürmüş olan bireysel yakınlaşmalar ise toplumsal bir çözüme uğramaması şeklen ulus-devlet''i çözer."

Evet özellikle zaman içinde Devletleşmiş olan Türklerin tarihlerinde de kısmen cahiliye mantığından kurtulamamış hallerde gruplaşmalar, sarsıntılar hep olagelmiştir. Bazılarına göre, din siyaset içinde, hakikatte ise din insanların yalnız kendisi içindir.

Ancak dine gerçekten fikren kıymet verenler dinin varolan itikatlarına (inançlarına) ve ibadete (namaza) değer verir. İşte insanda varolan iç oluşumun zorunlu yönlendirilmesi kaçınılmaz bir olguyu da ortaya çıkarmıştır.

Mutlaka bunun da adına İNANMAK denir, ancak her insan ister dinsel, ister din dışı bir şeye inanabilir. Üstelik inançta salt dinsel öge söz konusu da olmayabilir. Gerçek veya hayali olan şeyleri kutsal ya da kutsal olmayan şekliyle açıklamak ve inanmak hemen her dinsel inançlarda gözlenir, elbette ki asırlardır olduğu gibi.

Din ve siyasetin birbirinden bağımsız olmayacağı asırlardır tartışılır. Ancak devlet ve din arasındaki denge kurma çabası her zaman mücadele konusu olmuştur. Aslen bilimsel olarak siyaset ise taviz ve uzlaşma sanatıdır. Din ise dinsel ilkelerin değişmez manzumesidir.

Bu açıdan baktığımızda ise kitlelerdeki İslam düşüncesini "Radikal İslam-Siyasal İslam "Fundamentalist İslam" ya da İslamı istismar eden Terör Grupları adı altında mahkûm etme çabaları hemen hiçbir dönemde eksik olmamıştı. (Hizbullah gibi.)

Şehit edilmeden on gün önce kendisi ile son sohbetimi yaptığım Uğur Mumcu derdi ki:

"… Kapitalizmde olduğu gibi kopyacılık hep yanlış sonuçlar vermiştir. Dünya küresinde bunun bütün gelişmeleri Kapitalist ve sosyalist sistemlerdeki bunalımları, başarı ve başarısızlıklarıyla ülkenin koşullarına uygun bir sistemi bulmak doğrudur.

… Ülkemizde ne yazıktır ki halen tartışılan KİMLİK sorunu, Türk toplum dinamiklerinde en önemlisidir, ulus-devlet sürecinin yapısal ve vazgeçilmez unsurunu oluşturur."

Örneğin yüz yıl önceki aydınlarından olan Mehmet Emin Yurdakul, deyişlerinde: "… Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et, unutma ki şairleri haykırmayan bir millet ise sadece sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir…" der.

Özellikle Osmanlı''nın (diğer monarşiler gibi) yüzlerce yıl süren "Hanedan-i Yönetim" tarzında ise Türk kimliğini zaman içinde öteki konumuna getirmemişti. Üst sıralarda ise giderek Batılı hayranı olan burjuvazi sanatını kozmopolit bir yapıya dönüştürülmesi sonucunda etkin silkinmemeler olmuştur.

Böylece bilindiği gibi Cumhuriyetle başlayan "kimlik özdeşleşmesi" ve de tarihsel oluşuma yeniden dönüşmüş onu taşıdığı açıktır. Devleti kuran asli unsur ve sosyolojik deyimiyle kurucu kültür veya büyük toplum işte bu yeni fikirsel atılımda kendisine dönüş yapmalı ve toplumsal kültür rolünü ebetteki almalıydı.

Aynen yüzyıl önceki bir türlü yıkılış dönemi yaşanırken, Asya merkezli kökleri olan Türk halkının önce "kurtarıcı, sonra kurucu meclisler" kurması gibi. Değerli okuyucularım, aynı ya da birebir benzer kitlesel yaşamları halen de yaşıyor muyuz, dersiniz?

Kemalist Sistem ve ulus-devlet

Türk toplumu Cumhuriyetin kurulması ile hissedilen ulusal kimlik olgusunu kuşkusuzca ön plana almıştı. Yasalarla uygulamalarla ve tarihsel deneyimleriyle "Kurucu Kültür" şemsiyesi altında üstelik tüm etnik grupları bir ortak payda da buluşturmanın sistemini de bulmuşlardı.

O dönemlerin Batılı anlatımlarında yazılan gibi "Kemalist sistem, Osmanlı''nın çok kültürlü dağınık toplum modelini ulus-devlet inşasında devredenler de çıkarak uluslararası üniter bir yapıya dönüştürdü."

Bugün Anadolu''da yaşayan her türdeki etnik grupların fikren ortak olan Türk kimliği, Türk Devlet iradesiyle yaşamış olmak gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Osmanlı modeli ile Kemalist sistemi birbirinden ayrışan kültürün konfigürasyonu da işte bu sosyolojik yapılanmasıdır.

Örneğin büyük Tarih felsefecisi İbni Haldun (1402) MUKKADDİME adlı eserinde onun Hazreti Ömer''den naklettiği şu görüşü halen bile aynen önemlidir:

"… Soyunuzu öğrenin ve size asıllar sorulduğunda "şu veya bu kökten geldik" diye cevap veren Mezopotamyalı Nebatiler gibi olmayın" diyordu. Hatta bir başka gerçek İslam''ın Kur''an''ında "Sizi kavimlere ve soylara ayırdık ki birbirinizi tanıyınız, barışınız…" der.

Galiba bunu gündüz tanımıyla "aidiyet duygusu" toplum dinamiğini meydana getiren en önemli olguların başında gelir. Bir toplum ise İbn Haldun''a göre:

"… Benliğini temsil eden aidiyet duygusunu getirdiği zaman tarih sahnesinden kolay silinir." Bu sözün en açık örneği asırlardır unutulmuş Akdenizli Flemenkler, Grekler, Hititler vb. örnekleri gibi.

Açıkça bilinmelidir ki, Kemalist sistemin felsefe olarak yapı taşı Türkleştirme değildir, sadece Türk''e yönelme veya Türk birleşmesi modelidir. Dahası belki de bin yıldır, kimliksiz yaşayan bir ulusu da bağımsız bir kimlik kazandırma girişimidir, basitçe.

Aslına bakılırsa, İslam''ın temel sorunu İslam dünyasının artık 21. yüzyılda her nedense Orta Çağ mantıklarını da aynen taşıyor olmasında saklıdır. Bu ise öncelikle görülen SÜNNİ dünyasına baktığımızda öne çıkarılan düşüncelerin tabelalarında yazan TALİBAN, EL KAİDE, EL NUSRA, IŞİD, HİZBULLAH vb.''leri var.

Fakat bilimsel açıdan bakıldığında Sünni doktrinlerde, cahiliye gruplara kalmış öbür mensupların "Sapık görüşleri"ne yönlendirilmesiyle, yarım yamalak bildikleri "Fıkıh Kurallarını" ise yüzde doksanın hiç bilmediğinin doğrusu budur varsayımlı Arapça sözlerle kamufle edilmesinden ibarettir.

Dini kullanarak, iktidarları etkisiz hale getirme mantığı bin yıl önceki Selçuklular döneminde İran-Buhara taraflarındaki Alamut Kalesi''nin kurulup Hasan Sabbah tarafından başlatılan ilk saptamalar terör hareketinin başlangıcı olarak sayılır.

Türkiye''de yaşanan Hizbullahlar

ve siyasal adıyla HÜDA PAR

Bugün artık bütün çıplaklığıyla bilinmekte iken sanki hiç olmamış gibi bir de siyasetçilerin savunması sonucu onlar zaten millî idiler sözleri hiçbir hukuki savunma modeli de değildir. Aslında bu fanatik grup, Lübnan''da aynı adı taşıyan örgütlerle fikren de bağlantılı olmuştur, kısmen olsalar da.

Tanım olarak da "Allah''ın partisi" anlamını taşır. Önceleri 1979 İran-İslam Devrimi''nin ardından sınırlardaki Kürtler arasında çıkan bu gruplaşmaların temeli 1980 yılında ilk kez de Diyarbakır''da kurulmuştur. Temel amaçlarının ise kuruluş metinlerinde yazıldığı gibi Türkiye Cumhuriyet Devleti''ni devirmeyi, dinsel üstünlük ve Şeriat esaslı hukuk mantığının yasallaştırılıp, Kürtçeyi esas saymak gibi düşünülemez fikirlerin savunucularıydı.

Daha sonra bu grup ikiye ayrılıp, İLİM ve MENZİL adlarıyla iki ana grup haline getirilmiştir. Şeklen Hizbullah adıyla özdeşleşen Hüseyin Velioğlu''nun önderlerliğinde İLİM grubu adı altında 1991''den başlayarak Güneydoğu''da ayrılıkçı terör örgütü PKK sempazitanlarının silahlı teşkilatlanmasına girdi ya da açıkça girdiler.

İçlerinden öne geçenlerin destekledikleri bazı siyasetçilerden destek aldıkları artık bilinmekte. Ancak 1995''lerden itibaren yörelerde gizli ya da açık katliamlarını çoğaltmaktaydılar, bilinen mahkeme kayıtlarına göre 500 bin civarında kişiyi öldürmüşlerdir.

Öne çıkmaya çalışan lider grupların teker teker öldürenler Menzil Grubunu öne çıkarmış oldu. Aynı örneklerin Suriye''de yanlışlıkla mevcut iktidar tarafından desteklenen sadece Müslüman oldukları için İrşitçiler''de çok görüldüğü gibi İslam adına acımasız katliamları ilk kez ülkede başlatan Hizbullahçılar olmuştur. Birçok Güneydoğulu iş adamı katliama (öldürmeye) uğratılırken, 2000''lerden itibaren artık devletin tam yetkisiyle bunlara karşı geniş çaplı bilinen Beykoz Operasyonu ile tamamen bilgileri ve yaptıkları katliamları mahkemelerde tescil oldu.

Evet aslına bakılacak olursa, 1993''lerde Prof. Korkut Boratav, olabilecekleri açıklıkla söylemişti. Boratav görüşlerinin şöyle belirtiyordu: "… Türkiye''nin yakın siyasi gerçeğinde Türkiye''yi İslamcı Faşizm veya merkez sağ partiler yönetecekti. Üstelik ülkemizde Diktatörlük kavramı oluşmamışken, buna SİYASAL İSLAMCILIK savunusuyla, halkın seçtiği Meclisi kullanarak, yönlendirmek şeklinde TEOKRASİ ya da OTOKRASİ denildiğini artık bilmek zorundayız."

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları