Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Demokrasilerde cepheleşme saptırılırsa zararları çoktur

Değerli okuyucularım, 100. Yılına da geldiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin son 10 yıldır, her yönüyle saptırıldığını birebir görüyoruz. Peki, 20. Yüzyılda Batılı ülkelerin kabul ettiği şekilde tam bağımsız ve çağdaş devletimiz bu hale neden geldi sorusunu nedense pek anlayamadık.

1955’ten beri yaşadığımız popülizm mantığında ortaya çıkan paranın konuştuğu yerde haklı olmak hiçbir şeyi de değiştirmez. İnsan doğasının bir kusuru da hiçbir zaman gözünün doymamasıdır. İşte bu durumlarda devleti yöneten en kötü siyaset adamları, anlaşılmaksızın yaşanmış dünü, bugün ile kavga ettirmeyi başarı sayanlardır.

Üstelik bir ülkede hukuk yoksa adaletsizlik kartopu gibi yuvarlanarak büyür. Aslına bakılacak olursa bir ülke ancak vazgeçilmeyen hukuk ve adalet ile büyür, adaletsizlik ise kolaylıkla ülke için çöküş demektir.

Oysa bizler, Asya merkezli Türk halkları olarak en azından 22 asırdır, 16 kadar ayrı isimlerde, bağımsız devletler kurmuşuz ve üstelik bunları Batılılar iyi bilir. Tarihî seyrine hiç gitmeyelim, gelin en yakın tarih olan 50 yıl öncelerindeki ülkemizdeki politikacılık ve siyaset yaşamındaki olanlara bakalım, bu çok açıktır.

6. Cumhurbaşkanı

Fahri Korutürk dönemi

Bilinen tarihlerimizde, 1974 Kıbrıs savaşının tam detaylı gerçeklerini belgeleriyle önceki köşe yazılarımda da uzun uzun anlatmıştık. Ecevit hükümetinin başarısından sonra ülkeyi yöneten siyasetçiler ne oldu? Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş vb.

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, 1975 yılı başında ülkeyi Millî Koalisyon Hükümeti kurulması için görüşmelere başladı. O yıldaki oluşumları sağdan sola yaşamış olan Atatürk kuşağının birinci gençlerinden sayılan Cumhurbaşkanı karşılıklı görüşmelerinde diyordu ki:

“… Toplumumuz kendisini güven içinde yaşatacak, huzura, refaha kavuşturacak ve esaslı kararlar alabilecek parlamentoya dayalı kuvvetli bir hükümet özlemi içindedir.

Dünyanın hemen her yerinde Siyasi partiler şüphesiz kendi inandıkları ve programlarında açıkladıkları ilkeleri ile toplumu istenen düzeye kavuşturacağı kanısındadırlar. Ve de bu sebeple kamuoyunu kendi inançları doğrultusunda oluşturmaya kazanmaya çalışırlar.

“… Lakin bugün bizde olduğu gibi, ulusal varlık ciddi tehlikelerle karşı karşıya geldiği zaman bütün siyasi partilerin duygusallıktan arınmaları, hiç olmaz ise muayyen bir bunalım dönemini aşabilmek içinde birbirlerine yaklaşmaları zorunludur.”

(İşte günümüzden bizlerin siyaseten bir yıldır yaşadığımız altı partinin müştereken birleşmesi aynen tarihin sanki de tekrar edilmesi değil midir?)

Cumhurbaşkanının sözlerine bakalım, der ki:

“… Türk milleti tarihin derinliklerinden gelen ve edebiyete (sonsuza) kadar uzayıp gidecek ve övünülecek karakterlere sahiptir, maliktir… Üstelik çağın da uygarlık düzeyi üstüne çıkabilecek her türlü imkan ve yeteneklere de sahip olduğumuz açıktır.

Biliriz ki DİN’e afyon ve dindarlara ise afyonkeşte demeyiz, hatta düşünmeyiz de. Üstelik Tanrı’ya inanırız. Türkiye’de hiçbir zaman din elden gitmemiştir. Bizim kafalarımızdan, ruhlarımızdan söküp çıkarmak istediğimiz şey, batıl inanışlara dinin ve de şeriatın dünya ve devlet işlerine karıştırılması oyunlarıdır… Üstelik Türkiye’mizde hemen herkes din ve mezhep ayrımını bakılmaksızın kanunların önünde tamamen eşittir.

“… Çünkü Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür ve hiçbir kişinin ve de hiçbir sınıfın ayrıcalıklı imtiyazı yoktur. Ve hatta Türkiye’de imtiyazlı sınıflar yaratılmasına da asla imkânlar ve de fırsat verilmeyecektir…” demişti, siyasetçilere.

Partilerle yaptığı toplantılarında ise sohbetlerinin sonucunda diyordu ki:

“… Hemen açıklamalıyım ki, aralarında birbirine karşıt düşen, birbirini çürüten tekliflerde olmakla beraber bütün bu önerilerde siyasi partilerde dâhil, bütün vatandaşlar millî birlik ve beraberlikten bahsetmekte ise de görünüşte birleşmişlerdir.”

“… Lakin her şeyden evvel bugün memlekette de siyasi istikrara (düzene) ihtiyaç vardır… İşte bu siyasi istikrarı sağlamak için bu aşamada benim şahsen de vardığım sonuç şudur:

1- Siyasi partiler evvela bir siyasi mütareke (ateşkes) içine girmeli ve vatan sathındaki tansiyonu memleket bağı ve karşılıklı sevgisi içinde de düşünmelidir. Bunun ötesinde zorlanarak çıkarılacak hükümetler yakın bir gelecekte tarihi yanılgılar olarak Türk milleti de daha keskin cephelere bölecek ve bundan da siyasi partilerimiz de, hür demokrasimiz ve nihayet devletimiz de zarar görecektir?

2- Bugün ülke, Komünizmin, Emperyalizmin, Teokrasinin (seçimi kullanarak dikta), Mezhepçiliğin ve Şeriatçılığın tehdidi altındadır. Kuşkusuz Emperyal devletler ise Türkiye’mizin kuvvetli olmasını yüz yıldır hiçbir zaman istememişlerdir.

“… Bu itibarla Türkiye Cumhuriyeti’nin dışta ve içte alacağı son derece önemli kararları, vatandaşları da ayrı cephelere bölerek veya azınlık türünde bölgesel hükümetler kurarak alabilmek asla mümkün değildir.

Üstelik bu şekilde birbirini anlamamakta ısrar ederek siyaset yapmak ise, yanlış hareketlere, milleti ve vatanı bölmekten, devletin gücünü azaltmaktan başka bir sonuç vermeyecektir. Bunun sorumluluğu ve günahları ise çok ağır olacaktır…”

“… Değerli kardeşlerim… Siyasi kuruluşların ‘… biz ayrı partileriz, görüşlerimiz ayrıdır, anlaşamayız, üstelik demokraside muhalefet şarttır’ gibi oldukça çapraşık ileri sürecekleri mazeretlerin geçerli olduğu günler içinde de değiliz…”

“… Gelin 50 yıl öncelerine bakalım. Ankara kapılarına kadar vatanımızı istila edenleri, arkalarında kan, ateş ve harabeler bırakarak yurdumuzdan sürüp çıkardıktan sonra gerektiğinde zaman içinde de onlar ile oturup anlaşabildiğimizi ve hatta gerektiğinde onlarla nasıl ittifak kurabildiğimizi de hatırlayın.”

(İşte burada benim de söylediğim, elli yıl önce onların kendilerinden 50 yıl öncesinden örnek aldıkları gibi, demek ki tarih tekrarlarla doluymuş derim.)

Sonuç olarak o yıl içinde Korutürk der ki:

“… Bana harp içinde miyiz diye sormayın… ben sizlere bugün barış içinde miyiz diye soruyorum ve de bütün siyasi partileri ve de bütün vatandaşları tamamen birleşmeye, dayanışmayla anlaşmaya davet ediyorum…”

Evet bu aynen elli yıl önceki birebir Türkiye’de yaşatılan koalisyonlar döneminin sancılarıydı. Bunu özellikle benim yaşımdakiler aynen yaşamıştık, üstelik onlar Atatürk devrimleri döneminin ülkeyi emanet etmiş olduğu birinci kuşak gençleriydi.

Ben ise bahsedilen Atatürk döneminin yetiştirmiş olduğu son üçüncü kuşaktan kalanlarız. İşte bu kuşaktan arkadaşım, değerli bilim adamı olmuş, Bilgi Üniversitesi rektörü Prof. Dr. İlter Turan’ın siyaset konusunda yazmış olduğu birçok kitapları vardır.

Üstelik onun öğretmenliği döneminde, milletvekillerinin hatta birçok bakanların da hocalarıydı. Dersleri aslında Siyaset bilimi ağırlıklıydı. Kendisinin son olarak Hürriyet gazetesindeki 23 Temmuz tarihli sayfasında çok temel düşüncelerinin bir kısmını aynen veriyorum:

“… Türkiye 2010 öncesine kadar geleneksel (alışılmış) Dış politikasını güdüyordu. Orta Doğu’daki ülkelerin iç işlerine ve aralarındaki meselelere hiçbir zaman karışmamak devletimizin kuralıydı. Ancak, yaratılan Arap baharı ile birlikte bu kuralını değiştirerek tamamen bozuldu. Bugün ise uzun bir zararlı tecrübelerden sonra yine baştaki noktaya döndük.

Fakat bugün bazıları Lozan’ın yüzüncü yılından itibaren bazı maddelerin değişeceğini söylemek gibi tamamen fanatik fikirlerle meşgul oluyorlar. Üstelik Lozan, 1. Dünya savaşında yenik düşen devletlerin hemen hepsinin kıskandıkları ama sahip olamadıkları anlaşma olduğunu bile bilmemek, sadece cahiliyettir, siyasetle uğraşanlar için.

Ne yazıktır ki bugün herkes kendi alanında da başarılı olmaya çalışıyor. Eğer bir toplum iyi yönetilmek isteniyorsa, Siyasette olumlu bir faaliyet olarak görülmeli, başarılı şahıslar siyasete girmek içinde fikren desteklenmelidirler.

Bugün ise vatandaş olarak hemen her birimiz sivil toplum içinde sorumluluk üstlenmeli, düşünceleri ve kanaatlerimizi açıkça ifade etmeliyiz. Üstelik de demokrasi sadece Siyasi Partiler aracılığıyla işleyen mekanizma değildir. Hatta dernek, sendikalarda vb. faal olmak, parti üyeliği ve başkanlığa kadar da önemlidir.” diyordu Hoca arkadaşım.

Yarım asırlık Akademisyen, Rumeli göçmenlerinden Emiritus Profesör Dr. İlter Turan, günümüzde dünya siyaseti ve bizimkilere kıyaslayarak der ki:

“… Şimdi dünyanın ruhunda ekiplerden ziyade lider yönetimlerinin farklı tırmanışları vardır. Popülizm giderek yükseliyor, küreselleşmeye karşı tepki ve ulusalcılığın yeniden tırmanması hemen her toplumda aşırı sağ yönetimlerin güçlenmesiyle sonuçlanıyor artık.

Kişinin siyasi tercihini belirlemekte insanların ne yaptığı değil ne yaptığını düşündüğü etkili olmaktadır. Bu sırada medya yollarıyla algılanmalar somut gerçeklik arasında farklılıkları getirmekte. Oysa demokrasi teorisine göre insanlar yapılanları “objektif” olarak değerlendirir, böylece de kendilerini yönetecek kişileri de etkiyle seçerler…

Eğer onları zayıf karnı olan inançları ve din ile kullanırsa liderin başarıları çok kolay olabilir, günümüzdeki gibi, siyasetle uğraşanların halen bu gerçeğinde zorunlu olduğunu anlamamakta ısrarcıdırlar,” diyordu. (Bunları rahatlıkla günümüze uyarlayabilirsiniz.)

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları