Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Bin yılı geride bırakmış eğitimdeki kurumlar yozlaştırıldı mı?

Değerli Kırımlı hemşerim, kardeşim Profesör Dr. İlber Ortaylı’nın konu için söyledikleri:

“… Geldiğimiz günlerde artık ulusal meselimiz olan Eğitim ve Öğretimin açıkça düşüşe yönelmekte olduğunu görüyoruz. Hatta insanların artık çocuklarını bile iyi eğitilemediği kuşkusuyla görmektedirler. Üstelik illa bir kıyametin kopmasını dahi beklemeden işlerin artık bütün yönleriyle düzeltilmesine gitmek gereklidir de…” diyordu.

Aslına bakılırsa, bütün dünya milletlerin de zamanla devletler haline geldiğini bilmekteyiz. Fakat halkın yönetiminde asıl olan ciddi bir Devlet masası olmuştur. Ülkemizde de yüz yıl önce kurulmuş olan ve çok sağlam dört bacağı olan masa mevcuttur.

Ne var ki bizim Devlet masasının bacaklarında da müşterek tanımlamalar vardır… Millî Savunma, Millî Adalet, Millî Eğitim, Millî Emniyet vb. gibi. İşte bu devlet temelindeki basamaklara, merdivenlere hiçbir zaman dokunulamaz, ta ki büyük çaplı uluslararası bir tür savaşlar doğmamışsa.

Bu yıl kitlesel olarak birebir yaşamakta olduğumuz Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılı içindeyiz. Peki var olan bu devletin temeli sayılan masamızın bacakları halen yerinde duruyor mu?.. Eğer durmuyorsa durup dururken kimler çomakladı, içine kurtları da kolaylıkla koymuşlardı, diye kendimize soralım…

Oysa bunu hiç birbirimizi yeniymiş gibi sormak yerine geçmişimizin yüz yıl öncelerine gidersem, yazılı belgeler bize bu temellerin nasıl oluşturduğunu size anlatacaktır.

Yaşanmış tarihlerimizde, her ne kadar 19. yüzyıl dönemi Avrupa’da Medeniyet çalışmalarının giderek Aydınlanma atılımları devamında kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu devletine de Tanzimatla birlikte intikal ettirmekteydi. Fakat bu yenilenme atılımlarının sadece büyük şehirlerde yapılmaya başlanması olmuş ise de 620 yılı tamamlama aşamasına geldiğinde, bilinen tarihlerimizdeki gibi 10 yıllık savaşların sonucunda artık yıkılmakta olan Osmanlı-Türk imparatorluğu devletinin yerine yine onun yetiştirdiği ileri düzeydeki askeri ve sivil aydınların el birliği ile Kurtuluş Savaşı yaşanıp bağımsız bir devlet kurulmuş oldu.

Ancak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin halkı henüz istatistiklere göre %82’si cahiller sınıfında olup onlara da sadece dinsel açıdan ÜMMET denilmekteydi. O zaman asıl mesele halkın eğitimleri için acilen şehirlerde çok etkili bilim yuvaları da olacak okullar açılacaktı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Devrimler aşaması sırasında zorunlu olarak öğretmen okulları açılmıştı. İşte o ilk yılların getirisinde görev almış döneminde de Maarif Nazırı (Millî Eğitim Bakanı) 1928, Mustafa Necati’nin yarınların gençlerini yetiştirecek öğretmenlere:

“… Genç namzetler (öğretmenler)… Unutmayın ki insanlar da fanidir (ölümlüdür). Onları ebedileştiren ancak Vatan vazifelerine karşı gösterecekleri hulus (gönül temizliği) ve dahi feragatleridir… Siz… kendinizi böylesine şerefli bir istikbale müstahak (layık) görmez misiniz?.. Sizlerin işte bu güzel gün için sabırsızlandığınıza da mutmain (inanmış) olarak hepinize muvaffakiyetler dilerim…” demişti.

(Galiba son 20 yıl içinde böylesine vatanına hizmet verecek gençleri yetiştirecek düzeylerde hemen hiçbir Millî Eğitim Bakanı’nın geldiğini görmedik.)

Evet Kurtuluş Savaşı sonrası devrimler yaşanırken kurtarıcı lider Mustafa Kemal Atatürk’ün bu gençlere yaptığı meclisteki konuşmalarında demişti ki:

“… Kurulmuş olan ülkemizin, Türkiye Cumhuriyetinin devamını siz yeni yetişen gençlerimize emanet ederim.” Evet öyle olmuştu. Onun yetiştirmeye başladığı dönem olan birinci kuşaktan, birçok bilim adamları, profesör doktorlar, hâkimler, devlet memurları, üst düzeyleri ve hatta aynı kuşağın sonlarından sayılan 6. Dönem Cumhurbaşkanı Fahri S. Korutürk gibileri ülkemizi onun bıraktığı gibi sağlam devlet masalarıyla bırakarak getirmişti.

İkinci kuşak diyeceğimiz Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Ord. Prof. Fahrettin Kerim Gökay, Ord. Prof. Sıddık Sami Onar ve benzerleri birçok bilim adamları onun kurduğu eğitim kurumlarını sağlam temeller üzerine oturtanlar olmuştu.

Onlarla beraber 1935-1945’lerde üniversitelerde okuyan öğrencileri Profesör Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve İsmet Paşanın oğlu Prof. Dr. Erdal İnönü ve diğerlerinin ülkenin devlet yönetimindeki siyasetçileri olmuşlardı.

Onların devleti yönettikleri dönemlerde ise köşe yazımızın konusu olan Atatürk’ün kurmuş olduğu gençleri eğiten kurumların hemen hiçbirisinin mevcut güçleri kaybettirilmeyip sağlam tutmuşlardı onlar.

Bütün bu gerçekler bilinmeksizin, sadece çok partili dönemlerde başlatılan halkın kutuplaştırılması konusunda bir de Atatürkçülük savı öne çıkarıldı. Oysa bu konuda kendilerini Atatürkçü sayanların hemen birçoğu, onun bu konuda söylediğini hiç bilmedi. “… Millet boşuna ölmez, kan boşuna dökülmez. Eğer kazanılan zaferler milletin hayatında derin izler ile değişiklikler yapmaz isek ve de ona ilaveten “Millî güven, Millî güç sağlayamaz isek, sadece de bazı budalaların böbürlenmesinden başka hiçbir şeye yaramaz. İşte bu durumlarda yapılacak temeller var.

Milletimizi fikren kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir… Öğretmen ve yöneticiden mahrum olan toplumlar bir millet olma istidadından da uzaklaşmış sayılırlar. Onlara alelade bir kitle denilir…”

Evet değerli okuyucularım bizleri galiba günümüz siyasetçileri bilimsel uğraşlardan uzaklaştırmak için yüz elli yıl öncesindeki ümmet mantığıyla gençler yetiştirmek istiyorlar. Açık olan ise hedeflerinin açık biçimde sadece 1300 yıl öncesindeki Emeviler mantığı savunularak Allah adına siyasal dincilik savıyla, yalanlarla dolu, gelmekte olan gençleri çoğaltmaktadır.

Üstelik gelin tam 101 yıl öncelerine kadar gidersek karşımıza kurucu liderin Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra Lozan’a gidilirken söylediği Ankara B.M.M.’deki konuşmasının da temelleri vardır.

“… Efendiler bugün 2 Ekim 1922 çocuklarımıza ve geleceğimize vereceğimiz tahsilin (eğitimin) hudutları ne olursa olsun, esasta şunları öğretmeliyiz…

1- Milletine, 2- Türkiye Devletine 3- Türkiye Millet Meclisi’ne düşman olanlar ile mücadele etmek gereğini derim…”

“… Eğer milletleri, fertleri işte bu mücadele sebepleri ve araçlarıyla mücehhez (donatılmış) de olmayan milletlerin hiçbir şekilde huzurla yaşama hakları da yoktur. O halde asıl olan DİL-DİN ve de asırlardır süregelmiş Atasal törelerle kendimize dönmek olmalıdır.” Gelin kendimize dönüp hatırlayalım. Eğer yıkılışı hazırlayan eğitim kurumlarımız varsa halkla birlikte, kendimize dönmemiz galiba gerekiyor.

Sonuç olarak baktığımızda 100. Yılını tam olarak yaşadığımız bu yılda Türkiye Cumhuriyeti isek açın defterleri tam bir asır önce söylenenlere bakın yeni Anayasanın ilanından sonra 25 Ağustos 1924’te “… Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen (bilimler) ve hatta bedenen daha kuvvetli ve yüksek seciyeli (düşünceli, idealli) muhafızlar ister…” demişti. (Değerli okuyucularım, galiba bugünlerde işte birey olarak bu şuuru taşımıyor, düşünmüyorsak, günümüzde artık başlangıcın içinde miyiz, dersiniz?)

Peki şimdi neden bu durumlardayız?

Ancak adaletin, merhametin, edebin, öngörünün hüküm sürdüğü bir dindarlık anlayışı eğer öncelikli hale gelirse ve de biz vurdumduymaz olursak, durum üzücüdür. İşte yukarıda bahsettiğim, Atatürk kuşağının ikinci dönem gençlerinden olan rahmetli Emekli Edebiyat Öğretmeni (ki kendisinin adına okul açılmıştır) Samiha Ayverdi, eğitim kurumlarındaki gelecekleri sezip:

“… İslamın en büyük düşmanı cehalettir ve öncelik sayılan taassuptur, asla anlatılamaz da.” diyordu 35 yıl öncelerinde, okullardaki sözlerinde. Değerli okuyucularım, benim bildiğiniz gibi şimdiye kadar yayınlanmış 22 kitabım sebebiyle 20 yıl öncesinden beri sürekli Kaymakamlıklar ve Millî Eğitim müdürlükleri onaylarıyla okullarda seminerler vermiştim.

Yaklaşık 2500 kadar İstanbul’dan Gebze’ye kadar olan orta ve lise okullarında öğretmenler ile ve yarının gençleriyle çok yakın temaslarımız olmuştur. Bildiğimiz kadarıyla İstanbul’da devlet okulları 4700 civarındadır, liselerin müdürleri ise genelde meslekten (matematik, fizik, edebiyat, tarih vs.) olurdu.

Ancak şimdi son 8 yıldan bu yana bunların sayıları azaltılıp üçte bir kadar okulun müdürleri Din dersi öğretmenlerinden yapılmıştı. Kuşkusuz din dersi öğretmeni konu olarak gereklidir. Fakat onların bilimle ilgileri de hiç yoktur. O zaman Anadolu Lisesi, Meslek liseleri müdürleri nasıl olurlar, niye öğretmenleri bilimden uzaklaştırıldı. Kabul edilmelidir ki, eğitim göz boyaları ile devam ettirilemez. Üstelik Siyasal İslamcılık mantığıyla da öncelikli fikirleri ulu-orta kaydırıp bir bakıma sadece kendilerini kandırırlar, cahiliyeti tetikleyip sadece birey olarak kişisel hırslarıyla yarınını çıkarları için hazırlayan gençleri getirmeye başlarlar.

Değerli okuyucularım, bunları zaten bizim gibi sizler de biliyorsunuz. Bunun için de canınızdan çıkma çocuklarınızın geleceğini nasıl sokağa atar ve onların istikballerini umursamazsınız? Üstelik siz ana babaları, sadece inançlarınız için etkinlikler kurarak saptıranların zaman içinde hiç beklemediğiniz konularda ortaya çıktığını görüyorsunuz.

21 yıldır Devletimizi yöneten AKP iktidarının da başındaki tartışılmaz lider Recep Tayyip Erdoğan’ın sizin bile hayal edemeyeceğiniz saptırmalarını açık biçimde gördünüz. 14 Temmuz 2023 tarihli Hürriyet gazetesinde, tam sayfa yayınlanmış olan, kendi imzası bulunan TAZİYE başlıklı metinde, “… Ömrünü ilim ve irfan yolunda İslam’a hizmete adamış ülkemizin de manevi rehberlerinden olan SEYİD ABDÜLBAKİ EL HÜSEYNİ HACI EFENDİYE… Allah’tan rahmet niyaz ederim.” Recep Tayyip Erdoğan / Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı.

Evet bu hocanın hangi üniversitede okuyup bilim adamı olduğunu hiç duymamıştım, o biliyordur demek ki. Son 15 yıldır Fethullah devamında türetilmiş olan vakıflar kurdurulmuş olan MENZİL TARİKATI’ndan imiş, bunu da öğrendik.

Değerli okuyucularım, ben 82 yaşıma kadar Atatürk dışında 10 cumhurbaşkanını yakından tanımıştım, İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ve son Abdullah Gül’ü yakından tanırım. Hemen hiçbirisinin bu makamda iken, bugün şöyle yarın böyle dediğini de hiç duymadım.

Siz sanırım her şeyi iyi anladınız… Konumuzun başındaki tehlike eğitim kurumlarındadır herhalde…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları