Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Başkomutanlık Meydan Savaşı Dumlupınar ve bağımsızlık

Kurtarıcı lider Gazi Mustafa Kemal başlangıç döneminde diyordu ki: “Bir Ulus varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün düşünsel ve maddi güçleriyle ilgilenmez ise, bir ulus kendi gücüne dayanarak varlığını ve dahi bağımsızlığın sağlayamazsak ise, artık şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz…”

Fişek doldurma atölyesi…

Bu ordu Millî Mücadele’nin başlamasıyla birlikte kurulmaya başlamış, aşama aşama genişlemişti. Yarısı resmî, yarısı özeldi. On binlerce asker ve subay ile kadın, kız, çocuk, sakat ya da yaşlı erkeklerin yönettiği araba, kağnı, deve ve eşek kollarından oluşuyordu.

Büyük Taarruz Harekâtı’nın hazırlanışı

Sakarya Meydan Savaşında yeni kurulmuş olan ordu içinde düzenli kolordu mevcut değildi. Bunların yerine yörelerde oluşturulan kısım kısım grup komutanlıkları bulunuyordu. Ancak Sakarya’dan sonra kolordu karargâhı kurulmaya başlanmıştı.

Bu sebeple lojistik işlerin düzenlenmesine halkın yardımıyla önem verilmekteydi. Meclisten çıkarılan “Tekalif-i Milliye” emirleri çabuk yaydırıldı. Bunun dışında Rusya, Fransa ve başka devletlerden de hatta Afganistan’dan gizli ya da açık mali ve silah yardımları toplanmaya başlamıştı.

Diğer taraftan Yunan ordusunun ise artık tam olarak böylesine savaşlarda Türkleri yenemeyecekleri komutanları tarafından bilinmeye başlatılmıştı. Bunun için olası güçlü yeni Türk ordusu saldırılarına karşı tahkim edilmiş yer altına saklanmış, sağlam koruma alanlarıyla planlamaya başlamışlardı.

Yunan kuvvetlerin güçleri, üç kolordu halinde olup 12 kadar piyade tümenleri ve bağımsız bir de süvari tümenleri ve altı bağımsız alayları mevcuttu. 1. Yunan ordusu Eskişehir, 2. Kolordusu Afyon da, 3. ise öteki kolorduların yedekleri konumundaydı. Türk ordu birliklerinin genel görünüş ise, Ordunun 1/3’ü kuvvet olarak doğrudan düşmanla ölümüne savaşacaktı. 2/3’ü ise kesin sonuçlu hareketler için anında yer değiştirme kabiliyetiyle donatılmış durumdaydılar.

10 Ocak 1922 günü arkadaşlarıyla Alaşehir’deki karargâhta toplantı yapan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa;

“… Kuvvetlerimizin çoğunu düşman cephesindeki bir yanında, elden geldikçe de zayıf tarafında toplandık. Kuvvetlerin çoğunu Afyon bölgesinde Akarçay ile Dumlupınar karşısında düzenlemek durumdayız. Çünkü düşmanın en önemli noktası buralardır. Buralarda ise kesin şekilde başarıya ulaşırsak, Yunanlıların bu kez İzmir’deki karargâhlarıyla bağlantıları da tamamen kesilmiş olur.” demişti.

Türk ordusunu, 1. Ordu, 2. Ordu, Bağımlı bir Süvari Kolordusu (komutanları onun okul arkadaşı Fahrettin Paşa) ve Kocaeli grubu kapsamaktaydı. 1. Ordunun üç tümen bir kolordusu ve bağımsız üç tugayları da vardı.

2. Ordunun ise, her birisi ikişer tümenli 3 ve 4. tugayları mevcuttu. Bağımsız süvari kolordusunun ise üç süvari tümeniyle, atlı süvarilerden destek alayı vardı.

Yunan ordusunun toplamında 218 bin askerleri ile 6.556 kadar da subayları mevcuttu. Türk ordusunun ise toplamda 198 bin askeri ile 8.659 kadar subayı bulunuyordu. Yunan ordusunda 418 top, Türk ordusunda ise 349 kadar top vardı.

Yunan ordusunda ağır makinalı tüfekleri 1.280 kadar olup Türk ordusunda ise, az da olsa 883 kadar mevcuttu. Hafif makinalı tüfek konularında 3.139, Türk ordusunda ise 2.100 kadardı. Yunan ordusunda kılıç sayısı 1280 Türk ordusunun ise kılıç sayıları 5.259 kadardı.

Bütün bu donanımların tesirinde artık Türk Ordusunun hazırlıklar Temmuz 1922 sonlarına doğru tamamdı. Bütün bunlardan sonra Sakarya savaşındaki üç aylık süreyle verilmiş Başkomutanlık görevini 20 Temmuz 1922’te Meclisten tam yetkilerini almıştı.

Büyük Dumlupınar

Meydan Savaşı’na nasıl gidilmişti?

Bütün bunlar hem bölgelerde halk, hem de ordu tamamlanıp 6 Ağustos 1922 günü Batı Cephesi’nin komutanlık karargâhı içinde hazırladığı gizli raporunda tüm tümenlerin ve alayların hızlı olarak taarruza hazırlıklı emirleri dağıtılmaktaydı.

Öte yandan Mustafa Kemal Paşa 20 Ağustos 1922 günü bu kez de gizlice gece vakti Ankara’dan ayrılıp Akşehir’e gitmişti. Burada oluşturulan Batı Cephesi Karargâhı’nda Gen. Kur. Bşk. Mareşal Fevzi Çakmak Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile toplantılara girdiler. Gece 21 Ağustos sabahından itibaren orduya taarruz edilmesi emri çıkarıldı.

Nihayet 25 Ağustos gecesi Batı Cephesi’ne doğru sessizce atıyla hareket eden, sonra yolda hazır bekletilen otomobil ile gece yarısı saat 24:00’de karargâha gelebilmişlerdi. Biraz dinledikten sonra Fevzi Paşa ile kalkıp sabah namazlarını kıldılar ve Mirliva (tuğgenaral) İsmet Paşa’yı çağırıp çaylarını içmek üzere oturduklarında saat 05:15 civarıydı. Hazırlanan emir gereği, İsmet Paşa ile birlikte telgraf başına geçip saat 05:30’dan itibaren Türk topçularının süratle ateş etmeleriyle de savaşı başlatmış oldular.

Emiri alan 1. Ordu Komutanı Tümgeneral Sakallı Nurettin Paşa ve yine aynı emirle de birlikte topçularını ateşe başlatan 11. Kolordu Komutanı Yakup Şevki Paşalar gece uyumaksızın bu emri beklediklerinden zaten hazırlıklıydılar. Üstelik böylesi bir topyekûn harekâtın son derece gizlilik içinde yürütülmesinin perde arkasındaki uygulamaları da vardır. Nitekim o saatleri yaşamış olan Albay Asım Gündüz’ün birlikte cepheye gelirken Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine acilen verdiği emri söyler, şöyle demiştir:

“… 25 Ağustos akşamı her türlü haberleşmelere son verilecektir. Hatta limanlara da girişler-çıkışlar durdurulacaktır, bunun için limanları önceden bilgilendirmiştim. İstanbul ile İzmit arasındaki kara ve demir yolu ulaşım imkânları tamamen kesilecektir. Yani biz, işimizi tamamen bitirene kadar… Dünyanın Anadolu’dan hiçbir haberi olmayacaktır. Kontrol için yeteri kadar uçağımız var, onlar harekete geçip düşmanın havadan keşif yapmasını da önlesinler…”

Artık bu saatlerden itibaren öğlene kadar, Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal, Mareşal Fevzi Çakmak, 1. Ordu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa ve Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa harbin karargâh merkezi olarak tespit ettikleri Kocatepe’de beraber oldular. Savaş başladığında 26 Ağustos sabahı beklenmedik şekilde Yunan mevzilerine 200 civarındaki topların ateşleri artık göğü kızarttı. Üstelik bu toplar boşluğa değil, yerleri önceden belirlenmiş doğrudan mevzilere ve tel örgülerle korunan düşmanların karargâh çadırları üstüne düşmeleri şaşkınlığın ve morallerin çöküşünü getirecektir.

Elbette ki Türk ordusunun topyekûn taarruza geçmesi bu kez bölgedeki tüm köylüleri büyük bir moral çemberinin içine almıştı. Harp tarihinde tartışmasız Yıldırım Harekâtı denilen bu saldırılar sırasında şaşkına dönen Yunan ordusunun komutanları başındaki General Trikopis acele bir kararla 7. Tümenini derhal 1. Tümen Komutanı General Frangus’un emrine vermişti. Yedekteki Albay Platoris zırhlı alayını da 4. Tümeni takviye etsin diye cephede kaydırmaya başlamıştı.

Ancak 28 Ağustos günü bu sefer Türk ordusundaki kaydırma ve saldırı harekâtını yapmakta olan 2. Süvari Tümeni Tokuşlar Köyü civarında toplanmaktaydı. Fahrettin Altay Paşa’nın emir ve talimatı üzerine her bir tugaya yönlendirmede bulunup durmaksızın ayrı ayrı görevleri vermeye başlamıştı.

29 Ağustos gününde Yunan ordusundaki 1. ve 2. Yunan kolordusunun İzmir’deki karargâh merkeziyle irtibatları tamamen kesilmiş durumdaydı. Öğleden sonra hâlâ yıkılmadan mevzilerinde bulunan, zarar görmemiş durumdaki sığınaklarından çıkmaya başlayan Yunanlı askerler, kısmen de olsa direnişe başladı.

Yaşlılar, tüccarlar, kadınlar, erkekler, çocuklar, hastalar hatta köpekleri, kuşları, kaçmak için hazırladıkları bavulları ve sepetleri, çıkınları ve yaldız çerçeveli aynalarını bile alıp kalanları bırakarak nereye gideceklerini bilmeksizin Afyon’dan ve bölgeden çekilmeye başlamışlardı. İşte büyük Dumlupınar Meydan Savaşı’nın bu duruma geleceğini çok iyi planlayan ve hisseden büyük komutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos’taki saldırı kararının ertesi 27 Ağustos’ta Ankara hükümetine gün ve saat bilgisi vermek için telgrafında:

Belge No: 1278

ŞİFRELİ

Batı Cephesi Karargâhı

27 Ağustos 1922

B.M.M. İKİNCİ BAŞKANI ADNAN ADIVAR BEYFENDİ’YE

BAKANLAR KURULU BAŞKANI RAUF BEYFENDİ’YE

DOĞU CEPHESİ KOMUTANI KAZIM KARABEKİR PAŞA’YA

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI

KAZIM ÖZALP PAŞA HAZRETLERİNE

1- Yayınlanmayacaktır, gizlidir…

2- Birincisi ordumuzun saldırısı başarıyla sonuçlanmaktadır. Ordu cephesinde düşman mevzileri genel olarak Afyon’un güneyinden başlayarak Kışlacık’ın güneyi ile sağlamlaştırılmış birçok teller ve güvenli yerleri dahi güçlü bir savunma bütünlüğü sağlar. Ancak bu yerlerin bir bölümü dünkü saldırıdan sonra elimize geçmiştir. Bugün süren saldırılarımızda ise ovadaki sığınaklarla 1313 ve 1355 rakımlı tepelerle, Ahurdağ üzerindeki yığınak olan yerleri Çingiltepe’de ele geçirilmiştir.

Bu durumda düşman birlikleri kuzeye çekilmeye başlamıştır. Afyonkarahisar birliklerimizce geri alınmıştır. Ordumuzdaki subay ve erlerimizin gösterdikleri bu kahramanlıkların anlatılması ise çok güçtür. Cephenin öteki bölümlerinde toplu saldırı harekâtımız istediğimiz, planladığımız gibi sürmektedir…”

Başkomutan (Müşir)

MUSTAFA KEMAL

BTT/Nisan 1985/syf. 2, sa. 37

Bir kez daha askerî olasılıkları ve gerekirse doğabilecek her türlü kötülük ve imkânsızlıkları da inceleyip tarttık. Böyle bir durumda Türk’ün Kurtuluş Güneşi’nin gerçekten 30 Ağustos sabahı, hem de bütün görkemiyle doğacağını hep birlikte anlamıştık. Böyle bir belirlemeden sonra tüm ordu birliklerine saat 06:30’da yeni ve tam yetkili savaş emri yazdırmaya koyulmuştuk…

Dumlupınar Harp Karargâhı

30 Ağustos 1922/saat 06:40

ÖZEL ŞİFRELİ

BAŞKOMUTANLIK TAARRUZ EMRİDİR

Bütün askerî kuvvetler belirlenmiş hedeflerine ulaşmıştır. Komutanlarımızın direktifleri doğrultusunda durmaksızın tüm olanaklar kullanılarak tam yetkiyle taarruza gidiniz…

ORDULAR, İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ’DİR… İLERİ…”

Başkomutan (Müşir)

MUSTAFA KEMAL

Artık görülmekteydi ki, önceleri İtilaf Devletleri’nin öne çıkan İngiliz komutanlarının dünyaya:

“… Hiçbir zaman geçilemez tel örgülü mevziler…” dedikleri bu yerlere Allah tarafından tufan mı getirilmişti de bu kadar kısa zamanda böylesine tarumar edilmişlerdi. Nitekim bütün bunları gören büyük lider Başkomutan, diğer komutanlara bakıp şunları demekteydi: “… Bu görüntüler insanlığı utandırıyor olabilir ama meşru (gerçek olan) vatanı savunmamız için buna mecbur kalmıştık. Türkler olarak hiçbir tarihimizde başka ulusların yurdunda böylesine bir insanlık dışı davranışta bulunmayı hiçbir zaman kalkışmadılar…”

Sonuç olarak bakıldığında bu büyük taarruz süresi içindeki Türk ordusunun resmî belgelere göre insan kayıpları; 23.180 şehit, 9360 yaralı, 101 kadar Yunan esir ve 1697’de kayıplardan ibarettir. Bu kadar kayıpla kazanılmış imha harekâtı meydan savaşının tarihlerde örneğini çok nadir bulabilirsiniz.

30 Ağustos akşamı Afyon ve İzmir ekseni üzerinde Kapandağı yöresinde düzensiz şekilde geri çekilmekte olan 1-2 ve 7. Yunan tümenleri bu kez Kızıltaş deresi ve çevresindeki dağlarda doluşmaya başlayan döküntülerinden başka, artık İzmir’e kadar Türk Süvari kolordusu Fahrettin Altay Paşanın karşısında hiçbir şekilde durabilmesi mümkün olamıyordu.

Kaçanların bıraktığı ele geçirilen uzun menzilli topların sayısı 141’leri bulmuştu. 31 Ağustos’tan itibaren artık bütün yörelerde düşman kuvvetlerinin kovalanmalarına hiç beklenmeksizin devam edilmeye başlanmış oldu. Konuyu en iyi şekilde tespit eden Mustafa Kemal, Nutuk’ta: “Tam üç vasıtanın yerini yeteri derecede hazır olmasını görmek lüzumunu duyuyorum. Onlardan birincisi ve en önemlisi ve esas olanı doğrudan doğruya milletin kendisidir.

İkinci vasıta (araç) Milleti temsil eden Meclisin millî orduyu oraya koymakta ve bunun icaplarını (gereklerine) inanarak yerine getirmekte göstereceği azim ve de yiğitliktir. Üçüncü vasıta ise milletin de silahlı evlatlarından ibaret olup, düşman karşısında toplanmış bulunan güçlü ordumuzdur” diyerek bütün açıklığıyla anlatmıştı. Gerçek harp tarihi belgelerle budur.

Nitekim daha Millî Mücadele’nin başlarındaki söylediği: “Temel ilke Türk Ulusunun saygın ve onurlu bir ulus olarak da yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsızlık almakla mümkündür” diyen Mustafa Kemal Paşa’nın çizilmiş olan Millî Mücadele Planı çerçevesinde adım adım belirlenen millî hedefe imkansızlıklara rağmen yöneldiğini görmekteyiz… FERİT ERDEN BORAY

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları