Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

B) Tek parti CHP döneminde savaş dışı iç meseleler

Dünya tarihlerinde devletlerini ölüm pahasına kurtaran liderler, ancak 100 yılda bir çıkar. İşte bu liderde kuşkusuz Kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’tü. Onun en büyük erdemi tartışılmaz cesaretiydi, elbet.

“Bir adamın değeri yüreğindedir, gerçek orada yatar, yiğitlik ise kolların bacakların değil cesaretin ve ruhun sağlamlığındadır. Yiğit öncelikle düşünce cesareti yitirmeyendir. Bu sebeple de ölüm korkusu ilahi özgüvenini hiç yitirmeyen, ruhunu da teslim ederken yılmadan ve horlayan gözlerle düşmana bakabilen, yenilebilirler ama onu yenen ise düşmanı değil, talihidir. Erdemin onuru yenmekte değil dövüşmekten yılmamaktır…” der, Montaigne Denemeler’inde.

1940 yılı Türkiyesi:

27 Ocak: Millî Korunma Kanunu ilk kez Resmî Gazete’de ilan edildi. İstanbul’da ise yeni yapılacak binalarda sığınak zorunluluğu getirilmiş oldu.

31 Ocak: Belgrad’da toplanacak Balkan Paktı toplantısına katılacak olan Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu “BİZ TARAF DEĞİLİZ, HARP HARİCİYİZ” demekteydi.

9 Mart: İngiltere Ortadoğu Hava Kuvvetleri Komutanı General Mitchel ile Fransız Doğu Akdeniz Hava Kuvvetleri Komutanı General Jaunaun Ankara’ya gidip Mareşal Fevzi Çakmak ile görüştü.

16 Nisan’da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Daily Mail gazetesine, “… Türkiye-İngiltere ve Fransa ile anlaşmasında iyi ve fena zaman ayırt etmeksizin daima sadık kalacaktır.”

17 Nisan: Köy Enstitülerinin kurulmasına ilişkin yasa Meclis’te kabul edilmiş oldu. İlkeler de yerinde duruyordu.

6 Mayıs günü Sıkıyönetim yasası TBMM’de kabullendi.

18 Mayıs: Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak paşanın acilen Müttefiklerin Doğu Akdeniz’deki askerî kuvvetlerinin komutanlarıyla görüşmek üzere Beyrut’a gitmişti.

2 Haziran günü Meclis’te Başbakan Refik Saydam’ın konuşması aynen radyoda yayınlanıyordu: “Vatan savunması için nihayete (sonuna) kadar azimli olduğumuz konularında ise hariçteki kimsenin kuşkuları olmasın” demişti.

27 Haziran duyurusunda ise: Seferberlik durumunda kadın ve erkek yurttaşların yapacakları işleri toparlayan resmî tüzük yürürlüğe girmiş oldu. Avrupa’da ise 19 Temmuz günü, Hitler, meclisleri Reisctag’daki konuşmasında, “Romanya’yı alacağımızı söyleyerek, Türkiye’yi de korkutmak istiyorlar” diyordu. Gerçekten de aynen öyle düşünülüyordu.

22 Ağustos: Millî Savunma Bakanlığı ordumuzun da ihtiyaçlarını karşılayan sekiz fabrikada fazla mesai yapılması için resmî tebliğ kararlarını ilan etmişti. Bu arada yeni Askerî ceza kanunun da yürürlüğe geçti.

10 Eylül, durumun önemi adına, önce Cumhuriyet gazetesi sonra da Tasvir-i Efkar ve Haber gazeteleri de Bakanlar Kurulu kararıyla geçici olarak kapatıldı.

Artık durumun önemi halka kadar kuşkusuz yansıtılmaktaydı. 27 Eylül’de Millî Eğitim Bakanı Prof. Hikmet Baydur İstanbul Üniversitesi’nde: Ordumuzun kuvveti bize her türlü tehlikeyi karşılamak cesaretini vermektedir.” Der.

14 Ekim: Almanların Balkanlar üzerinden Süveyş’e kadar inme imkânlarından söz eden İngiliz Ekonomist gazetesinde çıkan haberde : “… Ancak böyle bir durumda Türklerin harika savunmasıyla karşılaşırlar, elbette” deniyordu.

18 Kasım günleri bakanlar kurulu kararıyla da herhangi bir hava saldırılarına karşı bütün kent ve kasabalarda geceleri karartma yapılması emredildi. (Ben iki yaşında çocukluğumda o günleri hatırlıyorum) 22 Kasım günü de İstanbul, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli’nde Sıkıyönetim ilan edilirken, bu durumda Korgeneral Ali Rıza Altunkol atanmıştı.

Bu arada bütün motorlu özel araçların trafiğe çıkması da yasaklanmaktaydı. İşte burada dünkü köşe yazımızın başındaki CHP camileri kapatmıştı sözlerinin nasıl ve hangi şartlarda zorunluluk getirdiğini belgeleriyle bilmeliyiz.

4 Aralık 1940 günü Hükümet Toprak Mahsulleri Ofisi’nin buğdayı üretim yerinden satın alarak gereken gibi stok yapmasını ve gerekirse tüccarın elindeki olan bu stoklara da el konulmasını kararlaştırmış oldu. (Bu da tüm dünya tarihlerinde savaş döneminde yapılır.)

23 Aralık 1940 günü bir de Silahlı Kuvvetlerin gereksinimi olan giyim, kuşam malzemelerinin ve önemli olan ayakkabı, postalların kolaylıkla yapılmasına izin veren kanun çıkarılmıştı. Evet benim bizzat bildiğim ve gördüğüm, Sümerbank, fabrikaları ile Beykoz’daki Deri Ayakkabı fabrikaları bu sebeple acilen kuruldu.

(Günümüz Türkiye’sinde siyasetle uğraşan AKP’nin ülkenin bu ihtiyaçlarını gereğini hiç bilmeksizin de bildiği gibi bu fabrikaları kapatıp iptal etti ve de onların topraklarında AVM’ler ise insanlar için sanki ihtiyaçmış gibi başlandı, ne demekse.)

Nitekim 25 Aralık 1940 günü Millî Korunma kanunda yapılan değişiklikler ile hükümete verilen yetkiler genişletildi, gerektiğinde bazı cezalar da ağırlaştırıldı.

Bu arada aynı yıl içinde 18 Mart günü Hitler ile Mussolini İtalya’da buluşup savaşa girme kararını aldılar. 28 Mayıs’ta Belçika ve Hollanda Nazilere teslim oldu. 25 Ağustos’ta, Alman savaş uçakları Londra’yı bombalamışlardı. 13 Eylül’de İtalya ordusu Libya sınırında Mısır’a yürüdü.

27 Eylül’de Japonya’da Almanya ve İtalya’nın askeri paktına resmen müttefik olarak katılmış oldu. 7 Ekim’de Alman ve İtalya kuvvetleri Romanya’yı işgal etmekteydiler. 28 Ekim’de ise İtalyan kuvvetleri resmen Yunanistan’a girmişlerdi.

5 Kasım 1940 günü ABD’de Franklin Roosevelt üçüncü kere yeniden başkan olarak seçimleri kazanmıştı. 29 Kasım’da Macaristan MİHVER grubuna katılmış oldu. 29 Aralık günü Almanlar, Londra’ya 10 bin kadar yangın bombalarını atıp perişan hale getirmişti kenti.

Evet bütün dünya ölümler pahasına sarsılırken Türkiye’deneler oluyordu?

Değerli kardeşim, hocam Dr. Sakin ÖNER derdi ki:

“… Türk milletinin özünde var olan vatan ve millet sevgisi, din ve iman duygularıyla başlattığı ve yürütmekte olduğu kuvvetle bir dayanışma gücüdür…” Hep böyle oldu.

Kuşkusuz bütün yurtta olası savaşlar içinde elbette, Türkiye’ye savaş dışı bırakıp birtakım ek savunmada önlemler alınmasını gerektiriyordu. Başlangıçta harp tarihinde önemli sayılan ve ünlü “Çakmak hattı”da denilen Kırklareli, Edirne ve İstanbul taraflarında engelleyerek gizli yeraltı toplarımızın oluşumuydu.

3 Mayıs’a gelinirken bir bildiri yayınlayan “Yardımseverler Cemiyeti Başkanı Mevhibe İnönü”nün gönüllü kadınları toplayıp hastabakıcılık ve ordunun ihtiyacı olan malzemelerin hazırlanması planıydı.

Avrupa’da ise Sovyetlerin, Estonya-Litvanya ve Letonya’yı işgal etmeleri devamında Polonya’nın sonra da Fransa’ya yönelmesiyle birlikte Danimarka ve Norveç’i de işgal edip büyümesi engellenemez durumları oldu.

Bütün bu dünyada girişimlerin sonucu daha önce 1. Dünya Harbi döneminde yaşandığı gibi, Türk Ordusunu yönetecek komutanların yetiştiği Kara Harp Okulu’nun durumu öne çıkmıştı. Konuyu inceleyen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ve General Millî Savunma Bakanı Kazım Orbay toplandı.

Bu dönemlerde Harp Okulu sadece 200 subay mezun vermekteydi, Harp okulu henüz yeni olarak İstanbul’dan Ankara’ya gelmişken acil karar vererek, yılda 1.400 kadar öğrenci alarak olası savaşa hazır subaylar mezun edilecekti. Çünkü bu sıkıntı, Osmanlı döneminde harplerde subayların eksikliğiydi.

1941 yılına gelindiğinde yaşananları anlamadan varsayımlarla geçmiş tarihlerimiz hiçbir şekilde anlamamız mümkün değildir. 6 Ocak’ta alınan bir kararla muvazzaf askerlik süresi üç yıla çıkarılmış oldu. Bunun için hükümet acilen asker ve hayvanların gıdaları sebebiyle buğday ve çavdar, arpa ürünlerine el koymak için geçici kararlarını valiliklere sevk etmeye başlamıştır.

Köşe yazımızın başında söylediğimiz ve hiçbir zaman anlaşılmadan, İsmet İnönü’yü suçlamak adına bu kez sadece günümüze kadar süregelmiş camileri kapattıklarını doğru uygulamalarını gerçekleriyle açıklayalım.

16 Şubat günü Çankaya’da toplanan ordu komutanları Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye şunu teklif ettiler. Mareşal diyordu ki: “İsmet Paşam biliyorsun, ordumuz 1. Dünya Harbinde ulaşılamayan erzak eksiklikleri ile büyük kayıplar ve açlıklar yaşamıştık.

Bunun için acilen, toplanacak olan hububatların muhafaza edilmesi için silo denilen büyük depolar gerekir. Siz bilirsiniz galiba Ankara-Eskişehir ve İstanbul’da birer silomuz vardır.”

“… Mareşalim o zaman ne yapmamız gerekir?”

“…Cumhurreisim, Kâzım Paşanın da bana söylediği gibi bunu temini için, ülkemizde büyük şehirlerimizde oldukça büyük camileriz vardır. Bazıları 3-5 bin cemaat alır ancak yeterince dolmaz, üstelik bu camilerin oldukça geniş alanlarında da oturma odaları, mescitler de vardır, pek kullanılmaz. Bunun için derhal sizin emirlerinizle valilerden siloya uygun yerler istensin?”

Evet, bu acil ordu ihtiyaçları sebebiyle mesele ciddiye alınıp valiliklere resmî mektuplar yollanmıştı. Fakat valilerden sadece üç tanesi olumlu cevap verdi. Diğer tarafta şehirlerde, kasabalarda zengin olanların geniş alanlarından orduya ayıracak kadar yerler verilmemişti.

Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığınca bilinen çok da geniş alanları kalmış camilerin, cemaatin dışındaki yerlerin bir kısmının ayrılıp geçici sürelerde SİLOLAR olarak kullanılmasına karar verilmiş oldu.

80 yıl önceki Türkiye şartlarında yeteri kadar ulaşım için kamyonlar yoktu ancak toplanan tarımsal ürünler, katırlar, öküzler ve at arabalarıyla çok acil şekilde toplanıp getirilmeye başlandı. İşte bu kez arabalardaki hayvanlar, hububatların boşaltılması sırasında belki iki gün burada kalırlar ve bilindiği gibi hayvanların pislikleri de olurdu.

İşte bu karar uygulanmıştı. Ta ki olası savaşa da girmediğimiz sürede olmuş, savaş bitince de talimatlar gereği kullanılan camiler eski haline döndürülmüştür. Meseleye fanatik ve dinsel açıdan bakanların kendilerince buna karşı çıkıp “Sağır İnönü, camilerimizi kapattı ve hayvan ahırlarına çevirmişti” demesinin hiçbir doğru tarafı yoktur.

Üstelik o yıllarda devleti yönetenlerin ve de ordunun subaylarının da vakit namazlarını kıldıkları ve adı geçen camileri çok iyi bildiklerini de bilirken. O durum öylesine tehlikeliydi ki çünkü ülkemizin de her an harbe girmesi mümkündü.

6 Nisan’da Almanya’nın Yunanistan’a girişleri, Türk deniz sınıra kadar Doğu Akdeniz’in savaş bölgesi ilan edilişi üzerine Türkiye tedbir olarak Uzunköprü ve Edirne hattındaki demir yolu köprülerini ordumuzca havaya uçurarak saldırıya engel sağlamaya başlamıştı bile.

12 Haziran’da Çanakkale dışında torpillenerek batırılan Fransız ticaret gemisi mensupları Turhan vapurumuzla kurtarılıp İstanbul’a getirilmişlerdi.

Nihayet 18 Haziran 1941’de Türk, Alman Saldırmazlık Antlaşması Ankara’da Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile Alman Büyükelçisi Von Papen imzaladılar.

19 Haziran’da Türkiye Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede tarafından İsmet İnönü’nün mektubu Hitler’e verildi. Buna rağmen Refah vapurumuz Mersin açıklarında batırıldı.

İşte bu yazının amacı; bu gerçekler anlatılmadan, yarım yamalak bilgiler ışığında bilip bilmeden fanatik dinci sözleriyle o yıllar ve iktidardaki CHP suçlamasını anlatmaktı…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları