Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Aslen Kürt olmayan, Nakşibendi Şeyhi Said nasıl devreye sokuldu?

İstiklal Mahkemesi’ndeki kayıtlarda Şeyh Said der ki: Bir kere Hâkim Bey, ben dedikleri gibi KÜRT değilim. Aşiret reisiyim, oldukça zengin topraklarımız vardır. Atalarımızdan anladığım şekliyle de buraya asırlar önce gelmiş Zazalardanım.

Kısmen de olsa resmî tarihlerimizde yazılmış şekliyle 620 yıl yaşamış, Osmanlı-Türk imparatorluğu devleti, 10 yıllık ülkelerarası savaşların sonucunda Mondros ile tamamen yenik sayılmıştı.

Bilindiği gibi Kurtuluş savaşı süreçleri yaşanırken başarıyla bitirilmiş ve devamında bu kez uluslararası tescil için açılmış olan LOZAN Antlaşmaları sürdürülmekteydi. Oradakilerin halen görüştükleri Misak-ı Millî Hudutları meselesi şeklen de olsa tescil edilmiş, fakat konuları eksik bırakılmıştı.

O dönemi çok iyi yaşayıp organize eden lider:

“… Musul bizler için çok önemlidir. Birincisi Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol yatakları var ve dahi asırlardır bu bölgeler Türklerinde toprakları ikincisi ise onun kadar önemli olan bölgelerde sıkça da rastlanıp hem de benim bizzat takip ettiğim bölgelerdeki KÜRTLÜK SORUNU varmış gibi yaratılıyordu. Çünkü İngilizler ise oralarda yandaş bir “Kürt Hükümeti” kurmak istiyor.

Eğer bunu zaman içinde yapabilirler ise, bu mesele bizim sınırlarımız içindeki yörelere dahi zamanla yansıtılabilecektir. İşte buna da engel olmak için oradaki sınırlarımızı çok daha güneyden çektirmek gerecektir.” Demişti. Bugün aynını yaşamaktayız.

İşte bu sohbetler sırasında Vakit gazetesinin yazarı ve sahibi olan Ahmet Emin Yalman gaziye sormuş ve cevabını da şöyle almıştı:

-Kürtlük sorunu nedir paşam, açar mısınız?

-Beyler… Bizim yani Türkler için Kürtlük Sorunu kesinlikle olamaz. Çünkü bizim ulusal sınırlarınızın içinde Kürt ögeleri asırlardır öylesine yerleşmiştir ki, üstelik yörelerde sınırdaki sıkıntılı yerlerde köyler olarak yaşamaktadırlar.

Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek bu durum şeklen Türkiye’yi mahvetmek demektir. Örneğin Urfa bu kez Erzurum’a gider hatta Erzincan’a, Sivas’a gider Harput’a kadar gidilen bir başka sınırı da çizmek gerekecektir.

Ve hatta Konya çöllerindeki Kürtleri de göz önüne almak gerekir. Böyle bir durumlar ise kuşkusuz içinden çıkılamaz halleri de getirir, elbette.” Demişti.

İşte o günlerdeki koşullar içinde de kendince yorumlayan kurtarıcı lider Mustafa Kemal Paşa’nın ne olursa olsun bu sırada söyledikleri neydi denildiği gibi “Kürtlere Kürdistan sözü vermişti” deyişinin hiçbir belgesi yoktu. Oysa zaman içinde belgeler halkın kendilerinin seçmiş olduğu yerel Belediyeler tarafından yıllardır yönetilmektedir.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş dönemi

Birinci Dünya Harbi bittikten sonra aradan beş yıl geçmiş ve yeni bir bağımsız Türk devleti üstelik Avrupalı devletlerin onayı ile kurulmuş durumdaydı. Ancak İngilizlerin ise Orta Doğu’daki yarım bıraktıkları Musul meselesi güncelliğini sürdürmekteydi.

İngilizler, 1. Dünya Harbi yıllarında Musul meselesinin çözülmesi için Türkiye ve Rusya’ya karşı da KÜRT-ERMENİ-KELDANİ siyasetini derinlemesine çıkarmıştı. Onların Orta Doğu’daki bu siyasi emellerine hizmet eder ve Serdan-ı Rumiye taraflarına ilerlemeye başlayan bu defa da Ermeniler ve Nasturiler’in sınırlardaki yerleşik halk ile ilişkilerini kuvvetlendirmekteydiler.

İşte bu dönemleri geçirdikten sonra bu kez yeni Osmanlı yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve 29 Ekim 1923’ten itibaren dünyaya ilan edilmişti. Bu arada da yeni kurulan hükümetin, var olan İngilizlerin güneydoğu bölgesindeki Nasturi kışkırtmalarını dikkat çeker. Elbette ki İngilizlerin gizli hesaplarına göre de bu durumda, Nasturiyenler konusunu gündem edip Türkiye’nin sınırları içinde insanların kışkırtılması olacaktır.

Han Gediği olayı ve Nasturiler

Elbetteki Nasturi halklarının ise bölgelerinde zaman zaman çıkacak böyle fikirlerine katımları olurdu. Ağustos 1924 günü bölgenin en etkili dağlık vilayeti olan Hakkâri’nin valisi, Han Gediği dolaylarında iken yolunu atlı çeteler çevirip onu ve ekibini esir almışlardı. Nasturilerin bu hareketi sırasında ise birlikte geldikleri denetim memurları da bulunuyordu.

Bu arada polisler ile birlikte hareket etmekte olan Jandarma Alay Komutan Yardımcısı Binbaşı Hüseyin’i ise silahlı gruplarla esir etmek istedikleri sırada yanlışlıkla da olsa şehit etmişlerdi. Daha sonra başlangıçta İngilizlerin tezgâhladıkları bu olayı, bu arada esir alınan Vali Halil Rıfat Bey raporunda şöyle anlatıyordu.

“… Beytüşşebap’tan sonra Çal aşiretlerinin de özel organizelerini ve de bölgedeki Nasturilerin yerleştiklerini bilmeksizin buraya yayıldıklarını söylemişlerdi. Ancak biz buraya gidip köylerini incelemek, eğer varsa da silahlı gruplarını da izlemek için ekibimle gitmiştik. Buna mukabil yörede önemli bazı işleri de yapmak üzere 3 Ağustos 1924’te Çölemerik’ten Çal’a hareket etmiştik.

Bölgeye geldiğimde denetlemeye çıkan Jandarma tabur komutanı ile bölgedeki Jandarma karakoluna atanmış olan teğmen ile birlikte gidiyorduk. Onların arasında bizimle birlikte hareket eden 9 kadar da piyade süvarisi gelmekteydi. Yanlarında 3 hayvanlı korucusu ve yöreden bize katılan siviller de bulunmaktaydılar yanımızda.”

Bu arada Nasturilerle temas etmemek için mümkün olduğu kadar dağlık yollardan gitmekteydik. Nasturiler’in köyleri ise 7 saat kadar uzaktaki yörelerdeydi. Dereden geçip bu gece kenarında kaldık, sabahleyin de kalkıp toparlanmaktayken, atlara binip dereden geçerken on dakika sonra bize ateşli saldırıları başladı. Böylece gördük ki yaklaşık 200 kadar olan Nasturi atlılar silahlarıyla bizleri kuşatmışlardı. Çatışmalar sırasında kuşatılan bazı Jandarma erlerinin silahları üzerlerinden alınmaya başlamıştı.

Bir süre sonra yolcular arasında Vali’nin olduğu haberini alınca ateşkes durdurulmuştu. Fakat biz yaklaşık 7-8 saat kadar enterne edilerek bekletilmiştik. Bu durumda Gulyano adlı bir aşiret reisinin tarafında olduğu görülmekteydi.

Bu arada Binbaşı Hüseyin ile üç jandarma askeri çatışmalar sırasında şehit olmuşlardı. Daha sonra Gulyano Aşiret reisinin yanındayken, buraya İngiliz subay ve askerlerinin geldiklerini de açıkça görmüştük. Bu meselenin tamamen onların organizasyonu olduğu açıktı.

Aslına bakılırsa Kürt aşiretleri olsun buradaki Nasturiler olsun, kendilerini koruyabilmek için en azından kendilerini koruyacak sayıda atlarını bulunduruyordu.”

Esasına bakılacak olursa, Nasturiler, Süryani papazlarından NASTONS tarafından kurulan Nasturilik mezhebi daha çok Güneydoğudaki Türkiye sınırlarında bilinen dağlık Hakkâri’de köylere yerleşenler olmuşlardır. İşte bu sırada çıkan Nasturi ayaklanması için yeni Türkiye hükümeti, 4 Ağustos 1924’te egemenliğin sebebiyle isyanının durdurulması görevi Kolordu Komutan olan Cafer Tayyar Eğilmez Paşaya verilmiştir.

Bu tarihten itibaren Adana’da ise eski Osmanlı’nın 9. Ordusu dağıtılıp 9. Kolordu olarak yerleştirilmesi sağlanmıştı. Bölgeye de acilen Van bölgesine kadar uzanabilecek olan 12. Süvari tümeni (4.200 kişi) bölgeye sevk edilmiş oldu. 13 Ağustos 1924 tarihinde ise Genelkurmay tarafından yapılacak olan Tedip Harekâtı (değişim, düzenleme hareketi) için başbakanlığa yazılı raporunu yollamakta gecikmedi.

Eylül ortasına kadar süren Genelkurmayın bu Tedip harekâtı son bulmuştu. 15 Eylül 1924’e gelindiğinde Gaydan-Nahturan-Harviz gibi civardaki Harmadin ve Kiravi aşiretleri de Cafer Tayyar Paşanın kuvvetleri emrine katılacaklarını bildirmekte gecikmemişlerdi.

Bütün bu gelişmelerin sonucunda Nasturi olayı 28 Eylül 1924 günü kesin olarak bitirilmiş ancak bu bölgedeki ayaklananların bir kısmı İran’a kaçmıştı. Nihayet 23 Ekim 1924’te Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Paşa detaylı raporunu hükümete sundu.

1925 Şeyh Sait İsyanları gerçeği

Henüz 1925 Şubatına girilmeden Aralık ayı içinde Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığında Şark şubesinin memurlarından Albay Tohleton ile bağımsızlık çalışmaları için Şeyh Abdülkadir adına söyleşi yapılırken:

“… İngiltere Kürt emirliğinin kurulmasına destek verecek ve Emirliği de civar hükümetin olası hücumlarından da koruyacaktır.

Emaretin başına da Seyit Abdülkadir gelecek ve kabinenin kurulması için kendisine karışılmayacak. İşte bu alt konuşmaların sonucunda başlatılacak hareketin ilk hedefi Diyarbakır’ın ele geçmesidir. İngiltere, bu Emaret kurulana kadar Kürtlere gerekli silah, malzeme ve para yardımları yapacaktır.” (şeklindeki bütün konuşmalar belgelidir.)

Şeyh Sait hakkında bilinmeyenler

Aslen Elazığ ilinin Palu ilçesi halklarından olup Nakşibendi tarikatının o dönemlerde çok önemli üyesiydi, kendisi. Bu sebeple bölgedeki saygınlığı olan şeyhlerden sayılırdı. Üstelik onlar bölgelerinde ailecek hayvancılık yaparak geçimlerini sağlardı.

Şeyh Sait’in köyü ise aslında Erzurum’un Hınıs ilçesindeki Koçhisar’dır. O da bu köyde doğmuştur. Ailecek bu bölgeden taşındıktan sonra dönemin zenginlerinden de olduklarından doğu bölgesindeki saygınlığı oldukça yüksek aşiretlerden biriydiler.

Üstelik asırlar önce bölgeye intikal etmiş ve yerleşmiş, eski asırlardaki Asya kökenli Urartu Türklerinden, Zaza dilini de konuşanlardandılar. Ancak konumuzun gereği olarak bu kez İngilizlerin ajanlarından bilinen Seyit Abdülkadir, İhsan Nuri, Cibranlı Halid ve Osmanlı dönemindeki milletvekillerinden Yusuf Ziya beyin takımlarıydı burada.

Bu konumlarda öne çıkan fikirlere göre de bu kez, 1923 Mayısında kurulmuş olan KÜRT AZAT CEMİYETİ’nin 1924 yılında kongresi Erzurum’da yapılacaktı. İşte bu kongreye misafir olarak çağrılan Şeyh SAİT’e yeni kurulacak “Kürt İstiklal Cemiyeti” fikrini aşılamaya başladılar.

Hatta bu toplantılarda yabancılardan yardım alınması konusu görüşülürken, Şeyh Sait:

“… Yabancılardan gizlice yardım almanın mübah (uygun) dahi olmadığını da söylemekte gecikmemiştir.” Sadece bu toplantının sonunda; Şeyh Sait ile kardeşleri Abdülrahim ile arkadaşları bugünlerde Osmanlının da tamamen yıkıldığına bakılarak Müstakil İslam hükümeti kurulmasına yatkın olarak çıktılar.

Şeyh Said ayaklanması ve tenkili

Aslında güneyde olan MUSUL meselesi sebebiyle 1924’te yaşanmış olan Nasturi ayaklanmaları sırasında kaçak Kürt askerleri bölgeye intikal etmekteydiler. Önceleri Şeyh Said, Lice’nin Hani bucağına gider. Buradayken Hacı Salih Bey’in evinde konuk kalmıştı. Kardeşi Abdülrahim ise Tarikatın ileri geleni Reşit Ağa, Kör Hüseyin ağa, Eyüp oğlu Zülfü ağa ile bir araya gelip görüşmeler yapmaktaydılar.

Aslına bakılacak olursa ayaklanmanın odak noktası, -öne çıkan- daha çok Nakşibendi tarikatıydı. Hem kendisi ve hem de kardeşi bu tarikatın ileriye gelenleri konumundaydılar. Üstelik her ikisinin de dedeleri, dönemindeki ünlü Tarikat lideri sayılan Mevlana Halit’in de öğrencileriydi.

Öte yandan bu dönemde yeni Cumhuriyetin de kuruluşu sırasında Bitlis’te T.C. tarafından kurulan “Divan-ı Harp Mahkemesi”ne çağırılmaktan korkuyordu. Acaba önceleri yakalanıp tutuklanmış olan Cibranlı Halid Bey ve Yunus Ziya gibi tutuklanır mıydı?

O’nun bundan sonraki dinlenme durağı Elazığ’ın Piran köyü olup oradaki kardeşi Abdülrahim ile görüşeceklerdi. Oraya yanından onu hiç ayırmayan yaklaşık 300 kadar silahlı tarikat mensubu, kişilerle birlikte gitmişlerdi.

Üstelik kardeşinin bulunduğu evi ise Piran’daki Mahmut Celaleddin mahallesinde olup arkasında olan kayalık ormana yakın ve caminin yanındaydı da. Burası Genç bölgesinde olup daha sonraki dönemlerde Eğin bucağına da bağlıydı. Burası daha sonraları adı değiştirilerek Dicle olduğu yerde zaman zaman verdiği vaazlarında da:

“… Medreseler kapandı. Din ve Vakıflar Nazırlığı (bakanlığı) dahi kaldırılmıştır. Din okulları ise bu kez yeni açılacak Millî Eğitim’e başlanacaktır.” der.

İşte tam bu günlerde 13 Şubat 1925 günü bu kez ordudan kaçan atlı askerlerin bulunması için bölgeye gelen jandarma takımı komutanı teğmen Mustafa ve çavuş Hüsnü’ye bağlı 30 kadar askeri, yanlarında bölgeye gelen devlet tahsilat memurları ile birlikte Şeyh Abdülrahim’in köyünü basmışlardı. Artık buradaki hem Nakşi tarikat üyelerini ve Kürtlerin kaçaklarındaki etkileşim, artık Cumhuriyet tarihindeki en etkili olayların başlangıcı oldu.

Bu kuşatma üzerine öne çıkan Şeyh Said onlara: “… Komutan yeğenim istediğiniz adamlar benim yanımdadırlar. Şimdi bunları yakalarsanız, benim haysiyet ve şerefimi çiğnemiş olursunuz… Üstelik hükümetin kolu uzundur, eğer isterse bu suçluları hemen yakalayabilir…” deyince teğmen de:

“…Şeyhim, bizim görevimiz, zaten bunları yakalamaktır. Bunun için buraya geldik, alıp götüreceğiz.” diye cevap verir.

Bu durumda kardeş Abdülrahim araya girerek:

“… Komutan bu istediğiniz adamların birçoğu suçlu değillerdir. İzin verin suçlular dışarıya çıksınlar, ne isterseniz yapınız…” diyordu.

Evet, Teğmen bunu kabul edip beklerken bir süre sonra orada bulunanlara dışardakiler, askerin üzerine ateş etmeye başladılar.

Böylece bahsedilen Kürt isyanlarının aslı astarı bundan ibarettir. Askerlerden bir kısmı esir olurken, bir kısmı şehit oldular. Fazla gecikmeden aynı gün akşamında ise yanında bulunanlarla birlikte Şeyh Sait 350 kişi olarak Genç ili merkezi Rehani’ye doğru yola çıkar. Genç ilçesindeki jandarma karakolunu ise yakarlar.

Fazla gecikmeden aşiretlerden gelenlerle de sayılarının 600’leri geçtiği görülmeye başlanmıştır. Bu arada kardeşlerinden Şeyh Merdi ve Şeyh Tahir de bölgedeki Serdiye köyünden geçerken, postaneyi de basıp memurların kasadaki paralarını kaçırmış oldular.

Fazla gecikmeden bu sefer de aşiret mensupları toplanarak, Ziraat Bankası ve Mal Sandığını da basıp kasalardaki paraları derhal toplayarak bölgedeki Yusuf Ağa’nın evine götürmüş oldular.

Çok gecikmeden durumun vahametini haber alan üstelik bu haberi veren öğretmeni de öldürmüşlerdi. Durumdan haberi olan 3. Kolordu müfettişliği beklemeksizin Ankara’da Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Paşayı telgrafla haberdar ederler. Böylece 14 Şubat günü durum anlaşıldığından bölgeye askerî birliklerin sevki için alınacak olan kararların raporları derhal hükümete bildirilir. Oysa geçmiş tarihlere bugünün gözlüğü ile bakmak tamamen yanlış anlatılır.

Sözcü gazetesindeki sözde tarihçi Sinan Meydan ‘Türk ordusu bölgeyi tamamen kuşatmıştı. Hatta bu isyanları bastırmak için Türk Hava Kuvvetleri katılmıştır’ der. Yahu o yıllarda orduda Hava Kuvvetleri yoktu ki, 1944 yılında kurulmuştu.

Bu durumda Ankara’ya gelen haberlere Vali’nin raporlarına göre Şeyh Said’in etrafında bulunan 650 kadar silahlı gruptan bahsedilir. Bu kadar az sayılar için topyekûn ordu yollanamaz, imkânsızdır, gerek de yoktur. Hatta Sözcü’deki yazılarında onun için “Şeyh Said Kürdistan’ın en önemli Devrimci lideriydi” sözlerinin hiçbir belgesi ve gerçekleri de yoktur. Üstelik bir gerçek daha vardır, kurulan İstiklal Mahkemesi’ndeki kayıtlarda Şeyh Said der ki:

“… Bir kere Hâkim Bey, ben dedikleri gibi KÜRT değilim. Aşiret reisiyim, oldukça zengin topraklarımız vardır. Atalarımızdan anladığım şekliyle de buraya asırlar önce gelmiş Zazalardanım. Mahkemenizde bana atfedilen isyanlarımız ise şimdi Ankara’da Cumhuriyet adıyla kurulmuş devletin istedikleri vergileri ödemek istemiyordum. Bunun için asırlardan beri şeklen kurulu devlet yönetiminde ŞERİAT idaresi olmasından yanaydık.” diyordu.

Ne yazıktır ki aradan 98 yıl geçtikten sonra bu aynı düşüncelere sahip Meclis’e gelmiş olan ve adına HÜDA-PAR dedikleri milletvekilleri söylemekteler. Bu ne demektir artık siz anlarsınız. Onların da bahsedilen Kürt Halkı ile hiçbir alakaları da yoktur. Amaçları dincilik yapıp halkı kandırıp eskiden olduğu gibi aşiretleşerek soygun sistemidir.

Yapılan İstiklal Mahkemesi duruşmalarından sonra yakalanmış olan toplam 50 kişiden, Şeyh Sait, kardeşi Abdülrahim ile beş arkadaşı 23 Mayıs’ta idam edildiler. Diğerlerinin mahkemeleri sürüp, kalan kırk kişiden sadece ikisi devlete karşı vatan haini olarak idam edilip, diğerleri 3-5 senelik hapis cezası olarak mahkeme sonlandırılmıştır.

Sonuç olarak bakılırsa, aklıma ÇİÇERO’nun sözü geliyor:

“… İnsanlar her şeyi de farklı gözlerler. Ancak düşünce ayrılıklarının da aslı tamamen budur.” Tarihimizi ne yazıktır günümüzü ile doğru şekilde anlayamadığımızdan, devleti yönetenler bu defa da insanların zayıf karnı olan inançlarını, dinin de farklı sözlerle kolay kandırılmasını yaratmış olurlar, olacaklardır da.

eyh-said.jpg

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları