Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Askerî açılardan gerçekte Kıbrıs Barış Harekâtı neydi?

Harekâtla ilgili olarak Başbakan Bülent Ecevit’in yaptığı resmî açıklaması şöyleydi:

“… Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için de adaya gidiyoruz… Üstelik bu karara bütün demokratik yolları denedikten sonra mecbur kalarak girdik…”

Artık Türk Silahlı kuvvetlerinin Kıbrıs’ta giriştiği iki aşamalı askerî harekâta verilen adı da EOKA örgütünün önderi olan Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılmasını amaç saymış Nikos Sampson’un adada yaptığı girişimleriydi. Zaten bu konularda zaman zaman bölgedeki Türklere karşı başlatılmış olan saldırıların sonuçları mecburiyet haline gelmiş durumdaydı. Öncelikli olarak Genelkurmay ve bütün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin planlarına göre, Ada’ya askerî çıkarmayı desteklemeye hazırlayacak öncelikle Deniz ve Hava kuvvetlerinin planları uygulanacaktır.

Nitekim 20 Temmuz sabaha karşı bütün birlikler bölgeye intikale başlamışlardı. Ancak Girne’den girmeye başlayan kuvvetlerin tesirinde deniz kuvvetleri bölgeye intikal edip Adatepe, Fevzi Çakmak ve Kocatepe adlı savaş zırhlıları Mersin limanından çıkarak harekete geçmişlerdi.

20-21 Temmuz’da Kocatepe saldırısı

Deniz Kuvvetlerinden Adatepe muhribi 2. Komutanı Kurmay Yarbay Mehmet Kolburan yıllar sonra açıkça anlattı:

“… Kıbrıs harekâtında Adatepe Muhribi ikinci komutanıydım. Gemi komutanı Kurmay Albay Rızanur Öncü idi. 15 Temmuz’da Marmaris’teydik, gelen emirle hemen hareket edip Mersin’e gittik. 19 Temmuz sabahı çıkarma gemileri alınan talimatlarla asker, malzeme ve cephane yüklü olarak Mersin’den denize açılmaya başlamıştık.

Savaş sebebiyle gemilerin telsizlerine acilen el konuldu. Harekâta Adatepe’den başka Fevzi Çakmak, Tınaztepe, Kocatepe ve İzmit muhripleri katılmışlardı. Biz konvoyun en arkasındaydık.

20 Temmuz sabahı gün ağarırken çıkarma da başlamıştı. Girne Kalesi’nin tam karşısında bizler hemen açık denizde vaziyet almıştık. Kaleden bize ateş açılınca bizde durmadan top atışlarımızla katılmış olduk. Bu sırada askerlerimiz kıyılara çıkmaya başlamışlardı artık.

Askerimiz kıyıya çıktığında, oradaki bir eve Türk bayrağını çektiler. Ancak burasının birkaç saat önceki sabah çıkarmasında birliğin komutanı Albay İbrahim Karaoğlu’nun şehit olduğu yer olduğu anlaşıldı. İşte konu burada kopacaktır, çünkü 21 Temmuz sabahı bize gelen emirde, Dokuz muhrip tarafından da korunan bir “Yunan askerî konvoyunun Rodos’tan hareket edip Kıbrıs’a yaklaştığı tespit edilmiş. Bu konuyu acilen karşılayıp durdurmak üzere Kocatepe, Adatepe ve Fevzi Çakmak muhripleriyle derhal Baf yönüne giderek bu tarafları koruyunuz…” denilmekteydi.

Girne’den Baf’a doğru Kıbrıs’ın kuzeyini dolaşarak, hedefe yönelmiştik. Ayrıca emirde bir de bu sırada yolda gördüğünüz sahildeki muhtelif hedefleri de bombalayın deniliyordu. Sahilde gördüğümüz bir radar istasyonunu imha ederek bitirmiş olduk.

Peşinden birkaç saat içinde bir emir daha geldi. “Uçaklarımız Baf’a Yunan konvoyunu bombalayacaklar siz o bölgenin de içine girmeyin” dendi. Eğer bizim uçaklar bombalamayı yapacaklar ise biz de Baf’a gelmeden kıyılarda yavaşça hareket ediyorduk.

Bir süre sonra harekât merkezi “… Uzaklar döndüler, bize yaklaşıyorlar…” demeye başlamışlardı. İşte bu sırada, telsizlerden bir haber çıkıyordu. Kocatepe’nin telsizlerinden: “… Uçak hücumu, uçak hücumu altındayız…” deniliyordu.

Gelen bölgedeki uçakların bizim uçaklarımız olduğunu tahmin ediyoruz, fakat aramızda telsizlerle ilgili bir haberleşme ağımız bulunmuyordu. Bu durumda ise bütün telsiz cihazlarımız, cayro pusulamız da devreden çıkmıştı. Bu şartlarda uçaklar hiçbir durumda bizim kontrolümüzde değillerdi.

21 Temmuz günü saat 14.30’da 750 librelik kocaman bir bomba yanımızda patladı. Gemimiz birden kararmıştı. Biz acilen gemiyi kuzeye döndürürken, bu sırada bu kez ilerideki Fevzi Çakmak muhribini gördük, benzeri bir bomba da onun baş iskelesine rastlayınca bu defa da Fevzi Çakmak artık toplarıyla da süratle ateş etmeye başlamıştı. Bu arada güneye dürbünle baktığımızda bu kez Kocatepe büyük isabet almış duman tütmeye başlamıştı. Üstelik makinelerini durdurduğu için gemi olduğu yerde kalmış durumdaydı artık. Biz ise Kocatepe’nin yardımına gidemiyoruz, çünkü önce kendimizi korumak gerekiyordu.

Biz ertesi sabah 22 Temmuz’da bölgeden ayrılarak saat sekizde Mersin limanına ulaşabilmiştik. Bu arada Fevzi Çakmak, Kocatepe’de şehit olanları ve de denizde kalan subay ve askerlerimizi topluyorlardı. Ne yazıktır ki, muhaberat noksanlığı sebebiyle yanılarak Yunan harp konvoyundan bahsedilmiş, fakat böyle bir savaş konvoyu hiç olmamış olduğunu sonra öğrenmiştik.”

Hava kuvvetlerindeki bu olayın perde arkasındaki gerçeği bizzat katılmış olan pilotlarımızdan yüzbaşı Zeki Kılıç’tan dinleyelim, diyorum:

“… Ankara Mürted üssünde kol komutanıydım. Askerî birliklerimiz 20 Temmuz günü resmen Kıbrıs’a çıkmaya başlamıştı. 21 Temmuz’da çıkarma devam ederken bize emirler gelmeye başlamıştı.

-Düşman gemilerinden oluşan bir konvoy Baf’a doğru yol alıyor. Biz bu bölgeyi harp sahası olarak ilan etmiştik. Dost, düşman hiçbir geminin de buraya gelmesi yasaklanmıştı.

Derhal uçaklarımızagemilere karşı kullanılacak özel mermiler ve de bombalar yüklenmekteydi. Mürted’de ve Eskişehir’deki 1. Taktik hava kuvvetindeki bulunan bombardıman uçakları Fantomlar ile Aref 84 uçakları harbe açık biçimde hazırlanıyordu, elbette.

Mürted’deki 1. Kol lideri Binbaşı Namık Kemal Aşıcı ve ben ise ikinci kol lideriydim. Zaten deniz savaşılacağı zaman komutan gemisinde bizim eğitim görmüş bir arkadaşımız mutlaka bulunurdu. Üstelik denizde yirmi kadar gemi de olsa bizim için fark etmezdi, savaş ciddiydi.

Üstelik Ankara’daki savaş harekâ merkezinden gelen emirlerde ise: “Baf limanında ve limana da yaklaşmakta olan bütün yüzer cisimleri bitiriniz.” deniyordu. Fakat gemiler için bizlere irtibat (ulaşım) subayları yoktu. Hiç beklemeden bize katılan Eskişehir Fantomlarıyla birlikte Baf bölgesine doğru harekete geçmiştik. İşte olaylar bu sırada başlıyor.

Çünkü Baf’ında hemen sahillerinde üç savaş gemisi görülmüştü. Sonradan öğrendiğimiz, Kocatepe, Adatepe ve Fevzi Çakmak muhripleri. Biz gözlerimizle gördük onları üstelik bize tamamen karşıt şekilde uçaklarımıza ateşe başlamışlardı.

Oysa herhangi birisinin gemilerinde bayrakları da yoktu. Hava sisli olduğundan hedeflediğimiz gibi gemilere de roket taarruzlarına başlamış olduk. Üstelik pilotlardan birisi gemilerin birinde Türk bayrağından bahis etti fakat bu yanıltıcı da olabilirdi, çünkü bize bu durumda bilgi yoktu. Acilen verilecek emirde: … Türk gemisi, ateş etmeyin, denilmesi gerekiyordu, oysa savaşlar saniyede değişebilirdi.

Saldırıdan sonra Mürted üssüne döndüğümüzde komutanlara durumları bildirdik, “Araştıralım dediler, fakat çok geçmeden aynı istihbarata göre bunlar düşman gemisiydi.” diyorlardı. Bu durumda biz de biraz bekledikten sonra tekrardan bölgeye saldırı harekâtına başlamış olduk. Evet bu sıra gemilerimize ateş etmişiz, fakat kimin vurduğu elbette savaşlarda kesin şekilde anlaşılamazdı, halen bile. Öte yandan savaş sırasında havada uçarken, pilotlar arasında herhangi bir konuşmaları da olamamıştır.

Evet birkaç gün sonra anlaşıldı ki bölgede herhangi bir düşman filosu yoktu, ama elektronik aldatma da değilmiş, çünkü bölgede konvoy aslında varmış fakat daha sonra bölgeden kaçıp Rodos’a geriye dönmüşlerdi.

Vicdan azabını hatayı yapanlar çeksinler. Bunun sorumlusu gemileri oraya (Baf limanı yakınlarına) gönderenler ve kendi gemilerinin nerede olduğunu da tüm hava kuvvetlerine bildirmeyenlerdir.” Demişti.

Kara kuvvetlerinin Kıbrıs’a çıkışları

Öncelikle, 20 Temmuz sabahı harekete geçen ilk kara kuvvetlerimiz, mayından arındırılmış olan Girne kıyısına gireceklerdi. Savaşın gereği ilk harekete girecek ölümü hiçe saymış komando kuvvetleri olurdu. Bölgeye 20 Temmuz öğlende intikal ettirilen ve Mersin’den acilen 25’er kişilik savaş helikopterlerine bindirilip durmaksızın iki saat içinde çıkanlar oldu. Bolu dağ Tugay komutanı Tuğgeneral Sabri Demirbağ paşaydı. (Kendisi bizim 1955-58’de Kuleli Askerî Lisesi’ndeki sınıf subayımız Sabri yüzbaşıydı.)

Paşanın Girne’ye iner inmez bir saat sonra tüm komando subaylarını toplayıp verdiği savaş emirleri vardır:

“… Silah arkadaşlarımız, bizler komando timleriyiz, hedefimiz Beşparmak dağlarıdır, önümüze sivil, asker kim çıkarsa esir alamayız. Öldürür, geçeriz, esir almak bizim işimiz değil, arkadan piyadeler, jandarmalar var. Aranızdan hedefe gitmek yerine esir getiren olursa, rütbe tanımam vururum…” der bu harp kararıdır, asıldır.

Evet, 22 Temmuz öğleden sonra belirlenmiş hedeflere ulaşılmış fakat birinci hareket ateşkes ile sonlandırılmıştı. Bu durumda adı geçen Nikos Sampson sahip olduğu Cumhurbaşkanlığından çekilerek, yerine Yunan Klerides getirilmiş oldu. Fakat bu durumda Yunanistan’daki Cunta Albaylar kabinesi de görevlerinden çekilmişlerdi.

1974 yazında Millî Güvenlik Kurulu’nun tarihi oturumunda konuşan Ulaştırma Bakanı Ferda Güley:

“… Kıbrıs’a çıktığımız üçüncü gün çıkarma birliklerimize hareket olanağı verecek genişlikte ve derinlikte bir yerleşme alanına sahip olmadan “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi”nin ateşkes kararına uyduk.” deniliyordu.

Ancak adaya çıkardığımız ve havadan indirdiğimiz kuvvetler ve de bu kuvvetleri desteklemek üzere ateşkes sonrası yaptığımız ağır silah ikmalleri (taşınmaları) ise adeta bir torbanın içine doldurulmuş gibi kalmıştık. Bu kez Rumların ve Yunanlıların Cenevre görüşmelerinin uzaması konusunda bir zararları yoktu elbette.

Tersine ellerinde kalmış taraflarda gerekirse, köylerdeki Türkler arasında katliamlarda yapabileceklerdi artık. Üstelik Yunanlılarda belli yollardan adaya yeni yeni silahları çıkarma imkânlarını bulabileceklerdi. Bu düşünceyle Genelkurmay Başkanlığı Ağustos ayının ilk haftası içinde hükümete yolladığı gizli yazısında, bu durumların yarattığı tehlikelere açıkça değinmekteydiler.

1974 yazı Ağustos ortasında bu kez Cumhurbaşkanı Fahri S. Korutürk başkanlığında Millî Güvenlik kurulu acilen toplanmış oldu. Üstelik bu toplantı ise birincisinden daha acil ve oldukça ateşli görüşmelere konuydu.

Başbakan Ecevit’in Genelkurmay Başkanına yolladığı gizli yazısının hassasiyeti karşısında Cumhurbaşkanı acilen hassaslaşan konuya aracı olmuştu. Eski tarihlerde Alman Generali Moltke’nin sözlerini hatırlatır. Moltke der ki:

“… Siyaset imkânsız bir savaştır. Savaş ise kanlı bir siyasettir.” Bunun için elbet siyaset adamının olduğu kadar ordunun da söyleyeceği sözleri bulunacaktır. Artık herhalükârda ikinci harekât Ağustos içinde başlatılmış oldu.

16 Ağustos toplantılarının sonucu alınarak, Güvenlik Konseyi’nin 363 sayılı kararıyla sonlandırıldı. Çok geçmeden bölgedeki Türk askerî birlikleri acil olarak, Magosa, Lefkoşa ve Lefke çizgisindeki hedeflenmiş olan ATTİLA HATTI’nı kadar ulaşmıştır. Böylece adanın yüzde 38 kadarını ele geçirmişlerdi.

İşte bu dönemlerden itibaren başlangıcındaki Türk tezi hareketi, öncesindeki hukuksal yapıların da değiştirilmesinden sonra bölge hâkimiyeti açıkça kurulmaya başlanmış oluyordu. Bu yeni durumda Makarios’un tekrar adaya gelmesiyle, Cumhurbaşkanlığını devir alacaktı. (Aralık 1974) Böylece Kıbrıs adası iki bölgeli konumuna da kavuşmuş oluyordu artık.

Aslına bakılırsa Kıbrıs’ta muhtelif askerî ve diplomatik krizler sürerken, (Eylül, 1974) bu kez Türkiye’de ise mevcut Bülent Ecevit hükümeti ve Erbakan koalisyon hükümeti istifa ederek ayrılmışlardı. Artık yeni bir millî birlik hükümeti araştırılması Türkiye başlatılmış oldu.

Bütün bunların ötesinde Kıbrıs adasındaki konular irdelenirken, artık halkın bölgelerinde tam bir huzuru aradığı hem Türkler hem de Rumların isteklerine dönüşmekteydi.

Ancak 15 Şubat 1975’te kuzeyde Türk Federe Devleti kurulmuştu. Birleşmiş Milletler’in girişimleri sonucunda da Mayıs 1979 yılında ise Rum lideri olan Kipriyanu ile Rauf Denktaş arasında görüşmelerin sonucunda adeta iki Federal devletin karşılıklı önerileri de ortaya çıkmıştı.

Nihayet sonuç olarak bakıldığında 15 Kasım 1983 yılına gelindiğinde hazırlamış olan “Bağımsızlık Bildirgesi” kabul edilerek “Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti” resmen kurulmuş oldu. Hazırlanmış olan yeni Anayasa’da 12 Mart 1985’te mecliste onaylanmıştı.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları