Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

26 Ağustos’tan itibaren Türk’ün ölürken dirilişi

Yirmi iki asır önceleri Oğuz Kağan “… Siz birbirinizden ayrılırsanız, hepinizi ok gibi birer birer kırıp parçalarlar. Oysa siz birlik olursanız, beraberken hiçbir kuvvet sizleri de kıramaz … bilesiniz…” diyordu Hun İmparatorluğunu kurarken.

Şimdiye kadar hem de okullarımızdaki tarih derslerinde yazılmış Kurtuluş Savaşı ve Dumlupınar Zaferi, yazarların kendince “kes-kopyala-yapıştır” mantığıyla yazılarak geldi. Konuyu irdelemeler yapmak için sekiz asır önce yaşamış ünlü düşünür, tarihçi İbni Haldun der ki: “…Milletlerin tarihlerinde değişim gösteren çok etkili vakalar mevcuttur. Ancak gerçekleri anlayabilmek için ‘Sebep, İmkanlar ve Sonuç’ mantığı ile bakılacak olursa, doğrular anlaşılabilir.” Oysa bilinmelidir ki bir kaptanın usta olup olmadığı, deniz sakinken anlaşılmaz, üstelik yönetici ya da komutan olarak kendini söyleyenlerin baskısı da.

Ancak Orta Çağlarda genellikle cahil kalmış ve kölelikle yönetilen, sömürülmekte olan insanların ise hem Batı’da ve hem de Doğu’da tek bildikleri şuydu: “Kral öldü, yaşasın kral…” Batı’da da, Doğu’da da bu aynıydı. İşte bu cahiliye mantık, Osmanlı döneminde bilinen şekilde yüzde seksenine “Ümmet” denilirdi. Onlara göre asıl olan Padişah ve Halifeliktir. Bundan öte üstelik asırlardır yönetimde asılda saydıkları Şeriat da kaldırılmış ise, durum oldukça vahim demektir. Din değil, dincilik açısından acilen kutuplaşmalar başlatılır. İşte bu durumda gerçek tarihi bilmeyenlere karşı onların cevaplamayacağı soruları çıkarırlar.

1- Çanakkale’de Anafartalar gibi zaferi kazanan büyük komutan dediğiniz Atatürk’ün rütbesi neydi?

2- Osmanlı devleti yönetiminde 1902’de Kara Harp okulunu bitiren subay, topu topu 20 yıl sonra kendisini nasıl mareşal yaptırıp ordulara komuta etmişti?

3- İngiliz destekli Yunan ordusunun toplamda 200 bini geçen kuvvetlerine karşı Atatürk, tek başına nasıl cevap verip galip olabilmişti ki?

4- Böyle bir meydan savaşında kendisini nasıl ordunun başkomutanı yapıvermişti ki?

Bu soruların cevapları bilinmeden

Dumlupınar’ı anlamak çok zordur

Şimdiye kadar bütün köşe yazılarımda çok sık söylediğim sadece ATATÜRK adını kullanmak, yaşanmış 1933’lere kadarki tarihleri bize gerçekten açıklayamaz. Çünkü bu ünvan 1934 Kasım’ında Meclis’ten çıkarılmıştır. Bu açıdan bakınca 1911’den 1922’ye kadarki dönemlerin hemen hiçbirisinde ismen Atatürk yoktu ki. Osmanlı devletinin yazılı kayıtlarında yetiştirdiği Erkan-ı Harp kurmay subaylardandı.

Meselenin böyle olduğu görülmeden her konuda Atatürk adlandırmasını kullanmak, yandaşlarını ise bu kez yukarıda cevaplayamadığı sorulara karşı cevapsız kalmış olurlar. Dikkat edilecek olursa Osmanlı devlet geleneğinde bütün eksiklerine karşın sokak adamı olmadığı gibi “Kurtarıcı ve kahraman” tipi de yoktur.

Geçmişteki Fatih gibi, Yavuz gibi büyük hakanların kahraman niteliğine büründürülmesi işi çok sonralara ait tanımlamayla yaşanmıştı. “Kahraman” bir devletin de kuruluşunda önemli bir öge olan MİTOS’a bağlıdır. Bu ise devlet yönetiminde daima tehlikeli olup, dahası zaman içinde gerçeğin yolunu da keser, hatta saptırır da.

Aslına bakılırsa insanların çevresinde efsanelerin ve serüvenlerin kümelenmesi, toplumla kişiler arasında başka bir bağlantının kurulduğunu gösterir. İşte adı geçen KAHRAMAN tipini devlet değil ULUS ve hatta aydınlar değil tamamen HALK yaratır.

Böylece kahraman, artık halkın hayal gücünü de zenginleştirir, onda halkın özlemi, halkın ülküsü ve halkın sevinci birliktelikleri kolayca yaratılmış olur. Üstelik Osmanlı devlet anlayışında kahraman kavramı hiç yoktur. Çünkü bu devlet kadrosunun halkla bağlantısı ise sadece DEVLET-TEBA ilişkileri içinde de düşünülmüştür, asırlardan beri.

Evet, Osmanlı devleti Mektebi Harbiye’sini 1902’de bitirip Erkan-ı Harbiye’de (kurmay okulu) başarıyla üsteğmen olunca iki yıl kıdem almıştı. (Bu TSK’da aynen bugün de devam eder.) Devamında ise 1911’de Akdeniz, Libya’da İtalyanlara karşı savaşın içinde olduğundan 2 yıl kıdem almıştı. Devamında bu kez 1912 baharında Sofya’da askerî ataşe olduğunda bu kez 1 yıl kıdem aldı. (Aynen bugün de öyledir.)

1914’te 1. Dünya Savaşı çıkınca, acilen kendisini Çorlu’daki 5. Ordu’ya tayinle çağırmışlardı. Burada iken Kurmay Yarbay olarak 19. Tümen’in kuruluşunda ise 3. Kolordu Komutanı 1. Ferik (Tümgeneral) Esat Paşa’nın emrine girmişti. Önceki, yazımızda okuduğunuz gibi, 1915’lerde Çanakkale savaşlarında bulunup önce Albay, sonra da 3 yıl kıdemiyle Mirliva (Tuğgeneral) olmuştu.

Daha sonra Edirne’deki 17. Kolordu Komutanı olunca Sivas, Elazığ’a Sarıkamış yenilgisi sebebiyle onun kolordusu sevk edildi. Ruslarla savaşları sonucunda 2 yıl kıdem daha verilmişti. 1916 yazında ise Sultan Reşat tarafından 2 yıl daha harp kıdemi verilip oradan da Irak’taki 7 ordu komutanı olmuştu. Buradaki İngiliz ordusu ile çatışmalarda olduğundan 2 yıl kıdem daha almış oldu.

Tarihlerimizde kısmen okuduğunuz gibi, 1918’deki Mondros Antlaşması sonucunda ülkemiz işgale başlatıldı. Kendisi 1919 Mayısında Sultan Vahdettin ve Osmanlı devletinin kararlarıyla, 9. Ordu Komutanı Müfettişi olarak tam yetkiyle Samsun’a gidişinde, artık rütbece 1. Ferik (Tümgeneral) konumundaydı.

1920’ye gelindiğinde bekletilmekte olan terfisi de bu defa 2. Ferik (Korgeneral) yapılmıştı. Ankara’da iken, toplamda 20 yıl Osmanlı ordusunda, bunlara ilave 13 yılda kıdem yılları eklenmiş olan paşaydı. (Toplamda 33 yıl Osmanlı ordusunda hizmet vermiş demektir.)

1921 yazı gelirken, Yunan ordularına karşı ünlü 22 gün süren Sakarya savaşı için Meclis’in kararı ile kendisine BAŞKOMUTANLIK ünvanı verilmiş oldu. Sakarya zaferinin sonucu da bu kez de iki yıl daha kıdem almış olduğundan, kendisinin 3 yıl harp kıdemi terfisi için MÜŞİRLİK (Mareşal) unvanı, Genelkurmay Başkanı Mareşal Gazi Çakmak’ın yazılı teklifiyle onaylanmıştır.

Konumuz olan 26 Ağustos Dumlupınar meydan savaşını anlamak için artık kendisi Meclis tarafından ikinci defa verilmiş olan başkomutanlık ile Mareşal Mustafa Kemal’di. Bu askerî gerçek bilgileri bilmeyen sözde tarihçi geçinenlerin aslen dinci ve Atatürk düşmanlarına da verecek cevapları olmayınca onları haklı çıkarırlar.

2,5 yıl süren Kurtuluş mücadelesinin sonucunda yeni bir ordunun kuruluşunu hazırlayan, başarılı üstün düzey komutanları unutturmak tamamen yanlıştır. İşte bu konumda, İstanbul konu dışı bırakılarak, bu defa da Ankara’da kurulmuş olan Kurtarıcı meclis komutanında yeni atakların sonucu hem dışarıda hem de içeride siyasi girişimlerin yapılması gerekmekteydi.

Arap felsefeci Ömer İbn Hattat der ki: “… Dört şey geri gelmez, söylenen söz, atılan ok, geçen zaman ve de kaçırılan fırsatlar…” İşte bunu da çok iyi bilen ve liderliğe soyunmuş Osmanlı paşası Mustafa Kemal ve arkadaşları iyi bir stratejik plancıydılar.

Düşmanların işgallerine karşı durabilecek çok kuvveti orduyu yönetecek komutanlara ihtiyaç var. Artık onlar Osmanlı ordusunun üst düzeylerinde dünya harbinde savaş deneyimleri ve başarıları olanlar çıktı ortaya.

Mustafa Kemal’in devre arkadaşları, Deniz Amiral Rauf Orbay, Süvari Fahrettin Altay Paşa, Piyade Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Ali İhsan Sabis ve Halil Kut gibileri aralarına kendilerinden altı yıl kıdemli Beykozlu Fevzi Çakmak paşayı hem de mareşal olarak almışlardı.

Onlardan sonra gelenler, kıdemce Sakallı Nurettin Paşa ve Refet Bele, Kâzım Dirik, Bekir Sami ve İsmet(İnönü) gibi albaylar, kurtuluş savaşı ordularında komutanlıklar için hizmete girmişlerdi.

Üstelik Sakarya savaşından sonra ülkeleri için dış ilişkilerde politikalar vardı. 13 Ekim 1921’de Kars Antlaşması, 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması. Nitekim büyük devletler de tarihî, politik, ekonomik, sosyo-ekonomik ve dini nedenler ile bu kez Türklere karşı başlattıkları yöresel saldırılarda bulunmaktaydı kuşkusuz. (Kuvvay-ı milliye çıkışları.)

Yarınki yazımızda BÜYÜK TAARRUZ konusu

-----------

Kaynaklar

1- Vatan Hizmetinde, Yusuf Kemal Tengirşek.

2- Milli Mücadele, Yakın tarihimiz, Kazım Karabekir.

3- Kuvvay-ı Milliye ve Kadınlar, Ferit Erden Boray

4- Doruk, Türk Ordu Tarihi, Prof. İsmail Kayabalı

5- Son Diriliş, Ferit Erden Boray, c. 1, s. 357-63.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları