Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

100. Yıl Türkiye’sindeki korku-umut ve eğitimler

Bernard Shaw diyordu ki: “Her şeyin üstünde düşünmeye alıştırın kendinizi ama gerçekte olduğu gibi düşünün, söylendiği gibi değil.” Peki, insanlar asırlardır bilimsel tarihçilerin açık şekilde yazdıkları gibi M. S. 13. Yüzyıla kadar Avrupalı milletlerin halklarının gelişim için yeteri kadar BİLİM VE EĞİTİM konularını henüz kavramadıklarını bütün çıplaklığıyla yazarlar.

Onların alışıldığı gibi daha çok köleliğin ve yöresel köy-kent olgusunda hâkimiyet kurmuş o asırlardaki tanımıyla Şövalyelerin, Düklerin, Kralların ve Dukaların egemen oldukları ve halklarının sadece yaşamsal geçimler için onların korkusu altında, yönlendirilmesiyle yaşıyorlardı.

Sadece M. S. Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonralarında sadece dinsel egemenlikler kurmuş, Hristiyan dinini Katolik mezhebinin, Papalıkla yörelerdeki kiliselerdeki mevcut papazların, hahamların sadece okuma-yazma ve dinsel bilgelerinden verilmesiyle sözde yarım yamalak eğitim görmekteydiler.

Oysa eski çağ ve orta çağlardaki dönemlerinde dünyanın en büyük kıtası olan (halen de öyledir) Asya’nın merkezinde, doğusunda ve güneyinde asırlar boyu yaşamakta olan halklar vardır. Eski çağlarda oluşan Çin devletinin komşuları, daha çok gezginci ve yaylak-kışlak biçimde yaşayan TÖRK dedikleri kavimlerin halkları var.

O orta Asya merkezli dağınık yaşayan kabileler ve komşuları olan Çinliler ile ilk Çin medeniyetini harman etmişler, daha sonra Güney Asya’daki var olan Hintliler ile ticari dayanışmaların sonucunda onların mevcut medeniyetlerine kendilerinin var ettikleri BOZKIR UYGARLIĞI’nı da katarak zamanla birçok devletlerinde kuruluşunu yaratanlarda onlar olmuştur, tarihte.

Tarihte Büyük İskender sonrası 2. İmparatorluğu kuran Mete Hanı’nın Hun devleti, M. S. 5. asra kadar batıya yönelerek kendilerinden sonra kurulmuş olan Roma İmparatorluğu devletini Atilla ile yıkanlar da onlardı. Doğu Avrupa’ya kadar yayılmış olan bu kavmin bitişinden sonra bu kez aynen kendileri gibi İç Asya’dan batıya yönelmiş olanlar, Hazar’da Harzemşahlar devletini kurdular.

Aynı asırlarda Asya’da ise, daha önceleri kurulan Göktürkler’in devamı sayılan UYGURLAR devletinin ise dünya tarihinde ilk kez İPEK YOLU oluşumuyla dünya ticaretinin temellerini atanlar da onlar olmuşlardı.

Peşi sıra Horasan merkezli Hazarlara komşu olan Gazneliler devletinin oluşumu oldu. Onların yanı sıra Batı’ya yönelen Oğuz kökenli Türklerin bu defa da tam yayılmacılık ile Hindistan’a komşu olup Karahanlılar Devletini 9. Asır sonralarında kurmuşlardı.

10. yüzyıla girilirken bu defa üç asır önceleri son Peygamber Hz. Muhammed’in devamında giderek yayılan Arapların Müslümanlık olgusuyla tanışıp kendileri de Saltuk Buğra han ile beraber devletin resmi inançlarının İslamiyet olmasını halk için asıl sayılmışlardı.

Artık kendilerinde bulunan Bozkır uygarlığının yanısıra Çin ve Hint medeniyetlerinin yanında birde Arap medeniyetiyle harman edişleri artık onlarında şehirlerde, medeniyetin ürünü olan EĞİTİM merkezleri açılması elbette ki tarihleri bilimsel değiştirecektir.

Köşe yazılarımızdaki insanlar için başta gelen KORKU düşüncesini zaten onlar pek bilmediler, fakat bu medeniyetlerin harmanı sonucu zaman içinde artık insanlar için olumlu bir kavram olan UMUT düşüncesi tamamen yerini almakta gecikmemiştir, asırlardır tarihlerinde.

Milliyetçi ya da milliyetçilik

Türklerin Milliyetçiliği bir zümrenin, bir kimliğin ya da bir çıkar grubunun ve hatta en meşhur olmuş topluluğun himayesi ya da yönlendirmesi altında değildir. Kimsenin arka bahçesinde, toplantı salonlarında herhangi bir liderin uhdesinde (emrinde) veya iki dostun sohbetinde meydana getirilmiş de değildir.

Zaman içinde oluşup kitlesel bütünlükler de kurmuş bu kavimin ise devlete bağlı olan her ferdi açık şekilde bayraklaşmasıyla devletinin bir üyesidir. Ancak bu üyeliğin kazanılması döneminde iktidar yabancı milletlere ikramı veya vatandaşın parayla satılışı şekliyle de hiçbir zaman olmamıştır. Çünkü bu milletin üyeleri arasındaki bağlar tarihsel olup, bunu açık biçimlerde idrak edemeyenlerin ise milliyetçiliği anlamaları da beklenemez. Onları temeldeki ortak yegâne özellikleri IRK-DİL-DİN veya başka bir şey değil, tarihsel bağlarıydı.

Ne yazıktır ki şimdiye kadar kes-kopyala-yapıştır şeklindeki tarih anlatımlarında dogmalardan, önyargılardan, bilgisiz fikirlerden, düşüncelerden oluşturulmuş, varsayımlı anlatımlar olmuştur genelde. Kabul edilmelidir ki, Milliyetçilik bir devletin şah damarıdır, ancak bu var olan şah damarının ise köhnemiş hamasetle, kinle, kibirle, böbürlenmelerle de hiçbir ilgisi ve temeli de yoktur, kuşkusuz. (İngilizler, Fransızlar, Almanlar vb. gibi)

Vatandaşlık tarihsel bağdır, satılmaz

Bilinen iki asrı geçen süreçlerden sonra 16 bağımsız devlet kurmuş Asya kökenli bu halkın, birliktelik şuurunun vazgeçilmez duygusu vatandaşlık haklarıdır. Geçtiğimiz son yüzyıl öncesinde yıkılış aşamasında el birliği ile ölümüne uğraşlar sonucu kurulmuş olan bu devletin adına Türkiye Cumhuriyeti denilmiştir.

İşte bu süreç sonucunda uluslarca kabul edilmiş olan Misak-ı Millî sınırları içinde tarihiyle ve gelecek idealleriyle birleşmiş ve bunu bir bütün olarak tasavvur eden birleşmiş bu bütüne de MİLLET denilmiştir, tartışmasız biçimlerde.

Yüzüncü yılını yaşamakta olduğumuz Türkiye devletinin kurucuları, savaşların sonucunda, kitlesel bütünlüklerini kurduklarında, öncelikli olarak halkın son Osmanlı dönemindeki eğitimden yüzde seksen beş kadar cahil kalmışlardı öncelikli olan yenilikler, yahut da DEVRİMLER yapmak zorundaydılar. Aynen asırlar önce, ataları gibi.

Eğitim ve kültür alanında inkılaplar

Osmanlı İmparatorluğu devletinin giderek yozlaştırılması ve yöneticilerin eksik, aksak davranışları sonucunda daha çok asırlar öncesi Avrupalılar gibi dini öncelikli sayıp yöresel eğitim yuvalarının dinin etkisinde bırakmıştı. (Engizisyon güçleri örneği.)

Elbette ki unutulmuş tarihlerimizin gerçeğinde ise meseleyi ciddiye alan Devlet yönetimi bu kez de 18. yüzyıl sonlarında Osmanlı ordusu için subay, teknik elemanlar ve sağlıkta hekimlerin ihtiyaçlarına yönelmişti. (Sultan 3. Selim’le beraber.)

Zamanla eğitimlerdeki bu yenileşmelerin devamında Tanzimatla birlikte askerî okulların dışına taşmak suretiyle özellikle şehirlerde Rüştiye-İdadiler gibi okullar açılıyordu.

Fakat bunların ötesinde devletin henüz hiçbir şekilde ulaşamadığı mahalle mektepleri ve dinsel ağırlığı olan medreseler de mevcuttu. (Günümüz iktidarı AKP’nin her nasılsa aynen, mahalle mektepleri benzeri Kur’an kursları, hatta okullarda din öğretmenleri yok gibi bir de din hocalarını konması…)

Nitekim daha Osmanlı döneminde ise bu kez de eğitim hayatında birbirine zıt ve hatta birbirini inkâr eden ikili farklılaşan bir düşünce yapısı kolayca doğmuştu. Böylece de birbiriyle çatışan ikili grupların eğitimi giderek karmaşık hale getirişi bizzat 20. Yüzyıl başlarında da tamamen görülmüştü, kurucu fanatik, dinci kadrolar tarafından.

Kurtuluş savaşı sonrası yeni kurulan ve Lozan Antlaşmasıyla tescil edilmiş devletin öncelikli meselesi halkının eğitilmesi olmuştur, kuşkusuz. İşte bunlardan birisinin öncelikle eğitimin kurumları en etkili araç olmasıydı. Atatürk 22.09.1924 tarihli konuşmasında:

“… En mühim, en esaslı nokta eğitim meselesidir. Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, müstakil, şanlı ve yüksek toplumsal bir cemiyet halinde yaşatır ya da asıllar unutulursa, bir milleti esaret ve sefalete sürükler…” demişti.

25 Ağustos 1924’teki konuşmasında ise tamamen: “Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenleri kuvvetli ve yüksek seviyeli muhafızlar (koruyucu yöneticiler) ister.” diyordu.

Geleneksel saptırılmış eğitim millî olmadığından, millî kültürün gelişmesine uygun değildir. Millî benlik duygularını zayıflatıyor. Geleneksel eğitim bütünüyle de kuşkusuz kapısını bilimsel zihniyete açacaktır. Bütün bu atılımların süreci içinde var olan yeni “Tevhid-i Tedrisat kanunu” TBMM’de Halifeliğin kaldırıldığı 3 Mart 1924’te kabul edildi. Aslında Tanzimat döneminde bunun geliştirilmesi yasalaşmışsa da başarılı olmamış, böylece de ikilikler olmuştu.

Artık kanunla birlikte bütün var olan eğitim kurumları kurulmuş olan Eğitim bakanlığına bağlanmış o tarihe kadar ki “Şer-iyye ve Evkaf Vekaleti” de ve hatta özel okullar, vakıflar dahi Millî Eğitim Bakanlığına dahil edilmiş oluyordu artık.

Böylece eğitimdeki bu büyük inkılapla birlikte “Millî, Demokratik ve Laik bir eğitiminde kapıları açılmış oluyordu. Üstelik lider Mustafa Kemal paşa o dönemlerdeki Faşizm-Nazizim-Komünizm gibi totaliter rejimlerin eğitimindeki monist (tekçi) her tür anlayışlara karşılık düşünce özgürlüğünü esas saydı.

Peşinden de zemini hazır olan Üniversiteler Reformu da gelecektir kuşkusuz. Üstelik şimdiye kadar insanların yetersiz bilgisizlikleri yüzünden asılsız inançlara, bunun ötesinde boş telkin (uyarı) ve uydurmalara kolayca kapatıldığı bir ortamda, var olan cehaletin ortadan kaldırılmasını temel ilke saymıştı lider. Bu sebeple de aklın ve bilimin yol göstericiliği esastı.

Din öncelikli İslamcılık siyaseti yanlıştır

Değerli okuyucularım daha önceki birçok köşe yazılarında bu konuyu işlemiştim, günümüzde devletimizi siyasetle yönetmeye heveslenen kadroların, geneldeki düşünceleri sadece dincilik kavramını öncelikli sayması olmuştur. Bahsi geçen Arapça kısır eğitim aşamalarında halkına ÜMMET denilirken, bu kez yeni siyasetçilerin medeniyetin gereği olan oturtulmuş MİLLET düşüncesini tamamen kaldırıp onlara dâhil ümmet haline getirecek yeni bir nesil yetiştirilmeyi hedef salmış gibidirler.

Değerli okuyucularım sanırım ki bugün dünden iyi değildir. Böyle giderse yarınlarımız belki de bugünden de iyi olmayacaktır. Örneğin fanatik parti devletiyle rejim değişikliğine ise o da denemelerinin kınanacak yönüyle çoklu yönetim uygulamaları doğacaktır.

Bu durumda öne çıkarılan KUL ve ÜMMET yapısında YURTTAŞ ve ULUS düzeyine gelmeye yaraşır olup olmadığınızı hiç düşündünüz mü? Sanki siyasetle uğraşanlar olarak uygulamalarında yaptıklarınız ahlakla, kutsal kitaplarımızın öngörüp önerdiği insan yaşamıyla bağdaşıyor mu?

Dahası iktidarı yandaşlarına sevindirmek adına öne çıkan ve onların kolladığı 1300 yıl önceki Emeviler devrinden kalma birtakım tarikat ve cemaat yandaşlarının kimi kendini bilmezler olarak okullarda yaptıklarının ya da yapmak istediklerinin bilgileri çağımız dışı tüyler ürperticidir. 100. Yılını tamamlayan Türkiye Cumhuriyeti halkları gençleri için açılmış olan 85. Yılında yurdumuzda 66.500 okul vardı. İlk-orta-lise-Anadolu lisesi-endüstri meslek-özeller.

Galiba şu anda bu okul sayıları 68.000’e ulaştırılmış, AKP iktidarı döneminde. Ancak bunların 4.000 kadarı sadece İmam Hatip Okulları. (Bunların da İstanbul’daki toplam 4700 okuldan 320’i kadar İmam Hatip Okulları olmuş. Bir kısmı yeni kurulmuş diğerleri ise zaten var olan okulların adları değiştirilmiş.)

İmam Hatip Okullarının amacı kuşkusuz dinen meslek sahibi yetiştirmek ise ülkemizde camilere ve diyanet işlerinde yılda sadece 3.000 kadar kadro vardır. Peki, mezun olanlar yılda 135.000’i geçiyorsa onları hangi devlet memuriyetlerine sokacaklar.

Oysa Türk Milleti 1100 yıl Müslümandır, yeni gelmedi. Atalarımız bizler ve gençlerimiz şimdiye kadar hep dinsiz mi yetişmiştik? Ancak anlaşılıyor ki sizin perde arkasındaki amacınız dindar değil kindar yeni bir gençlik yetiştirmek ise durum vahimdir. Elbette ki bunlara da millet denmez. Sadece Ümmet denilebilir…

Ne kurucu kadroları ve ne de devamını sağlayanları daha önce köşe yazımda söylediğim gibi tamamen de Türk ve Müslümanlık dışıymışlar gibi savunmaya çalışma biçiminin aslı, tamamen asırlardır süregelmiş bir Türk kavminin dili, dini ve millî şuurundan tamamen uzak şeylerdir.

Konumuzun özeti sadece budur, siz bilirsiniz…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları