Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Cumhuriyet'in son kalan 3. kuşağı olarak anılarım

Elbette çok doğal olmaya gelmez, belki terbiyesiz ve atıyor da diyebilirler. Çok içten olmaya da gelmez bu sefer saygısız da diyebilirler. Fakat unutmak ve yeter olmayan ise bir tür vicdan uykusudur. Hele şuur altında zaman zaman tırmalayan birebir yaşanmış, belki de çoğu gerçekte unutulmuş tarihi olaylar..

Değerli okuyucularım bire bir hatırladıklarımı saklamak ise kabul edilemez. Ancak bu tür istenir istenmezleri ortaya sunabilmek için gerekli dürtücü ışığın istediğimiz taraftan gelmesi gerekmektedir.

Eğer bu sıralarda bu ışık, Cumhuriyet'in üçüncü kuşağı bizlere, 60 yıl öncesi 2. kuşak eğitimcilerinin temel fikirlerini taşıyanlardan çıkıyorsa, o zaman istenilen kapılar rahatlıkla açılıyor demektir. 70 yıl önceki "Devrimler döneminde ümmetten millet"e dönümünü hatırlayan yeni bir ışıksa ortaya çıkan...

Örneğin bu düzeyde Yeniçağ, Günboyu, Sözcü ve Korkusuz gibi korkusuzca en azından var olanları hiç değilse hatırlatılmasını yapanlar, artık bize bu aranan ışığın rüzgâr gibi esmesini yaratıyor. İşte o zaman unutulan, ya da unutturulan gerçekleri bire bir yaşayan biz üçüncü kuşak kalanları anlatıverelim.

Değerli okuyucularım gelin bu konuya, girizgah da denilen Osmanlıca bir sözle başlayalım. Hatta hemen kendimize soralım, acaba millet olarak büyük bir Millî Şuur'u esas sayan, Dil'i, Din'i, atasal töreleri de kaybetmeyen ve yine karşılıklı sevgi-saygı içinde mutlu yaşamakta mıyız?

Yarım asır öncelerine kadar bizim kuşağa eğitim verenler, asırlardır süregelmiş atasal törelerimizden ayrılmaksızın, dini inançlarımızı büyüklerimizin açık biçimde bildiklerini, bilimselleştirerek vermelerini birebir yaşıyordu bizim kuşak.

Hele yine asırlardır Asya'dan süregelmiş halkın da kendi kullandığı TÜRKÇE dilini geniş bir gramerlik içinde dünyanın sayılı ve saygın dillerinden olduğunu da bize anlatan, öğretenler onlardı. Yunus Emre gibi salt açıklıkla, yozlaştırılmış yabancı kimselere de kullanmaya hiç gerek olmaksızın.

Üstelik yıkılmak üzere olan bir devletin yeniden tüm halkıyla birlikte dirilişi yaşanırken, millî kültürümüz adına, milliyetçilik ve millî vicdan şuuru ile bizim kuşağın nasıl kucaklaştırıldığını düşündüm.

Fransız Edebiyatçı Francis Bacon:

"...Yalanlamak ve reddetmek için okuma, inanmak ve bir şeyi kabul etmek için okuma. Konuşmak ve mutlu olmak için de okuma.. Yaşananları, olayları tartarak, kıyaslayarak ve de düşünmek için okuyunuz..." diyordu. Özetle.

Yaşanmış anılarım

İşte, Cumhuriyet'imizin 3'üncü kuşağından kalan birisi olarak 66 yıl öncesi orta eğitim yıllarındaki günlerin en önemli sayacaklarınızı hatırladım. O yılları Anadolu halkları olarak genelinde yoklukları bütün çıplaklığıyla hatırlayanlardanım.

Biz gençlerin; özellikle babalarımızın, büyüklerimizin bire bir yaşadıkları kurtuluş yıllarının ve de öncesi yılların nasıl yokluklar içinde ülkemizin tamamen tarihten silinebileceğini yaşayanlardı onlar. Özellikle evlatlarının mutlaka okunmasında ısrarlıydılar. Ne yazık günümüzde halkımızın sanırım yüzde onu, eğer zorunluluk yoksa evlatlarının okutulmasını bile istemiyor.

Eskişehir'de 1953 yılı... Evimize 1.5 km. uzaklıktaki Yukarı Mahallede bulunan Yunus Emre Ortaokulu'na giderdik. Bugünkü gibi 'servis aracı' hayal bile edilemez, tabana kuvvet yola çıkardık. Ancak bazılarımızın ayağında da pahalı denilen Gislaved -genellikle cizlavet diye telaffuz edilirdi- lastik ayakkabılar olurdu. Bazı arkadaşlarımız ise, fakirlikten bunları almak yerine dedelerinden kalan çarıkları giyerlerdi. Nineleri, ya da analarının yünlü çoraplarını birkaç kat yapıp ayakkabı gibi kullananlar da olurdu.

Bazılarımızın tahta çantaları, bazılarının ise analarının bezden yaptıkları torbalarında defter kitap ve mürekkep hokkalarını taşırdık. Üstelik hemen hiç birimiz bu yokluktan yüksünmedik, çünkü zenginlik ve moda gibi hiçbir bilgimiz, duyanlarımız da yoktu ki.

Okulumuzda görevini çok iyi yapan öğretmenlerin evleri ne kadar uzak ya da yakın olursa olsun mutlaka müdür dahil bizden çok önce okulda olurlardı. Ortaokul ikinci sınıfta iken okulumuza, yukarıdaki Atatürk Lisesi'ne yeni atanmış ünlü Arif Nihat Asya hocanın bize de derse geleceğini öğrenmiştik.

Yıllar sonra öğrendiğine göre kendisi çok partili dönemle birlikte Demokrat Parti'ye katılmış ve de 1950 seçiminde milletvekili olmuş. İki yıl sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde milletvekillerinin ikide bir fikir değiştirip, yalana dolandıklarını görmüş. Akabinde, 'ben milletvekilliğinden istifa ediyorum, öğretmenlik mesleğine döneceğim' demiş. -Sanırım 70 yıldır benzerini görebilmiş değiliz.-

Devlet öğretmeni olarak ancak müsait kadrosu olan Eskişehir Atatürk Lisesi'ne tayin edilmiş. Hocamın derslerini kaçırmamaya dikkat ederdik. 1953 yılında Eskişehir'de bizim mahallemizde yeni başlatılan Nurcular tarikatından bahsediliyordu.

Bunu arkadaşlarımız da görmüşler, bunun nasıl bir şey olduğunu anlamak için hocamıza sormayı düşündük, fakat cesaret edemiyorduk. Ama bir gün birisi sormuştu. Bunun için biz yaştaki çocuklara hocamızın söylediğini de yarım asırdır sakladığım defterime yazmıştım:

"... Evlatlarım. Dini inançlarımızı tartışmayız. Bu da asırlardır bize gelmiş, kabul ettiğimiz dinimizdir. Şu ya da bu şekilde sınıflandırılamaz. Ama gelin size dinimizin de tartışılmaz felsefeci ve din alimi Hacı Bayram-ı Veli'nin şu unutulmaz sözlerinde cevabınız vardır:

"Hararet nardadır, sacda değildir,

Keramet baştadır, tacta değildir,

Her ne arar isen kendine ara,

Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir..."

Hocamızın kendisi zaten dönemin en iyi edebiyatçılarından birisiydi. Halkın içinden gelmiş onları çok iyi tanıyanlardandı. Bu sözlerini elimde sıkı sıkı sakladığım defterime, hem de mürekkep hokkamdan aldığım divit ile yazmıştım.

Çok önemli sayıp hiç unutamadığımız 2 Nisan 1953 Pazartesi günüydü. O gün Türkçe dersi için sabah erken gelen dersimizin hocası Arif Nihat Asya idi. Kendisini bizler saygı ile karşıladık. Fakat bu kez elinde çantası da vardı. O yılların öğrencileri hatırlarlar, eğer hoca derse elinde çantayla geliyorsa mutlaka yazılı vardır. Çünkü çoğu fakir öğrencilerin, kırtasiyecilere gidip kağıt alma şansları yoktu. Bunu yazılıyı da yapacak öğretmen, alır getirir ve dağıtırdı.

Öğretmen masasına oturdu, çantasını açtı ve sınıf mümessilini çağırıp kağıtları dağıttırdıktan sonra bugün tam olarak hatırlayamadığım 5-6 kadar soru yazdırmıştı bize:

"- Hadi ciddi okuyup, kurşun kalemle cevaplarınızı yazınız, sessizce, beni rahatsız da etmeyiniz." Dedi. Bunu bir süre sonra anladık, kendisi çantasından birkaç kağıt çıkarmış, kurşun kalemini yonta yonta kağıdına bazı kelimeler yazıyor, sonra da onların altını çiziyor ya da kağıdı buruşturup atıyordu. Bu dikkatimizi çekmişti. Zil çaldığında mümessil kağıtları toplarken, bizler merak ettiğimiz için hocanın masasının etrafında toplanarak merakla soruyorduk.

- Hocam ne yazdınız, şiir mi dedik? Bize gülerek bakıp:

"..Çocuklar, güzel evlatlarım, günlerdir notlarımı alıp, doğrusunu bulmak için çoğunu atıyordum. Bugün de sizin önünüzde hatırladım, yazdım, gelin okuyalım.."

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,

Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.."

Evet değerli okuyucularım, tam 66 yıl önce bu şiirini bizim önümüzde yazıp, ilk kez bize okutmuştu. Ve de biz işte bu millî ruh ve vicdan ile kişiliği kimliğimizdeki temel kapılar olacağını biz de düşünmedik, ama oldu. Nitekim hatırladığım kadarıyla kendisi iki yıl sonra Eskişehir'den alınıp, Adana'ya Millî Eğitim Müdürü olarak terfian tayin edilmiş ve okullardaki kitaplara da bu şiirini geçirmiş oldu.

Evet 66 yıl öncesinde bizim yaşımızdaki gençlere bile bugün liselerde bile okutulmaktan uzak anlatımlar vardı. Arif Nihat hocamız diyor ki:

"Çocuklar, evlatlarım, Millî kültür yaratıcı, koruyucu ve yapıcıdır. Kendine özgü kuralları kazandıran ve ona zamanla diğer milletlerden ayırabilen bir tür soyutlama biçimidir.

Yok edilemez ama, oluşturulan toplum içindeki geliştirilen siyasal, sosyal, iktisadi ve teknolojik hayatın insanlar arasında bir tür fikir temelleri de olabileceğini tartışmak, olgunluktur. Fikirsel zenginlik demektir, işte buna da cumhuriyet ve demokrasi denir." Demişti.

Allah rahmet eylesin hocam, mekanın cennet olsun. Aradan yarım asır geçti. Halen bile sözlerin şu anda eskide kaldı dedikleri fikirlerinize, düşüncelerinize muhtaç değil miyiz? Çünkü elimizden tutacak sizin gibi "Dil'i, Din'i, Millî Şuur'u ve Vatan Sevgisi'ni" bilen, onun için ölecek kadar yürekli, devleti yöneten siyasetçiler var mıdır? Diye sordum, cevabını siz okuyucularım, bulursanız bana bildirin.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları