Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Aşure şu meyveden yapılır demek tarif olmaz... Tarih de işte böyle!

Değerli okuyucularım, 1000 yıl öncesinden Yusuf Has Hacib ne diyor bir bakalım;

''... Bir Bey şu beş şeyi kendisinden uzakta tutmalıdır. Biri ACELECİLİK, ikincisi ise CİMRİLİK'tir. Üçüncüsü HİDDET olup, burada bir şey için fena olan şeylerin dördüncüsü İNATÇILIK'tır. Yakışmayan beşincisi ŞÜPHECİLİK yahut da YALANCILIKTIR...'' Bunu asırlardır anlayabildik mi?

Bilinmelidir ki tarih asırlardır insanların topluca ''Millet Niteliği Kazanması'' unsurları öndedir. Bu açıdan bakınca tarihçiler yaşanmış olayları doğru bilgiler-belgeler bulunmadan yaşayacak olurlarsa bu kez ortaya çıkarılan karmaşık bir aşureden ibaret olur. Böylece de okuyageldiklerimizden dolayı halen kendimizi, geçmişimizi kaç kişi biliyor ki...

Ancak 100 yıl öncesine kadar Osmanlı tebaası sözde huzur ve tevekkül içinde yaşamaktaydılar. Fakat ülkeyi yönetenler genelde Batı'dan gelen şu ya da bu tip yenilikleri kabul edilmezi, ya da onların da kendilerince tanımını, veya uygunluğunu anlayabilmiş de

değillerdi. Anlasalar onu anlatabilirlerdi.

İşte bu sebeple kişisel egoizmi, toplumsal egoizmin de önüne almış olarak, şeklen de ortaya çıkan bu aşure hale gelmişken rahat yaşayabilmek süreçlerini sanki II. Meşrutiyet'ten itibaren tekrar tekrar yaşamayı istese de istemese de seçmişti.

Değerli okuyucularım, Çiçero; ''... İnsanlar her şeyi farklı gözler, farklı genetik düşüncelerde görebilirler... Düşünce ayrılıklarının gerçek sebepleri de budur...'' diyordu.

Böylesine ortamlarda 'aydınlanma' aşamalarını yaşamakta olan insanların kendilerine en azından kendi kimliklerine sarılacakları ihtiyaçlardır. Böyle hallerde çapraşık yeterince eğitilmemiş insanlar için konuyu inceleyen Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil

hoca diyordu ki:

''...Hayatın ve tutacağınız yol hakkında tereddütte(kuşkuda) ve kararsızlığına düşüp de bir ışık aradığınız zaman bu kez fikirlerini soracağınız bir kişiyi çok iyi seçiniz...''

O zaman da esasında yakın tarihimize bakıp yüz yıl önce 20. yy'ın en üstün bilgi ve beceri liderlerinden sayılan yeni bir devletin temelleri için ölümü hiçe sayan Mustafa Kemal'in 22 Ocak 1921'deki Meclis konuşmasında çok açıktı:

''...Fikir akımları zor kuvvet ve şiddetle de reddedilmez... Aksine bunları da güçlendirenlerdir. Buna karşı en etkin çare, yani gelen fikirleri de düşünce cereyanına, yeni fikirle karşılık verebilmek...'

Eğer tarihlerden ders almak gibi olumlu ve de arayış için öğrenmek içgüdüsüne ulaşabilmişsek, böyle hallerde bu soruya ulaşabilmek için gayretler sarf etmek zorundayız...

Ancak başarının ilk düşmanı ise vazgeçilmeyen tembelliktir. Ki onu hepimiz çok iyi tanırız, çünkü öteden beri denildiği gibi, ''insanlar tembel bir hayvandır.''

Zaten tembellik insan karşısına çıkıp, mertçe savaşabilen düşman da değildir. Aksine sanki peri hikayesindeki kahramanlar gibi insanlar da yenmeye çalışan acımasız bir alçaklıktır. Başarının diğer bir arkadaşı ise yakın dost olarak kötü tanıklık edenleridir. En kötüsü çalışan arkadaşlardan rahatsız olup onların başarılı olmasını hazmedemeyip daha çok küçükseme materyalini süsleyerek size sunanlardır. İşte bizler yüz yıl önceki yeni cumhuriyet adıyla kalkan milletin üçüncü kuşaklarıyız son kalan özellikle 1950-1970'lere kadar süratle yaydırılan Soğuk Savaş yıllarının popülizm süslemesiyle sözde modernleşme adına Batı'yla kucaklaşmaktaydık artık.

İşte böylesine milletle arasındaki halkın neyi nasıl koyacağını bilmez hallerdeyken sözde onları da kendilerini çok bilmiş sanan insanların çemberi çıkar ortaya. Ona da siyasal şekillendirmecilik denilmişti.

Anlaşılmalıdır ki üst basamaklara çıkmaya başlamış topumun eğitilmiş aydınlarının yeterince de kendi ülkeleri için tarih bilinci ve bilimsel araştırmaları yoksa durum oldukça vahimdir. Eğer kültürleri hem kendi ve hem de diğer milletler arasında bilgilenip ölçüp, biçme bilincine ulaşabiliyorsa mesele kolaydır. Ancak halen bile tam olarak 1940'larda kalan Devrimler Çağı'nın cumhuriyet ve demokrasisini halen bile tam olarak anlamaktan nasıl da uzaklaştırıldık? Böylece de kendilerini bulamamış arayışlar içindeki bir millet oluvermişiz, dışardan gelen rüzgarlara göre kutup bulabilin toplumlar hale gelmiş. O zaman gerçek şekilde bir soru daha çıkar:

- Peki kendisini (millî kimliğini) bulamamışlar, sadece cumhuriyet rejimi ve demokrasi aydınlarından olamadığını sorgulamak çok mu zor olurdu? Böyle bir tespit ve otokritik üzerinde uz aştığımız zaman ülkemizde sanki bir meydan savaşı mı yaşanacaktır.

Bütün ülkelerde olduğu gibi gençliğin yetiştirildiği eğitim kulvarında, her nedense olur olmaz çok garip bir eğitim arayışlarına sürüklendik hemen 15 yıldır içinde yaşadığımız meseleler gibi.

Bu sebeple hangi ekolden, hangi okuldan bahsetmek mantığını bırakalım. Özellikle sahiplendiğimiz İslamiyet kültürünün hiçbir zaman temellerinde mezhep çatışması yoktur.

Bilinir ki hemen her millette vazgeçilmezler sayılan Batıcı bu değerler için tevekkül ve saf sabır mantığıyla belgeler yerine onlar şöyle ya da böyle dediklerinin doğru olduğuna inanmak tam anlamıyla da gerçekçilik denilen kulvara itilmek etmektir. Böylece de yani gelen kapının açtığı kulvarlarda ise öne çıkan tabela artık bağımlılık olarak fanatiklik, tutuculukla gelen rüzgara göre yaşamayı ister olmak artık açıkça bilinirken, Emperyalizm'in şu ya da bu gibi kölesi olmaktan başka bir şey değildir.

Böylesine bir araştırmada en kolay yol size şöyle ya da böyle fikir alacağınız kişilerin kendi geçmişi hakkında bilgi edinin, anlarsınız o zaman da.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları