Yeni virüsün adı yetersizlik hissi mi?
Son dönemlerde çağın bize hediye ettiği sendromlardan biri de yetersizlik sendromu. Tıbbi olarak İmposter Sendromu olarak ifade edilen bu durum kişinin zamanla yeteneklerinden, başarılarından şüphe duyması şeklinde tanımlanıyor.
Kendini yeteriz hissetmeye başlayan herkesin tıbbi bir tanıya uygun olduğunu söylemek elbette benim işim değil ancak çevremize şöyle bir göz gezdirdiğimizde ‘yetersizlik’ duygusunun bir virüs gibi yayıldığını görmek mümkün.
Biri, bir diğerini yetersiz hissettirdikten sonra yoluna devam ederken aslında kendini yetersiz ve içinde bulunduğu durumu sorgular şekilde ilerlerken buluyor. Yetersizlik duygusunu körükleyen bir büyük alan da elbette sosyal medya.
Elimize telefonu alıp uzandığımız koltuğumuzda gidilen iyi mekanları, yapılan başarılı işleri, giyilen iyi kıyafetleri, inci gibi işlenmiş çocukları, ruh eşini bulmuş çiftleri göre göre telefonla birlikte koltuğa daha da gömülmek ve kendi gerçeğini sorgulamak an meselesi.
Peki sosyal medya ile iletilmek istenen mesajların arka planlarını düşünmeden kendi dünyamızdaki verim kaybı, heves kırılması, enerji düşmesi ve hatta hayattan zevk almama hali ile nasıl mücadele etmek gerekiyor.
Yetersizlik hissi, kimi zaman herhangi bir sınava hazırlanan öğrenciye, uzun zamandır iş arayıp bulamayan bir mezuna, evlenmeyi arzu eden ancak aradığı aşkı bulamayan birine, çocuğu ile ekranlarda emsalini gördüğü kadar verimli etkinlik yapamayan bir anneye, eşine çılgın sürprizler yapacak maddi gücü olmayan bir eşe, ideal diye şartlandırılan kiloda olamayan bir bireye çok olumsuz bir şekilde yansıyabiliyor.
Kendi dünya gerçeğini unutup veya görmezden gelip büyük resmin içinde olmak isteyen benlikler bulundukları durumları ‘yetersiz’ görmeye ve bir süre sonra da kendini değersiz görmeye başlıyor ne yazık ki.
Spora gitmemek, marka kahve içmemek, dijital platformda o dönem gelen en popüler diziyi izlememek, en çok dinlenen şarkıyı ezbere bilmemek, düğünde en az iki gelinlik giymemek, cinsiyet partisi yapmamak, seyahatlerinde dronla görüntü almamak, romantik anlarda eşini kadraja koymamak, el kadar çocuğunu jön gibi giydirmemek, doğumdan sonra hemen kilo vermemek, haftada en az bir kez dışarda yemek yememek, gülerken kırışmak, estetiksiz gezmek…
Birbirinden farklı milyonlarca ruhun, hayatın ve hikayenin benzerliklerle mutlu olacağını düşünmek, ezber metotlarla yaşam enerjisi bulacağını öngörmek ve kendi birikimi, tecrübeleri ve yaşanmışlıklarını görmezden gelerek bir diğerini andırmadığı için yetersiz hissettirmek en başta kişinin kendine yaptığı en büyük kötülüktür.
Yıllar ve yollar herkese farklı gerçekleri öğretir. Aynı sokaklardan geçsek bile gün sonunda herkes kendi köşesine çekilir. İyi bir anne, ideal bir eş, mükemmel bir arkadaş veya çok başarılı biri olmak evrensel kavramlar gibi görünse de gerçeklerle karşılaşıldığında çok farklı anlamlara çıkabilir.
Yetersiz olduğumuz eğitim, bilgi ve birikim konusunda gayretli olmaya devam ederken; ruhumuzun, yaratılışımızın verdiği huyları, yönleri de yetersizlik duygusu ile ezip parçalamamak gerekir.