Teknoloji nereye?

İnsan yaşamının en değerli unsurlarından biri olan ‘emek’ Batı dillerinde çalışma kavramından ayrılmaz bir unsur olarak görülmektedir.

Kök olarak ‘uğraş’ anlamına gelen emek diğer üretim faktörlerinden bir yönüyle ayrılmaktadır. Onu diğer üretim faktörlerinden ayıran en önemli özellik doğrudan insan unsuru içermesidir.

Doğrudan insan unsuruyla bağlantılı olan bu kavramın toplumsal ve kültürel değişimlerden etkilenmemesi imkânsızdır.

Yeni teknolojilerin dünya sahnesine çıkışı yaklaşık olarak 250 sene öncesine bizleri götürmektedir. İngiltere ve özellikle Batı Avrupa ülkelerinde buharlı makineler ve bunların kullanıldığı dokuma tezgâhları kol gücünden makineleşme dönemine geçişin en büyük göstergesi ve simgesi olmuştur.

20. Yüzyılın hemen başında Batı Avrupa ülkelerinde ve Birleşik Amerika’da kimyasal ürünlerin geliştirilmesi, elektrik sistemlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, ekonomik büyümeyi sağlamış ve yeni teknolojiler böylece yeni bir yön kazanmıştır.

Yine 20. yüzyılın başlarında yarı otomatik montaj sistemine dayanan Fordizm’in yerini tam otomasyona bırakması ve otomasyonun çelik, petro-kimya gibi ağır sanayi kollarında üretim işlemlerini geliştirmesi teknolojiye çağ atlatmıştır.

Üretim faktörlerinden belki de en değerlisi olan emeğin gelişen ve küreselleşen dünyada kendisini tehlike içinde hissetmesi son derece normaldir.

Bu duygular içerisinde teknolojiye karşı içten içe bir düşman gözüyle bakan insanoğlu uzun yıllardır makinelerin ne zaman kendilerinin yerini alacağını sorgulamıştır.

Hatta öyle ki, insanoğlu, bunu günlük hayatımızın vazgeçilmezi olan filmlerde, kitaplarda sık sık işlemiş, bilimsel çalışmalarda konu haline getirmiştir. Ancak burada kişilerin sorgulaması gereken olgu makineler değil, kendileridir.

Çağın vasıflarını yerine getiremeyen toplumlar veya bireyler genellikle oyun dışı kalmaktadır. Bunu tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte, sanayi toplumundan da bilgi toplumuna geçiş evrelerinde görmekteyiz.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yeni teknolojiler üzerine gerçekleştirdiği bir dizi araştırmanın sonuçlarına göre yeni teknolojilerin istihdam seviyesi üzerine etkisi kısa dönemde ele alınırsa olumsuzdur.

Ancak uzun dönemde mal ve hizmetlerin kalitesinin artması, maliyetlerin azalması, yeni ürünler ve endüstriler yaratma, yeni teknoloji alanında yapılacak yatırımlar aracılığıyla ekonomik gelişmeyi teşvik etmek gibi nedenlerle bu etki olumlu olacaktır.

Bu durumda yeni teknolojinin ortaya çıkardığı iş kayıpları uzun dönemde ortadan kalkacaktır. Yapılan araştırmalar bize bilgi teknolojilerinin doğrudan işsizliğe sebep olmadığını göstermektedir.

Teknolojinin yayılmasıyla birlikte bazı işler başka yerlere kaydırılıp yeni işler ortaya çıkmaktadır, bazı işler ise tamamen ortadan kalkmaktadır. Ancak bu kayıplar ve artışlar arasındaki ilişki rekabet gücüne, iktidarların politikalarına, şirketlerin stratejilerine, sektörlere, sanayilere, bölgelere ve ülkelere göre farklılıklar gösterebilmektedir.

Örneğin otomotiv sektöründe teknolojinin işsizlik üzerine olan etkileri incelenirken Japonya’da bu rakamın toplam istihdam içerisinde yüzde 2 ile 3,5 arasında olabileceği belirtilirken Brezilya’da yapılan çalışmalarda istihdam kaybının yaşanmayacağı sonucuna varılmıştır.

Görüldüğü gibi bu farklılıklar toplum dinamiklerinin genel olarak düşünülmesiyle açıklanabilmektedir. Günümüz iktisadi hayatı düşünüldüğünde işsizlik olgusuyla ilgili sosyoekonomik ve siyasal faktörler ışığında değerlendirme yapılmalıdır.

Sadece teknolojiyi suçlamak yeterli değildir. Teknoloji dolaylı yoldan işsizlik üzerinde etkili olsa bile, temel aktör değildir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları