Türkiye’de din-siyaset ilişkisi tarihçesi

Türkiye’nin son günlerde en çok tartıştığı konuların başında ‘Laiklik’ kavramı geliyor. Kavram, din-siyaset ilişkisi içerisinde içinden çıkılamaz bir hâ almış durumda.

Osmanlı’daki yenileşme hareketleri üzerinden kurulan Cumhuriyet modernleşmesi, geçmiş birikimden farklı olarak yeni dönemde radikal bir dönüşümün takipçisi oldu.

Batılılaşma siyaseti adına hukuk, eğitim ve idari anlamda önemli değişiklikler yapan kamu otoritesi, sisteme dünyevi bir karakter kazandırmıştır. Kuruluş evresinde yapılan reformların tamamına yakınının din ile ilişkisinin olduğu görülmektedir.

İslam’ın resmileştiği, toplumsal açından belirleyici olduğu imparatorluk düzeninden sonra Batılılaşma siyasetini temel yönelimi olarak seçen siyasi otorite için bunun bir zorunluluk olduğu anlaşılmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Başbakanlık makamına bağlanması, diğer yandan toplum nezdinde itibarlı din adamlarının kuruma başkan olarak atanması kurgulanan stratejinin önemli bir yansımasıdır.

Dünya Savaşı sonrasında dünya dengelerinin değişmesi ile birlikte çok-partili hayata geri dönen Türk siyaseti, tek-parti dönemindeki politikaların yerine İslam’ın yeniden ön plana çıkışına şahit oldu.

Tek-parti dönemini otoriter bir siyaset içerisinde geçiren CHP, yumuşama politikalarının bir yansıması olarak medrese kökenli Şemsettin Günalatay’ı Başbakanlık koltuğuna oturtmuştur.

Demokrat Parti ve devamında kurulan merkez-sağ siyasetin, devlet ve resmî ideoloji ile olan bağına karşın İslamcı çizginin temsilcisi olarak kurulan Millî Görüş hareketi müstakil bir siyasetin temsilcisi olmuştur.

Millî Görüş hareketinin ilk deneyimi olan Millî Nizam Partisi (MNP) 12 Mart sonrasında AYM tarafından kapatılacak ve devamında Millî Selamet Partisi (MSP) kurulacaktır.

Ana akım iş, siyaset ve toplum çevrelerinin aksine doğrundan İslami kimliği referans alan, çevre güçleri temsil eden Millî Görüş hareketi lideri Erbakan’ın öncülüğünde 1980 öncesinde iktidar ortaklığı elde etmesinin yanında birçok yerel yönetim birimini yönetecektir.

1980 sonrası dönemde din-siyaset ilişkisi, bir tarafta yeni-sağ siyasetin alan açtığı özgürlükçü ortam diğer yandan resmî ideolojinin benimsediği Türk-İslam-Batı sentezi üzerinden kendisine imkân bulmuştur.

Askeri idarenin baskıladığı siyasal sistem yükselen kimlik siyaseti ve sivil toplum üzerinden kırılmaya çalışılmış; eş anlı ve amorf bir düzlemde Türk siyaseti liberalizm ve otokrasiyi birlikte yürütmüştür.

Din ve siyaset çizgisinde, daha önce kurduğu partiler kapatılan, siyasi yasaklara maruz kalan Millî Görüş hareketi, önce mahalli idarelerde daha sonra da kazandığı milletvekili genel seçimleri üzerinden gecikmeli de olsa iktidar olmayı başarmıştır. 28 Şubat ve sonrasında ordu, yargı, basın ve sivil toplum üzerinden baskılanan İslamcı siyaset, RP’nin kapatılması ve devamında kurulan Fazilet Partisi (FP) üzerinden bir soğuma yaşasa da bu durum din-siyaset ilişkisinin yeni bir ivme kazanmasına neden olacak ve AK Parti “muhafazakâr demokrasi” kavramı üzerinden siyaseti 2002 yılından itibaren domine etmiştir.

Başörtüsü sorunu, katsayı problemi, İmam-Hatip okullarının orta kısmı, YAŞ kararları, 80’li yıllardan itibaren uygulanan katı laiklik ya da laikçilik üzerinden ülkenin gündemini esir aldıktan sonra AK Parti döneminde peyderpey bir demokrasi meselesi olarak tartışılmış ve gündem dışına çıkarılmıştır. Sürecin dönüşmesinde İslamcı siyasetin evrimi kadar Kemalist kabullerin de demokrasi lehine kat ettiği mesafe önemli rol oynamıştır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları