Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hakan Paksoy

Hakan Paksoy

MİLLİ DÜŞÜNCE

Yerlerde sürünen siyaset ve değişen tercihler

Babam rahmetli, milletini tanıyan öğretmendi. İnsanlarla çok da iyi anlaşırdı. Öğretmenlik yaptığı köylerde halka önderlik de ederdi. Onun aktardığı güzel bir cümle aklımda kaldı. "Siyasetin temel taşıyıcıları zarafet, ziyaret ve ziyafettir. Bu üçüne çok dikkat etmek gerekir" derdi.

Bu üçlü sacayağı. Ancak bugün birisi, zarafet, artık yok. O zaman da siyaset taşınamıyor. Hoş, zarafet olmayınca diğer ikisinin güzellikleri de ortadan kalkıyor da. Bir dost ziyaretinde veya çok güzel yemeklerin sunulduğu bir ziyafette sertlik, hakaretler ve neredeyse küfürler havada uçuşursa oradakilerin ağzında tat mı kalır? Dolayısıyla babamın söylediğini değiştirmek mümkün. Siyaseti zenginleştiren zarafettir.

Bugün Türk siyaseti zarafeti kaybetti. Daha da kötüsü tamamen kabalaştı. Sokak ağzıyla siyaset yapılır oldu. Seçmenlerde en üste kadar, aynı üslupla ve hakaretlerle tartışılır oldu. Sürekli gerginleşmeyi deprem bile önleyemedi. Önleyemezdi de. Devleti yönetenler depreme müdahalede de politika ve parti siyasetini öne çıkardılar. Hâlâ da aynı tavır devam ediyor. Adalarımızı işgal eden Yunanistan''a gösterilen hoşgörü muhalif partilerin belediyelerinden esirgeniyor. Hoşgörü bir yana afet bölgesi için Türkiye''nin bütün il ve ilçe belediyeleri seferber olmuşken, bir kısmı görmezden geliniyor.

Siyaset de milletin hayatını yönetiyor. Hâliyle düştüğü seviye daha doğrusu içinde bulunduğu inkıraz yüzünden halk da aynı batağın içinde çırpınmakta. Bir yandan geçim derdi diğer yanda toplumun toplam kalitesinde büyük çöküş sıkıntı verici boyuta erişti.

Bütün bunların kaynağı yönetim. Ülkeyi yöneten zihniyet artık, neredeyse, içinden çıkılamayacak boyutta hasar vermiş durumda. Ama elbette çıkmak mümkün. Çok zor fakat imkânsız değil. Ancak ilk şart yönetici değişimi. Aksi takdirde bugünkü şartlar daha da ağırlaşarak devam edecek.

Değişen bir şeyler var

Bugün değişen, değiştirilmesi bir projenin menzili olarak gerçekleştirilenler var. Mesela kutsallar değişti. Hukukun üstünlüğü, haram yememek, yalan söylememek, adaletle yönetmek gibi kutsalların yerini, en son, bir metreye altmış santimlik halı parçası aldı. Gündem, seccadeye basma yorumlarıyla kaynıyor. Bizzat AKP Genel Başkanı mitingde bunu polemik konusu yapıyor. Kutsallara saldırı olarak sunuyor. Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu neredeyse kâfir ilan edilecek.

Hâlbuki namaz, yer temiz olmak şartıyla toprakta da kılınabilir. Kaldı ki su olmadığında yine toprakla teyemmüm edilmiyor mu? Görülen o ki mesele seccade değil(!) Tıpkı, önceki bir mitingde, Kürtçe Kur''an tercümesini göstererek seçmenden oy istenmesindeki gibi.

Ve ayrıca o küçücük halı parçasının altına gizlenen o kadar çok şey var ki… Yolsuzluk, yoksulluk, pahalılık, beceriksizlik, çocuk tacizleri ve tecavüzleri, kadın cinayetleri, akraba kayırmacılığı yani hak yeme, hukuka riayet etmeme, anayasaya uymama, toplumun devlet kurumlarına güveninin kaybı, eğitimde perişanlık, sağlıkta çöküş, tamtakır bir hazine, tarımda acziyet… var da var…

Hepsi ve daha fazlası o kutsiyet atfedilen halı parçasının altında. E tabii, o kutsallık (!) olmasa bu kadar kötülüğü de saklayamazlar doğrusu. Son derece rahat halıların serili olduğu camilerin boşalmaya başlamış olması çok da önemli değil zaten. Önemli olan şimdilik de olsa yapılanları gizleyecek bir kılıf gerekiyordu. Şimdilik aranan kan bulunmuş gibi görünüyor. Ancak sadece görüntü, çünkü çok büyük bir kan kaybı var. Menzile vardıklarında hastayı bu kan zayiatından kaybetmek işten bile değil. Ama hasta sahipleri müdahale etmezse tabii!

Depremde ilk yapılacaklar ne ola ki?

Depremde de benzer davranışlar vardı. Ama ilk günleri anlatırken bu konuyu yazmamıştım. Halk, afetin ağırlığının altında ezilirken yazmak doğru gelmemişti. Ama seccadenin altına gizlenmeye çalışılan yanlışlıklar beni yazmaya yöneltti. O zaman da böyle bir anlayış hâkimdi çünkü.

Yazılarımı okuyanlar depremin ikinci gününden itibaren memleketim Maraş''ta olduğumu ve 12 Şubat Çadır Kampı''nda yardım etmeye çalıştığımı hatırlayacaklardır.

Felaketin sekizinci gününde, alanın altı beton olan kısmında büyük bir çadır kuruldu. Bu çadır kurulduğunda arama kurtarma çalışmaları daha devam ediyordu. Hava geceleri -5 derecelerde seyrediyordu. Hatta biraz daha soğuk olduğu günlerdi. Kampta kurulduğu saha çimden bozma topraktı. Deprem öncesinde yağan kar ve yağmurdan toprak suya doymuş vaziyetteydi. Çadırlarda barınmak adeta bir işkenceydi. Soba yoktu ve battaniye eksikti. Tuvaletler yetersizdi. Altyapı depremden etkilendiğinden çabuk tıkanıyordu.

İşte bu şartlarda kurulmuştu o büyük çadır. Önce içinde malzeme depolanan başka bir büyük çadır boşaltılmak istendi. Bu malzemeler kaldırılsın dendi. Ne olacak dendiğinde alınan cevap: Mescit yapacağız olmuştu. Bunu isteyen de koordinatör vali yardımcısıydı. Malzemeleri taşıyacak insanlar bulunamayınca kampın çadır bölümünün girişine yeni çadır kuruldu. Depremzedelerin kaldığı çadırların iki üç kat büyüğüydü. İçi halılarla döşendi. Kapının üzerine mescit yazdılar önüne de kurulan masaya sakallı, sarıklı, cüppeli ve şalvarlı iki kişi oturdu. Vali yardımcısı muzaffer bir komutan edasıyla "çok şükür mescidimizi de kurduk" diyerek ayrıldı.

O sırada insanlar hâlâ akın akın çadır istemeye, barınma için medet demeye geliyorlardı. Tuvaletler tam çalışmıyormuş, su yokmuş, insanlar suya doymuş toprakta yatıyormuş ne gam? Hadesten ve necasetten taharet sağlanıp sağlanmadığı da çok önemli değildi. Artık mescidimiz vardı.

Gaziantep''te de benzer bir durum olduğunu Valiliğin sosyal medya hesabında gördüm. 10 Mart''taki çeşitli mahallelerde yirmi üç (23) çadır mescidin kurulduğu Twitter''da paylaşılmıştı.

Cemaati barınacak yer arayan camiler yapılmıştı. Ve bugün olmuş hâlâ çadır bekleyenler var.

Öncelik insan mı seçim mi?

Elbette insanlar böyle zamanlarda sığınacak güçlü bir liman ararlar. Bu liman baş başa kaldıkları Yaradan''dır. Onunla kalpleriyle konuşurlar. Yardım dilerler. Ona sığınırlar ve aynı zamanda sitem de edeceklerdir. Bu, kul olarak onlara bahşedilmiş bir haktır. İnsanlar sevdiklerine sitem ederler çünkü. Sığınmak ve Tanrı''yla konuşmak için mescide ihtiyaçları da yoktur. Her an ve her şartta bunu gönülleri yoluyla yapabilirler. Yeter ki bu irtibatı kurmayı arzu etsinler, zaman ve mekân hiç önemli değildir.

Kutsal olan eşya ya da mekân değil, insanın kendisidir. Çünkü Tanrı, insanın halifesi olduğunu ve ona kendi ruhundan üfürdüğünü söylemektedir. Dolayısıyla bir halı parçası, bir çadır, bir giyecek değildir kutsal olan. Onun için Yunus "Gönül Çalap''ın tahtı, Çalap gönüle baktı, / iki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise" demiştir.

Bugün dünya iktidarı için zarafet terk edilmekte, gönüller yıkılmakta, doğrular yanlışlarla, hiçbir kutsiyeti olmayan kutsal olanla yer değiştirilmektedir.

Ama unutulmamalıdır ki herkesin bir Molla Kasım''ı vardır. Bugünün Molla Kasım''lığını da Türk Milleti yapacaktır.

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları