Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
M. Ferruh Özmutaf

M. Ferruh Özmutaf

Yazar

Ömrünü Gülperi'yi aramakla geçirdi

1915 yılında kaybettiğimiz Anadolu âşıklık geleneğinin önemli temsilcilerinden Âşık Sümmanî'nin gerçek adı Hüseyin'di. 1861 yılında Erzurum'un Narman ilçesi, Samikale Köyü'nde doğdu. Babası Kasımoğulları'ndan Hasan olup, Samikale köyüne Kafkaslar'dan gelip yerleşti.

Sümmanî, "Sonuncu, sona ait" anlamına geliyordu. Babasının sıra gecelerine katılan Âşık Sümmanî'nin, manevi badeyi içtikten sonra şiir okumaya başladığı söylenir.

Geleneklerimize göre; bir kişinin âşık olabilmesi için saz çalması, atışma yapması, irticalen şiir okuması ve bade içmesi gerekir.

Sümmanî badeli âşıklarımızdandır. Âşık Sümmani hem hece ölçüsüyle hem de aruz vezniyle şiir söylemiştir. Babası köyde çobanlıkla geçimini sağladığı için Hüseyin de 10-11 yaşlarına geldiğinde, babasıyla birlikte çobanlık yapmaya başlar. Anlatılana göre; bir gün Ablaktaş'taki çeşmenin yanında hayvanlarını otlatmaya bıraktıktan sonra deliksiz bir uykuya dalar. Uykusunda, çeşmenin başında kırk yeşil güvercin görür. Güvercinler birden kaybolur ve karşısında üç derviş belirir. Dervişler Hüseyin'e abdest aldırırlar ve birlikte namaza dururlar. Daha sonra Hüseyin'i ortalarına alan dervişlerden birinin elinde bir tabla, üç dolu bardak vardır. Dervişlerden biri, bunları Hüseyin'in önüne getirir ve "Hüseyin!.. Bu şerbetlerden bir tanesini iç bakalım" der. Hüseyin bardakların içindekileri şerbete benzetemez. Kendisini kandırdıklarını, ona içki içireceklerini sanır. "Namaz kılınan yerde içki mi içilir?" der, ne kadar zorlasalar da bir yudum daha içmez. Bunun üzerine dervişlerden biri, Hüseyin'in ellerini tutar. Diğeri de parmağını bardağa batırıp Hüseyin'in ağzına sürer. İşte tam da bu sırada Hüseyin uykusundan uyanır. Bakar ki; ne derviş var, ne de şerbet. Fakat ağzında inanılmaz bir lezzet hisseder. Öylece bir daha uykuya dalar. Uykuda yine karşısına dervişler çıkar. Tam eline bardağı alıp içmeye hazırlanırken, dervişlerden bir diğeri şöyle der; "Oğul, buna aşk badesi derler. Sevdiğin kız aşkınadır. Kızın adı Gülperi'dir. Bedahşah kentinde Şah Abbas'ın kızıdır. Sen onun, o da senindir. Birbirinize âşık maşuk'sunuz!.." Hüseyin uyandığında ne dervişler vardır ortalıkta, ne de Gülperi. Davarları da göremeyince köyün yolunu tutar. Köye varmaya yakın bir atlıyla karşılaşır. Atlı, ona "Hüseyin, korkma oğlum. Sen ereceğine erdin. Bundan sonra senin mahlasın Sümmanî, dünyada kavuşmak senin için haram" der.

Sümmanî'nin "Sonuncu, sona ait" anlamına geldiğini söylemiştik. Bu olaydan sonra babasının sıra gecelerine katılan Âşık Sümmanî, badeyi içip, kendinden geçtiği için, yanık yanık türküler okumaya başlar. Sümmanî, en çok da şu dörtlüğü okur: "Ervah-ı ezelden levh ü kalemden/ Bu benim bahtımı kara yazdılar/ Gönül perişandır alev-i âlemde/ Bir günümü yüz bin zara yazdılar." Badeyi içerken kendisine Gülperi'nin sureti gösterildikten sonra evli ve çocuk sahibi olmasına rağmen Âşık Sümmanî, diyâr diyar gezerek, ömrünü Gülperi'yi aramakla geçirir.

1915 yılında hayata gözlerini yuman Âşık Sümmanî'nin Anadolu âşıklık geleneğini Âşık Veysel devralacaktı. Veysel, sözlerini Sümmanî'nin dile getirdiği; "Ben razı değilem hicrana gama/ Garip gönlüm hâldan hâla salan var/ Sabavetten (çocukluk dönemi) beri bir yol gözlerim/ El zanneder uzaklarda kalan var"ı söyleyecektir. Ata ve babadan kalma ozanlık geleneğini Sümmanî'nin oğlu Ozan Fahri Çavuş'un oğlu Nusret Torunî ile torunu Hüseyin Sümmanioğlu sürdürecekti.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları