Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Nuri Kayış

Nuri Kayış

DOSDOĞRU

Omicron değil adaletsizlik

Koronavirüsün Omicron diye adlandırılan yeni türünün Afrika'nın yoksul ülkelerinde ortaya çıkıp dünyaya yayılmaya başlaması sürpriz değil.

Çünkü Afrika ülkelerinde aşılama oranı son derece düşük.

Bu durum virüse hem dağılma hem de yeni şekillere girme olanağı tanıyor.

Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alper Şener'in şu saptaması sorunun temelini çarpıcı biçimde özetliyor:

"Yaşananlar, aşı adaletsizliğinin bir sonucu.

Afrika kıtasında aşılanma oranı yüzde 1 ile 5 arasında değişiyor.

Bu süreç tüm dünya için her şeyi yeniden değerlendirme gereğini ortaya koyuyor.

Keşke daha adil bir dünya mümkün olabilseydi."

*

Gelişmiş ülkeler, yoksul ülkelere aşı yardımında bulunma konusunda akıl almaz derecede cimri davrandılar.

O kadar ki, bazıları son kullanma tarihine kadar yapamadıkları için yüz milyonlarca aşıyı çöpe attılar.

ABD'den Kanada'ya, Çin'den Rusya'ya, Almanya'dan İngiltere'ye, Fransa'dan İtalya'ya kadar birçok ülke elbirliğiyle Afrika'ya aşı yardımında bulunsaydı şimdi Koronavirüsün yeni türü karşısında paniğe kapılmayacak, seyahat yasakları ve sokağa çıkma kısıtlamaları gibi uygulamalara gitmek zorunda kalmayacaktı.

*

Dünya, mülteci sorununda olup bitenlerin bir değişik biçimiyle karşı karşıya aslında.

Yaşadıkları topraklarda yoksulluktan ve insan haklarının hiçe sayılmasından bezen milyonlarca insanın bir gün oraları terk edip bazı ülkelerin kapısına dayanacakları belliydi.

Gelişmiş ülkeler, Birleşmiş Milletler öncülüğünde bir örgütlenmeyle gelişmemiş ülkelerde yaşayanların insani bir yaşam düzeyine ulaşmaları için gayret gösterselerdi, bugün sınırlarına mülteciler geçemesin diye duvarlar örüp dikenli teller çekmek zorunda kalmazlar, lastik botlarla kıyılarına ulaşan insanları geri çevirmek için insanlık dışı yöntemlere başvurmazlardı.

*

Sonuç olarak moda bir siyasi deyimle ifade edeyim:

Gelişmiş ülkelerin gelişmemişlerle "helalleşmesi" gerekiyor.

Bunun ilk adımı da, gelişmemiş ülkelerin insanlarını baş belası gibi değil, başları dertte kardeşler gibi görmelerinden geçiyor.

+

FIRTINALI GÜNLER

 

Doğa da siyaset ve ekonomiye ayak uydurdu, fırtınalı günler yaşatmaya başladı.

Bu günlerde beni en çok şaşırtan sadece İstanbul'da 538 çatının uçmasıydı.

Mühendislik kurallarına özen gösterilerek yapılan çatıların değil 130 kilometre, 200 kilometre hızla esen fırtınaya bile kolayca direnmesi, karşı koyması gerekmez mi?

Çatı Sanayici ve İşadamları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Yaşar Şenal'ın Hürriyet'ten Gülistan Alagöz'e yaptığı şu açıklama sorunun temelini açıkça ortaya koyuyor:

 "Müteahhitler ilk bakışta göze çarpan cephe gibi bölümlere önem verirken çatı için aynı dikkati göstermiyorlar. Çatıda kalite ikinci planda kalıyor.

İnşaat ilerleyip iş çatıya geldiğinde eldeki kaynak da azaldığından en uygun fiyatla çatı yapılmak isteniyor.

Maliyetin ön planda olduğu, kalitenin arka planda kaldığı bir yaklaşım sergileniyor."

*

Marmara depreminde Veli Göçer'in yaptığı birçok bina çökmüştü.

Çatısı uçan binalarda acaba yeni Veli'lerin imzaları mı var?

Aklıma takılan diğer sorular da şöyle:

Müteahhitlerin yüksek kâr hırsıyla çatılarını çürük yaptığı binalara oturma ruhsatlarını kimler verdi?

Çatısı uçan binaların diğer yerlerinin sağlam olduğuna nasıl güveneceğiz?

Belediyeler o binalarla ilgili kapsamlı bir çalışma yapmayı düşünüyorlar mı?

Savcılıklar, uçan çatılarla ilgili bir soruşturma başlatacak mı?

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları