Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Halim Bahadır

Halim Bahadır

Yazar

"Karı yetimliği…"

Yaklaşık bir ay önce doğup çocukluğumu geçirdiğim Tonya ilçesindeydim. Epey bir zamandır anne ve babamı görmemiştim. Hasret giderdik yaklaşık yirmi gün kadar. Eski zamanlardan epey yaşanmışlık anlattı bana ihtiyarlar. Yedik, içtik, bir arada zaman geçirmenin keyfini sürmeye çalıştık olabildiği kadarıyla.

Bizim oranın insanı çok ilginçtir. Nüktedandır. Hayatı fıkra gibi yaşar. Anlatılan fıkraların çoğu yaşanmış şeylerdir.

Bir zamanlar Aziz Nesin'e sormuşlar:

"Bunca absürd hikayeyi nereden buluyorsunuz?"

"Dışarıya çıkıp bir iki saat sokakta geçirmek yetiyor, duyduğum ve tanık olduklarımı, gördüklerimi yazıyorum, hepsi bu" demiş büyük usta.

En olmadık insandan, hiç de beklemeyecek bir laf duyabilirsiniz bizim memlekette. Kahvehanenin birinde ilkokula bile gitmemiş bir adam, değme sosyal bilimciden daha okkalı bir tespitte bulunabilir mesela.

Yaz ayları yağmur ve sis eksik olmaz bizim oralardan. İlçede kaldığım sürece son gün ancak güneşi görebildim, o da iki saatliğine ancak. Sis yere yapışır genellikle öğleden sonraları ve ince bir yağmur saatlerce sürer gider.

Annemle öğle üzeri kahvaltı yaptıktan sonra yine eski zamanlara dalmışken, kapı ısrarla çalındı. Kalkıp açtım.

Beli bir hayli bükülmüş, ufak tefek yaşlı bir kadın vardı karşımda. Buyur ettim teyzeyi içeriye. Yaşlı kadın kapıdan salona adımını atınca annem seslendi:

"Hoş geldin Elmas. Gel otur."

Yaşlı kadın konuşkandı. Daha yerine bile oturmadan, beni sordu, diğer kardeşlerimi sordu. Babamı sordu. Dikkatle baktı yüzüme. Anneme akrabalardan biri mi diye sordum, neredeyse mırıldanarak. Evet, uzak akrabalardan biriymiş. Yıllardır görmemişim kendisini. Ama o sanki daha dün doyumsuz alabildiğince samimi sohbet etmişiz gibi davranıyordu. Harika bir sıcaklığı vardı yaşlı kadının. Samimiydi. Konuştukça sözleri ve beden dilinden halden anlayan zeki, bilge biri olduğunu sezmiştim. Samimi, açık sohbetin bir yerinde sıra yaşlı karı-kocaların yaşadıklarına ve ölümlere gelmişti.

"Evlat" dedi gözlerimin içine bakarak, "karı yetimliği denen bir şey var. Bilmem duydun mu? Allah kimseyi o duruma düşürmesin."

Nasıl bir şeymiş bu gibilerinden baktım yaşlı kadına.

"Benim yaşım 80 evlat" dedi, "kocam yaklaşık on sene önce öldü. Hep bana, 'Allah senden sonraya bırakmasın beni' derdi rahmetli."

"Neden bunu derdi teyze" diye sordum.

"Neden olacak" dedi, üzgün bir yüz ifadesiyle, "bizim buranın kadınları olmazsa kocaları açlıktan, sefillikten, bakımsızlıktan ölür gider oğlum. Ellerinden bir şey gelmez. Dayanıklı adamlar da değiller. Yemek yapmayı, bulaşık yıkamayı, ev işlerini çekip çevirmeyi, temizliği, sabrı, çocuk bakımını, bir kadını idare etmeyi bilmezler. Biz de bu salaklara (keyifle gülüyor burada) bunu öğretmek yerine kendimiz yapıyoruz. Ve adamlar yaşlanınca iyice zavallı bir hale düşüyorlar. Güçten düşüyorlar çünkü. Düşünsene tembel, iş bilmeyen bir koca bir de yaşlanıyor. Elden ayaktan da düşüyor. Kocam, benim öldüğüm takdirde, ayakta kalamayacağını, hiçbir işe yaramayacağını, sefillik içinde ölüp gideceğini düşündüğü için böyle derdi işte…"

"Anladım Elmas teyze" dedim, "peki karı yetimliği nedir?"

"Yaşlı adamların karılarının kendilerinden erken ölmesi demektir evlat" dedi teyze, "tam bir şaşkın tavuk olup çıkıyor bu adamlar, karıları ölünce. Düşünsene, anası yirmi yıl bakmış adama. Karısı ise en az elli yıl. Herifi hiçbir halt öğrenmeden, kendine yetmeyi beceremeden yaşlanmış. Evlatları çekip gitmiş, evlenip kendi hayatlarını kurmuş. Tek başına kalmış, sudan çıkmış balık gibi. Şaşkın, ürkek, çaresiz, kırılgan… Ve biliyor ki, sefalet içinde, yalnızlıkla dolu bir yaşlılık sürdürecektir. İşte karı yetimliği budur oğlum."

Yaşlı kadını yolcu ettikten bir süre sonra kalkıp bahçeye çıktım. Fındıkları, armutları, elmaları, muşmulaları, fasulyeleri, yeşilliklerin ekili olduğu küçük alanı, mısırları ziyaret ettim. Onlara dokundum. Saldıkları kokularla ziyafet çektim açık, oksijen deposu o ortamda.

"Ulan karı yetimi bile olamayacağız şu hayatta bu gidişle" diye mırıldanarak epey bir süre güldüm kendime.

Ve hemen ardından aklıma uzak geçmişten bir abim geldi.

"Karısı olmadan çoraplarını bile becerip giyemeyeceğini söyler dururdu. Şu sıralar seksenli yaşların ilk yarısında kendileri. Hala "Karı yetimi" değil. Ve muhtemelen kendi başına çoraplarını giymeyi beceremeden ölüp gidecek zavallı diye geçirdim içimden…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları