Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Halim Bahadır

Halim Bahadır

Yazar

Hayatlarını içlerinde yaşayanlar

Kısa bir zaman önce akrabalardan ellili yaşlarda adam gibi adam birini kaybettik. Hiçbir hastalık belirtisi göstermeden, bir anda çok ama çok kısacık bir zaman diliminde düşüp kalmış.

Gündüz... Haberi alır almaz yanına koşan babası, onu hayatta tutmak için elinden ne geliyorsa yapmış, o büyük telaş ve acı içindeyken.

Ama olmamış, başaramamış… Hayatta tutamamış oğlunu. Bu kadarmış ömür demek ki… Ve bırakıp gitmiş bu dünyayı, bu güzel adam.

Ve o günden beri kafamı kurcalayıp duruyor amcamın iki cümlesi:

“Yeğenim Gündüz, hayatı boyunca iki kere doktora gitti, o da dişiyle ilgili bir mesele vardı. Sapasağlamdı oğlum…”

Sevgili amcamı teselli etmeye çalışmadım. O evladını kaybetmişti. O acıların en büyüğüyle yüzleşmek zorunda kalmıştı. Onca deneyim yaşamış biri olarak, böyle bir şeyin tesellisinin olamayacağını biliyordum. Sevgili amcamın acısını dibine kadar yaşamaktan başka çaresi yoktu ne yazık ki. O evladıyla vurulmuştu! Ve bu “kılıç yarası” hayatı boyunca onunla olacaktı. Bir an bile yakasını bırakmayacaktı. Acı, ama gerçek buydu! Ve yapacak da hiçbir şey yoktu! Ölüm gibi hayat da bizi asla takmadan hükmünü sürdürüyordu ne yazık ki.

Dedim ya, fena halde bozulmuş kafamda hep o iki kısa cümlecik dolanıp duruyor…

Ayrı şehirlerde, ayrı zamanlarda, ayrı hayatlar yaşadık sevgili akrabamla. Hayatının ne kadarını dışa dönük, ne kadarını kafasının içinde yaşadığını bilemiyorum.

Ancak, ortada görünür tek bir neden bile yokken, bu dünyayı bir anda terk eden insanlar her zaman derin derin düşündürür ve şaşırtır beni.

Acaba diye söylenirim, bu insanlar hayatlarının büyük bölümünü kendi içlerinde mi yaşıyorlardı? Çok ama çok büyük sıkıntıları vardı da biz mi farkında değildik bunların? Yardım istemişlerdi, bunu hissettirmişlerdi, belki de çığlık bile atmışlardı bilmediğimiz bir dilde de biz mi farkına varamadık? Kim bilir, belki de sırlarını içlerinde hapsederek, kimseleri rahatsız etmemek için çırpınıp durmuşlardır kısa hayatları boyunca. Belki de bu hayat onlara çok da çekici, yaşanılası gelmemişti. Hayatı bir yük olarak taşıyorlardı omuzlarında belki de. Ve bunu en yakınlarına bile itiraf etmek istememişlerdi.

Muhtemelen iç dünyalarında birer şato inşa etmişti bu insanlar. En yakınlarına bile anlatmak istemedikleri şeyleri orada kendileriyle baş başa kaldıklarında yaşıyorlardı. Bu insanların bakışları dışa dönük değil de, muhtemelen kendi içlerine doğruydu. Hayata bakarken, aslında kendi içlerine bakıyorlardı. Dışarıda yaşamaları gereken ne varsa içlerinde yaşıyorlardı muhtemelen. Ve o içlerindeki ıssız şatoda yapayalnızdı bu insanlar. Derin dertlerini kimselerle paylaşamıyorlardı. Açıktan yardım istemeyi gururlarına yediremiyorlardı, kim bilir.

Sevinçlerini, acılarını, tasalarını, hayal kırıklıklarını, kırgınlıklarını, beklentilerini, arzularını, pişmanlıklarını, velhasıl insani ne varsa o içlerindeki şatoda yapayalnız yaşıyorlardı onları…

Ve birçok insan gibi durmadan şikayet edip mızıldanmadıkları için de; onların “iyi” olduğunu, “bir sorunları olmadığını” zannediyordu, içlerinde kopan kıyametten haberi olmayan dışarıdan bakanlar.

Ve günün birinde, hiç beklenmedik bir zamanda, bir yerde ve bir biçimde çekip gidiyorlardı bu dünyadan.

Ve geride kalan bizler, onların o içlerindeki şatoda neler olup bittiğini asla öğrenemeden devam ediyoruz hayatlarımıza…

***

PLASTİK SURATLI HERİF…

Adına ABD denen para devleti, birinci dereceden beladır bu fani dünyanın başına. Tek işi budur sanki. Dünyanın her yerinde milyonlarca insanı katletmiştir bu devlet. Yalan, entrika, hile, namussuzluk, soykırım, acımasızlık, eşkıyalık, görgüsüzlük, çiğlik, ne türden berbat nam ararsanız var bu heriflerde.

Kızılderili halkına soykırımın alasını yaparak milyonlarca insanı katlettiler. Savaş neredeyse bitmişken Japonya’ya atom bombası attılar. Vietnam’da yakmadık orman bırakmadılar. 2 milyon Vietnamlıyı korkunç bir şekilde öldürdüler. Ayak bastıkları hiçbir yerde ot bitmedi. Demokrasi, adalet, insan hakları, özgürlük salyalarıyla onlarca ülkeyi yakıp yıktılar. Onlarca ülkede darbe yapıp, milyonlarca insanı işkence tezgahından geçirdiler. Ve şimdi altı üstü 250 yıllık geçmişi olan bu pespaye, yapay devletin yaşlı plastik suratlı başkanı, kalkmış bizi bin yıldan beri birlikte yaşadığımız Ermenilere soykırım yapmakla suçluyor!

Bu yetmiyor, bir de gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor. Efendim, ülkemizi soykırım yapmakla suçlaması bizim sandığım gibi bize karşı bir şey değildir. Demokrat ya! Asıl derdi, böyle olayların bir daha yaşanmamasıymış efendim! Ulan dünya ne hale geldi böyle be…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları