Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Halim Bahadır

Halim Bahadır

Yazar

Eski zaman hikayeleri anlatıyor annem…

Annemi dinlemek çok ilginç bir deneyim… Ve ne zaman yolum memleketim Tonya’ya düşse, bir yolunu bulup konuştururum onu. 81 yıllık yaşamında başına gelmeyen kalmadı. Okutmamış dedem. Bir kez kaçıp okula gitmiş, karşılığında dedemden çok fena dayak yemiş. Korkudan bir daha da gidememiş. Kendini bildi bileli çalışıyor. Son derece vahşi bir çalışma bu. Yedi çocuk büyüttü. Tarlalarda çalıştı. İneklerle uğraştı. Çayırları biçtirdi. Yeri geldi yoksulluğun dibini gördü. Gurbetteki kocasının yokluğunu çocuklara hissettirmemek için didinip durdu. Sayısız hastalıkla boğuştu ve sürüyor bu iş. Mide sancıları. Romatizma. Fıtık. Bel ağrıları. Tansiyon. Böbreklerde sızı. Boyun kireçlenmesi. Kalpte arada bir kendini hissettiren teklemeler. Ve daha bilmediğimiz kim bilir hangi belalar var başında annemin. Zeki, cin gibi bir kadın. Çalışkan. İçli. Tatlı sert. Son derece mantıklı. Sayısız hayal kırıklığı yaşadı. Karadenizli kadınların çoğu gibi o da küfürbaz. Erkek kadın fark etmez, yanında kim olursa olsun içinden nasıl geliyorsa öyle konuşur, söver sayar. Çileli bir yaşamı oldu, ama hala iradesi çelik gibi. Hatta bütün bu yaşadıkları çeliğe su verilmiş gibi onu daha da dirençli hale getirdi bile denebilir. Her olaya bir çözümü var, öyle ya da böyle. Ama beni en çok etkileyen onun hafızası. Bu kadar mı olur diyorum bazen içimden, onu dinlerken! Hiçbir şeyi unutmamış. Yaşadığı, duyduğu, tanık olduğu her şeyi bir fotoğraf gibi kaydeden bir hafızası var. Sesler için de öyle. Onlar da kaydedilmiş. Elli, altmış yıl önce söylenen bir söz olduğu gibi hafızasında. Bütün tazeliğiyle aktarıyor o zamanlar söylenen sözü. İnce ayar görüntüleri de unutmamış. İnsanların o zamanlar bir lafı söylerken takındığı poz olduğu gibi annemin hafızasında nakledileceği anı bekliyor sanki. Eski zaman yaşanmışlıklarından söz ediyor…

Adamlar en az kırk yıl, elli yıl önce hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ama annemin dilinde anılar taptazedir. Bunların hepsi nasıl oluyor da o ilk zamanki tazeliğini koruyabiliyor, anlayabilmiş değilim. Onu dinlemek zevk bu açıdan… Bir yığın insan hakkında birinci elden bilgi sahibi oluyorum. Eski zaman cinayetlerini anlatıyor bir ara. Kim kimi neden vurmuş, ailelerden kaç kişi kurban gitmiş kan davalarına, bir bir anlatıyor. Arada bir ölenlerden benimsediği biri varsa durup iç geçiriyor, hemen ardından sıradan bir anlatıcı gibi devam ediyor kaldığı yerden. Duygusuz bir anlatım. Sadece olayın kendisini anlatıyor. Kendisi girmiyor olayın içine. Aman tanrım diyorum bazen, insanlar bunun için mi birbirine girmiş? Bu ipe sapa gelmez nedenler yüzünden mi birbirlerini öldürmüşler. Biri “kral” tabancasına konmak için vurulmuş, bir başkasının üzerinde silah talimi yapmışlar. Bir karış toprak, bir hayvanın sınırı azıcık geçmesi, küçük bir yanlış anlama. Ters bir bakış… Hepsi cinayet nedeni! Düşünmeden edemiyor insan, akıl, zeka, insanlık, vicdan nereye gitmişti? Yoksa, cahillik ve yoksulluk her şeyin üstünde miydi insanların hayatlarında?

Sonra cahillik ve yoksulluk nedeniyle daha yirmisini bile göremeden ölüp giden gelinlerden söz ediyor annem. Şimdiki zamanda yaşasalardı diye düşünüyorum, yakalandıkları o hastalıklar en fazla bir hafta içinde tedavi edilecek ve gencecik gelinler aramızda, hayatta olacaklardı. Ama vakti geçmiş zamanın gelinleriydi onlar. Birinin hikayesi çok ilginçtir. Acıklıdır. Trajiktir. Kadıncağız daha on sekizindeymiş. Ormana odun için gitmiş. Odun keserken daha önce yarı yarıya kesilmiş bir ağacın yakınlarındaymış. Birden rüzgar hızını artırmış ve ağaç kesildiği yerden koparak, genç kadının üzerine abanmış. Kadının bütün karın boşluğu parçalanmış. Akşama eve dönmeyince yakınları aramaya çıkmış. Ve olay yerinde ölüsünü bulmuşlar. Çakal, ayı, kurt takımı henüz olay yerine inmemiş. Yoksa kızcağızdan kemikten başka bir şey kalmayacakmış. Kocası çok seviyormuş karısını. O da henüz yirmi yaşındaymış. Mezara zor sokmuşlar gelini. Kaç kere mezardan çıkarıp sarılmak için hamle etmiş karısına. Sonra bayılmış ve görevliler gömebilmiş gencecik kadını. Annem bunu anlatırken kaç kez dolup taştığımı anımsamıyorum bile…

Bir başka gencecik gelin vereme yakalanarak ayrılmış bu dünyadan. Kızcağız iki ay sonra evlenecekmiş. Her gece Allaha dua edermiş, evleneceği günün bir an önce gelmesi için. Öleceğini biliyormuş, hissetmiş galiba ve erkeğinin kolları arasında ölmek için acele ediyormuş. Aile izin vermemiş buna. Baba evinden ölüp gitmiş genç kız. Evleneceği çocuk cenazenin hemen ardından ayrılmış Tonya’dan. Bir daha ne evlenmiş, ne de Tonya’ya ayak basmış. Acısını sonsuza kadar içine gömerek taşımaya kara vermiş. Ve bunu yapmış. Ve on yıl önce İstanbul’da yoksulluk içinde ölüp gitmiş adamcağız…

Annem bunları anlatırken de çok eski zamanlardan sıradan bir olayı nakleder gibi yapıyor. Bazen iç geçiriyor, sonra yine devam ediyor. Hayatın eski zamanlarda buralarda böylesine hoyrat bu kadar sert yaşanması insanı tuhaf bir ruh haline sokuyor. Çok zor zamanlarmış eski zamanlar diye geçiriyorum içimden, annem anlatısına bir süre için ara verdiğinde…

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları