Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Halim Bahadır

Halim Bahadır

Yazar

Eski sevgili, ilk kitap Ve tel tel olan saçlar…

2003 yılıydı. Bir gazetede köşe yazıları yazıyordum. Çok okunuyordum ve okurlarım seviyordu beni. Büyük bir aile gibiydik. Ekonomik sıkıntım da yoktu. İyi dostlarım vardı. Sağlığım yerinde sayılırdı. Özel hayatım dağınık olsa da keyifli sayılırdı. Henüz kırklı yaşların başlarındaydım ve gelecekte çok şeyi başarabilirdim. Ancak içimde devasa boşluk vardı yine de sahip olduğum şeylere rağmen. Sanki içine neyi atarsan at hiç dolmayacak, doymayacak bir boşluk…

Bir şey yapmam lazımdı, yoksa o devasa boşlukta kaybolup gidebilirdim. Bu korkutuyordu beni.

Aklıma parlak bir fikir geldi, bir akşam vakti kafenin birinde biramı yudumlayıp bizim kara kaplıya not düşerken. Neden öykü yazmayayım ki? Köşede yazamadıklarımı orada yazardım. Ayrıca roman ne güne duruyordu? Tamam, belki erkendi roman için, ama denemekte yarar yok muydu? Bakarsın iyi bir eser çıkardı ortaya. İşbaşına evlat. Seni güçlendirecek bir mevzi daha işte. Çalış, durmadan çalış, kendinle baş başa kalmamaya bak. Hadi kolay gelsin…

Ve ilk kitabı gecemi gündüzüme katarak çok kısa bir zaman diliminde yazıyorum. Hayatla dansa kalkmış bir adamın yaşadıkları, tanık oldukları, düşündükleri, hissettikleri… Merkezi Kadıköy taraflarında olan bir yayınevi ile anlaştım. İçinde, hayatın çıplak halini anlatmaya çalıştığım ondan fazla öykünün yer aldığı kitabım basılıyor, 2003 yılının kasım ayında. Elime alıyorum, sıkıyor parmaklarım kitabımı. Gözlerimi de sıkıyorum. Ağlamamak için zor tutuyorum kendimi. Ama başaramıyorum. Yaşlar yağmur gibi akıyor yanaklarımdan. Bir aşama daha yukarıya taşıdın kendini usta diyorum içimden, büyük bir mutlulukla, artık kitabı da olan bir yazarsın…

Kitap piyasaya veriliyor iki üç gün sonra. Gazetedeki köşemde kitabımın yayınlandığını duyuruyorum okurlarıma. Yayınevi tanıtımını yapıyor, çeşitli mecralarda. Ve birkaç gün sonra sabah evde kahvaltı yaparken yayınevinden arıyorlar:

"Hocam, emekli edebiyat öğretmeni olduğunu söyleyen bir kadın okurunuz kitabınızı almak için yayınevine geldi. Bizden değil, kitapçılardan alması gerektiğini söyledik. Ama dinlemiyor bizi. Sizi de çok görmek istiyor bu arada."

İçimden işte bu harika diyorum. Hanımefendi o yaşta çıkıp yayınevine gelmiş. Tanrı sana ne kadar da büyük bir nimet bağışladı!

"Hanımefendiye yarım saat sonra orada olacağım söyleyin, geliyorum" dedim ve çıktım yola.

Yayınevinde "Hanımefendi, yazarımız Halim Bey" diyerek tanıştırdılar beni. Yaşlı okurum ağır ağır ayağa kalktı. Orta boylu biriydi. Saçları beyazdı. Alnı geniş. Gözleri masmaviydi. Anlamlı yüzünde müthiş bir keyif vardı. Elini uzatarak, "Ben Suzan" dedi, "emekli öğretmenim. Nasılsınız?"

Elini öptüm ve "Hocam, zahmet etmişsiniz buraya kadar" dedim, "kitabım kitapçılarda da olacak bu günlerde."

"Olsun" dedi Suzan Hanım, "hem sizi de görmüş oldum. Çok merak ediyordum sizi. Yazılarınızın takip ediyorum. Beklediğim gibi sıcak bir insansınız. Kitabı buradan alabileceğimi söylediler. İmzalarsanız değil mi benim için?"

"Ne demek hocam" dedim, "elbette, kalkıp buralara gelmişsiniz. Bu ilk kitabımın ilk imzası olacak. Beni çok mutlu ettiniz. Size sonsuz teşekkürlerimi sunarım."

Gözlerim doldu ama tuttum kendimi. Hoca hanım da çok duyguluydu, her halinde belli oluyordu bu.

İmzaladığım kitabımı özenle çantasına yerleştirdi ve ayağa kalkarken, "Size sarılabilir miyim oğlum" dedi sevecen, sıcak bir ses tonuyla. Bir şey demeden ayağa kalktım ve sarıldık bu harika okurumla. Ve sonra basılmış kitabımdan iki nüsha aldım. Hoca hanıma veda ettim ve "İlk hedefin dolmuşla Taksim usta" diye mırıldandım…

Siyah kadife ceket vardı sırtımda. Yan ceplerine kitap rahat sığıyordu. Onun için almıştım zaten hergeleyi. Taksim'de indim dolmuştan. Gezi parkının oralarda dolandım bir süre. Üniversitede aşık olduğum kızın beni hayatından çıkardığı yeri gözetledim bir süre. İçim acıdı ve parmaklarımla cebimdeki kitabı sıkıp durdum. Sonra çay bahçesinde, o yeri görebileceğim bir masaya oturdum.

"Beyefendi, ne alırsınız" dedi garson.

"Demli bir çay lütfen" dedi beyefendi.

Çayı aldı eline beyefendi ve yakınlardaki o devasa ağacın altına gitti. Yere çömeldi. Kitaplarından birini çıkardı. Eline aldı. Ağacın gövdesine sırtını yasladı. Bakışlarını uzaklara dikti. Çayından birkaç yudum aldı. Sonra gözlerini kapatıp anılarına daldı. Bir dakika kadar sonra açtı gözlerini. Bir kez daha baktı yıllar önce konuştukları yere. Çay bitti. Kalktı. Göz pınarları ıslandı. Çayın parasını ödedi ve Taksim meydanını geçerek İstiklal Caddesi'ne girdi.

Fransız konsolosluğunun oradan ilerledi. Biraz yürüyünce sol taraftaki kitapçının vitrininde kendi kitabını gördü. Afiş de güzeldi. Eliyle okşadı cebindeki kitabı.

Ve 23 yıl önce sevgiliye söylediklerini anımsadı:

"Bir gün benim de kitaplarım yer alacak bu vitrinlerde…"

O zaman buna inanmayan sevgiliye bir sitem gibiydi biraz da sözleri.

"Ama oldu, baksana. İşte vitrinde kitabım sevgili…"

Sonra bir anlık iç burukluğunun ardından keyifle gülümseyerek ayrıldı kitabevinin önünden.

Ve tuhaf bir şey oldu…

Sanki bir anda, tam 23 yıl sonra eski yar bitivermişti yanı başında… Eskiden yaptığı gibi girdi koluna. Arada bir kocaman ela gözleriyle baktı yüz hatlarına. Ağır ağır, salınarak, zamanı tüketmemeye çalışarak, acele etmeden yürüdüler Tünel'e kadar. Sonra dar sokaklardan geçerek Karaköy'e indiler.

Vapurda çay içtiler. Sevgilinin kara saçları ağzına, yüzüne, omuzlarıma düştü rüzgarda. Ve yine tel tel oldular… Ve yine, "Versene saçlarımı bana Deli Laz" diye çıkıştı eski yar…

Vapurdan indiler. Kadıköy'de otobüs durağına kadar yürüdüler. Beyefendi arada bir bahaneyle kızı önünde yürüttü ve saçlarının belinin üstüne tel tel düşmesini izledi, çok ama çok eski zamanlardaki gibi... Sonra kız onu dudaklarına en uzak yerden yanaklarından öperek otobüsüne bindi.

"Güle güle yar" dedi beyfendi, "dikkat et kendine. Kurda kuşa yem olma sakın..."

Kız el salladı. Beyefendi el salladı. Ve otobüs ağır ağır çıkıp gitti duraktan…

Dalıp gittiğim hayal aleminden bir süre sonra uyandım caddede yürürken. İrkildim. Hayat ne tuhaf oyunlar oynuyordu insana diye geçirdim içimden. Hayatlarımıza giren bazı kadınların zamanla daha çok olumsuz özelliklerini görürken, çok az olan diğerleri daha da büyür gözümüzde, gönlümüzde. Onlarda bizi rahatsız edecek özellik aramayız. Bu kadınlar giderek çok daha fazla yer kaplar içimizde. Daha önceleri aklımızı başımızdan alan özellikleri büyüdüğü, çoğaldığı gibi, bunların yanına yenilerinin eklendiği de olur. Ve bu durum özel ve asla unutulmaz kılar bu kadınları. Gülüşleri, yüzleri, bakışları, ilişkine özel tavırları, ses tonları, yürüyüşleri, zariflikleri, dokunuşları, bakışları, yürekli tavırları, içtenlikleri, samimiyetleri, incelikleri, insanı sarıp sarmalayan kokuları büyür de büyür zihninde. Yıllanmış şarap gibi artar değerleri. Ama o şarap ne kadar yıllanırsa, o kadar çok yakmaya başlar içini…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları