Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Halim Bahadır

Halim Bahadır

Yazar

Çıldıran eşekler ile beyaz gömlekli adamlar…

Geçenlerde uzun yıllardır arada not düştüğüm bizim kara kaplıyı karıştırırken, onlu yaşlarımdaki iki küçük serseriliğe de rastladım. Pazarları bu köşede, anılara ve yaşanmışlıklara dalmaya söz verdiğim için paylaşmak istedim efendim. Bakalım ne işler açmışız başımıza, nelere tanık olmuşuz o küçük serüvenlerle dolu çocukluklarımızda…

İlk gençlik insanın en deli çağlarıdır dememişler boşuna. Hesapsız, kitapsız dalarsın her işe. Önce eylemi yapar sonra düşünürsün. Bazen düşünmezsin bile…

Bir gurup hergeleydik. 12 ya da 13 yaşlarındayız. Yaşlar küçük ama serserilik diz boyu. Karadeniz'in o yoksul, vahşi coğrafyasında, şimdiki zamanın Z kuşağına mensup olmadığımız için, bilgisayar ve internetimiz yoktu. Sokaklarda oyun yaratmaya çalışıyoruz kendimize sürekli olarak. Aklımıza arada bir parlak fikirler geliyor de geliyor tabii ki! Hem de ne kadar parlak tanrım! Benim yaşlarda bir komşu oğluyla yayla evimizin hemen başında yolda oturmuş gevezelik ediyorduk. Bir anda kolumu tuttu arkadaş ve bir fikri olduğunu söyledi, heyecanla…

Küçük bir tepenin sırtında bulunan evimizin batı yönünde yaklaşık 150 metre kadar düz gittikten sonra bir yokuş başlıyordu. Tahminen 300 metrelik bir yokuş bu. Taşlı Yol derdik buraya. Yol taşlı, keçi yolu gibi bir şey. Çevresinde çok sayıda komar çalısı vardı. Komar, Rize ve Trabzon yaylalarında çokça yetişen kalın, sert ve sivri yapraklı çalı türüdür. Yaz kış yapraklarını dökmez. Arılar pembeye çalan mor çiçeklerine bayılır. Sık aralıklı öbekler şeklinde yayılırlar bulundukları alana. Tek bir öbekte yirmiden fazla çalı bulunur. Sıktır çalılar ve gizlenmek için ideal bir ortam sağlar.

Ormandan odun taşımak için kullanılırdı eşekler bizim oralarda. İki ya da üç kişi en az otuz eşeğe komuta ederdi. Eşeklerin yükü ağır olurdu genellikle. Zar zor yürüyordu hayvancıklar. Ama biz buna dertlenecek kadar sosyal varlıklar değildik o zamanlar. Bizim derdimiz, gırgırdı, oyundu, küçük serseriliklerdi. Onun da yöntemini keşfetmişti bizim arkadaş.

Yöntem şöyleydi…

Eşekler birbirlerinden çok etkileniyordu. Bunu nasıl mı anlamıştı? Efendim, eşeğin biri anırmaya başladı mı diğerleri de kurulmuş saat gibi ona katılıyordu. Şimdi hayvanlar o yokuşu aşağıya doğru inmeye başlar da biz de komar çalılarının arkasına saklanıp anırmaya başlarsak, eşekler eşek anırıyor diye algılayacaktı. O zaman onlar da anırmaya başlardı. Ve bu durumda eşekler bir eşeklik daha yapardı. Onu da öğrenmişti hergele, epey vakit alan gözlemleri sonucu. Anırırken koşmaya da çalışırdı hayvanlar. Biri koşunca diğeri takip ediyordu. Tabii ki o keçi yolunda yükleri sert komar çalılarına takılıyor ve devriliyor eşekler. Yükler her yana saçılıyor. Adamlar çılgına dönüyor, eşekler kıyameti koparıyor. Ancak bize bayram yeri gibi gelecekti ortalık. Deliye her gün değil, her yer de bayram… Ve biz hergeleler, sindiğimiz çalıların arkasında bayılana kadar gülecektik.

Yöntemi olduğu gibi pratiğe geçirdik. Ne de olsa arkadaşımız onca emek vermişti bu işe, kafa patlatmıştı.

Arada bir heriflere yakalanıp epey de dayak yiyorduk, ama olsundu. Önemli olan gülmekti, gülebilmekti, o çetin doğada bile gülünesi bir şeyler yaratmaktı. Aptalca ya da eşekçe olabilirdi, hiç mühim değildi…

Kaç kez dayak yedik adamlardan tanrı bilir, ama asla vazgeçmedik eşeklere musallat olmaktan. Ta ki, bir yıl sonra o yayla evini bir daha kullanmamak üzere terk edene kadar…

Ayda en az bir kez başka bir etkinliğe de tanık olurduk arkadaşlarla yaylada…

Çoğunluğu otuzlu yaşlarda veya kırk idi. Ne kadar da büyük görünürlerdi gözümüze. Pantolonları genellikle siyah olurdu. Gömlekleri ise mutlaka beyazdı. Gömleklerinin en az iki ya da üç düğmesi ise açıktı. Çoğunun elinde şişe vardı. Yaş daha kemale ermemiş, o şişelerde ne olduğunu bilmiyorduk. Çok sonraları o şişelerin içinde rakı olduğunu öğrendik. Ve de heriflerin rakıyı ağızlarıyla değil de farklı bir yerleriyle içtiklerini…

Ne yapıyordu bu herifler bizim küçük oyun alanlarımızda acaba? Nereden geliyorlardı? Anlam veremiyorduk. Ama bazı tahminlerimiz de yok değildi. Muhtemelen bu ipten kazıktan kurtulmuş güruh daha yukarıdaki yaylalara çıkmışlar, oralarda kafayı çekmiş, yemiş içmiş, eğlenmiş, tepinmiş, güreş tutmuş ve akşama doğru da dönüşe geçmişlerdi. Dönüş yolunda türkü söylüyor, kısa süreli bir horona duruyor, bağırıp çağırıyor, bizlerden daha beter eşek şakaları yapıyor, ağızlarına dikip bitirdikleri rakı şişelerini havaya atarak onlara kurşun sıkıyor ve bunun da yarışmasını yapıyorlardı. Kimi yerlere düşüyordu arada bir, kiminin beyaz gömleği çamur içindeydi, kiminin ki ise yırtılmış. Kimisi ise durduk yere ağlamaya başlıyordu. O zamanlar kırk yaşlarında bir adamın neden ağladığını bilemezdik elbette. Hatta çok tuhafımıza gidiyordu. Koskoca adam nasıl olur da ağlardı? Öyle ya, ağlamak bizim gibi, on isteğinden birinin bile karşılanmadığı çocuklara göre bir işti! Ama neşeliydi adamların çoğu yine de.

Annelerimize, tanıdık ablalara, yengelere sorardık bu adamları ama doyurucu açıklama yapamazlardı bize. Çok ısrar edersek de uzak durun, tehlikeli adamlar onlar derlerdi, tedirgin bir ses tonuyla. Oysa bu adamların bir kısmını tanıyorduk. Ama neden bu işleri yaptıklarını bilmiyorduk. Anlamlandıramıyorduk. Çocuktuk işte.

Ve çok daha sonraları, onların yaşına geldiğimde bu adamlardan bazılarının kaderini izleme fırsatı buldum…

Biri intihar etmişti. Biri madende bir bacağını kaybetmişti. Biri kumarda her şeyini yitirmiş sokaklarda sürünüyordu. İçlerindeki en küfürbaz olanı hacca gitmişti ellili yaşlarında. Hayırsever, karıncayı incitmez bir adam olup çıkmıştı. Gerçi o şişenin dibini bulup, şişeyi havaya attıktan sonra ona mermi atarken de hayırsever ve karıncayı incitmez biri olup olmadığını bilmiyorduk. Kimseler de bilemezdi zaten. İnsanın içinde bir tek insan yok ki, sürüsüne bereket… Öğrendik bunu hayattan dayağı yedikçe. Bir başkası çocukları tarafından öldürüldü. Karısının evden kovduğu biri de vardı aralarında. Artık canından bezen kadın, "Evden git, bir daha da gelme. Gelirsen şayet, uyurken kafanı baltayla keserim" diye tehdit etmiş adamı. Karısını çok iyi tanıyordu herif! "Ula habu psikopat kari deduğuni yapar" demiş arkadaşına, "ben gideyirum buralardan." Ve gitmiş de…

İyi pazarlar efendim…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları