Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Halim Bahadır

Halim Bahadır

Yazar

Babamın utangaç gelinin önüne sürdüğü ekmek dilimleri…

Günlerden herhangi birinin uğursuz olması gibi bir şey saçmadır elbette. Böyle demeyelim. Benim için tuhaf bir gün olsun. Gece kabuslar eşliğinde zorlu geçsin. Sabaha vardığında ise doğal olarak tersinden kalk. Ve aksilik üstüne aksilik… Dur hele de kendine, bir büyük dert getirmesin bütün bu işler…

Öğle üzeri kız kardeşim aradı. Ortanca biraderin eşi yaşadıkları Trabzon’da sabah saat on sularında kalkmış yataktan. Kocasına başının çok kötü ağrıdığını söylemiş. Bir minder almış ve koltuğa zar zor yetişip uzanmaya çalışmış ve kendinden geçmiş hemen sonra. Ve hastane yolunda uyanmış, üç beş kelime edecek kadar güç bulmuş kendinde. Ve sonrası hastanede derin mi derin bir uyku…

Gelinde epey bir hastalık vardı. Arada bir biri ya da birkaç birden başını gösterip kayboluyordu. Acaba bunlardan biri mi yine çıktı ortaya ve gelin bayıldı diye düşünceler geçiyorken içimden, kardeşim bir kez daha aradı. Çekilen röntgenleri bir uzmana göstermişler. Ve uzman kara mı kara bir kehanette bulunmuş. Durum çok ciddiymiş ve gelinin ne yazık ki çok az bir ömrü kalmış!

Bir anda derin bir hüznün içinde buldum kendimi. Kalkıp gitmek gerekiyordu İstanbul’dan Trabzon’a. Ancak bir umut da vardı kardeşim aramadan önce. Bir başka doktor umut vermişti. Umarım çok önemli bir şey değildir. Ama öteki uzman da kara haberi verdi işte usta. Peki ya üç beş yıl önce yakana yapışan şu berbat uçak korkusu! Ne olacak o? Nasıl hakkından geleceksin o korkunun? Daha neden kaynaklandığını bilmiyorsun ki! Haydi hayırlısı diyerek çöktük bilgisayarın başına. Acaba otobüsle mi gitsem? Ya gidene kadar ölürse gelin? Yetişemezsin o zaman usta. Çaresiz uçakla gitmem gerekiyordu. Yaz sonları da olsa uçak bulmak kolay değildi. Ertesi güne ancak bulabildim bir bilet.

Korkuyu yendik. Derin derin soluk aldık, maskenin elverdiği kadarıyla ve güç bela attım kendimi Trabzon havaalanına. Birader karşıladı. Havadisleri aktardı. Durum iyi değil, anlaşılmıştı. Her an ruhunu teslim edebilirmiş güzel gelinimiz…

35 yıl önce 19 yaşındayken gelin geldi hanemize Pembe. Birader Ali 20 yaşındaydı. Ve çok geçmeden de askere gitti. Ailenin durumu çok da iyi değildi o zamanlar. Üç kardeşim daha vardı evde. Ve küçüklerdi. Birlikte büyüdüler desek yeridir gelinle. Ve bana aktarıldığına göre gelin, birlikte oturulan sofrada önündeki ekmeği bitirdiğinde uzanıp da alamazmış yeni bir dilim. Utanırmış. Ve işte o zaman babam çaktırmadan devreye giriyormuş. Gelinin ekmeği bitmeye yüz tuttuğunda, kısa küt parmakları harekete geçiyor ve yeni bir ekmek dilimini sürüyormuş gelinin önüne çaktırmadan!

4 çocuk yaptı gelin. İlk zamanlar ekonomik sıkıntılar içinde geçti. Ev kadınıydı gelin. Birader envai çeşit işte çalıştı. Ve ancak son on yıldır iyi kazandı. Ve 4 çocuk da üniversiteyi bitirdi. Bunu başardılar. Ancak hayat verirken alıyordu da. Onca yıl yıprattı gelini. Genetik bazı sorunlar da eklenince sık sık sıkıntıya girdi bedeni. Ama o yılmadı yine de. Çalıştı. Herkese yardım etmek için çırpındı. Kimin derdi varsa orada bitti. Bizim aileyi de ayakta tutan insanların başına geldi. Evet, herkesin yardımına koştu. Ama bir kişiyi unuttu: Kendini…

Hastaneye vardık biraderle. Sülale ve çok sayıda tanıdık, dost oradaydı. Maskeye, mesafeye dikkat ediyorduk olabildiği kadarıyla. Yoğun bakımdaydı gelin. Sonra aletlere bağlanmış. Bahçede kaçınılmaz sonu beklemeye başladık. Mühendis yeğenlerden birisiyle konuşurken şöyle dedi:

“Amca keşke annem bu kadar iyi olmasaydı. Çok daha acı verecek ölümü…”

“Yanılıyorsun evlat” dedim, “düşünsene kendini bildin bileli seni çok seven ve senin de çok sevdiğin bir annen oldu. Bu harika bir şey… Ve ancak böyle bir annenin anısı, iyileştirebilir yaralarını. Daha iyi bir ilaç yok yeryüzünde…”

Ve birkaç gün daha ancak dayanabildi gelin. Ve ruhunu teslim etti.

Ailenin acısını anlatmaya gerek yok. Bilen bilir, hissedebilen eder zaten…

Bir anda her şey darmaduman olmuştu. Her şey sonsuza kadar değişmişti. Derin bir acı, çaresizlik, boşluk çullanmıştı ailenin üstüne.

Babam 90 yaşında bir insan. O da ciddi hastalıklar atlatmış. Ve gelinini her daim çok sevdi. Mezara götürdüm onu birkaç kez, isteği üzerine. Dayanamadı fazla. İki üç dakika sonra koluna girip eve götürdüm onu ve yattı. Gözleri kıpkırmızıydı her seferinde.

Her gün mezarına gittim gelinin. Bir süre durup ölüm denen serseriyi düşündüm. Hayatları boyunca birbirini seven iki insanın yaşadıklarını düşündüm. Zira o otuz beş yıllık evliliğin çok ama çok bir zaman dilimi tartışmayla geçmiş. Her ailede olanlardan bile çok daha az…

Artık İstanbul’a dönmem gerekiyordu. Son kez ziyaret ettim gelinin mezarını.

Ve yine o sofra geldi gözlerimin önüne. Ürkek bakışlar. Biten ekmek dilimi… Ve tam da o anda harekete geçen babamın küt parmakları… Ve gencecik gelinin önüne usulca sürülen ekmek dilimi…

Gözyaşları içinde, “Ruhun şad olsun güzel gelinim” dedim, selamımı verdim ve ayrıldım mezarlıktan…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları