Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kamuran ÖZGEN

Kamuran ÖZGEN

TURİZM EKONOMİSİ VE POLİTİKASI

Turizmde kendimizi kandırmak

Dünyadaki Covid-19 olayının devam ettiği şu günlerde, ülkemizde yaklaşık milli gelirimizin yüzde beşlik

kısmının karşılandığı (iddia edilen) turizm sektörünün halleri pek iç açıcı görünmüyor. Turizm kaynaklarının en kaliteli olanlarına sahip olmanın, tek başına yeterli bir etken olmadığını bu salgın sonrası ülkelerin almış oldukları kararlar sonrasın da birkez daha tecrübe etmiş olduk. Turizm kaynaklarımızın rakip ülkelerin kaynaklarından çok daha iyi olması, "turist kaynağı açısından bakıldığında" pek önemli olmadığı ortaya çıktı.

Yılda yaklaşık vatandaşının cebine turizm faaliyetlerinde harcaması için doksan milyar dolar civarı bir

parayı koyan Alman Hükümeti'nin, Covid-19 vakalarının en düşük olduğu ülkemize karşı almış olduğu "gidilmesi riskli ülke" kararı, 1963 yılından buyana devam eden Avrupa Birliği üyeliği aldatmacasının gerçek yüzünü birkez daha ortaya çıkardı. Dünya da turizm harcamalarının en çoğunu yapan Almanların, gidecekleri ülkeler belirlenir iken Avrupa Birliği üyesi ülkelerin tamamı listeye alındı (İtalya ve İspanya Covid -19 vakalarının ve ölüm olaylarınınen yüksek olarak görüldüğü ülkeler olduğu halde) Türkiye bu listenin dışında tutuldu.

Dolayısı ile "parayı verenin düdüğü çaldığı" bir düzen içerisinde, dünyanın en güzel otel veya koylarına

sahip olmak, hizmetleri en ucuza veriyor olmak tek başına yeterli olmuyor. Çünkü her ne konuda olursa olsun eğer kendinizi yaptığınız faaliyet konusunda "dışa bağımlı" bir hale getirirseniz, konu her ne kadar tatil olsa da, ülkenizin dış politika da almış olduğu pozisyon ve bundan hoşlanmayan diğer ülkeler, sizin onlara bağımlı olduğunuz sektörler de ipinizi çekeceklerdir.

Devlet edenlerimizin bir an önce Alman Hükümeti'nin bu son alınan kararlarını da göz önünde

bulundurarak, öncelikle "Gümrük Birliği Anlaşması'ndan" çekilmesi ve kendisine yeni bir yol çizmesi en akılcı yol olacaktır. Türkiye'ye karşı alınan kararlar birkez daha "onların ortak bizim ise pazar" olduğumuzu ortaya koydu.

1985'ten itibaren tahsis edilen "hazine arazilerinin" aslında; kendi boynumuza geçirdiğimiz ip olduğunu görüyoruz. Bu arazilerin yabancılara tahsisleri yapılır iken; "Bu işletmeler yılın en az on ayı açık kalacak" maddesi konulmalı, eğer bu madde yoksa veya varsa da uygulanmıyor ise o zaman bu tahsis hakları iptal edilmelidir. Gümrük Birliği Anlaşması'ndan çekilmediğimiz sürece, ayaklarımızdaki prangalardan kurtulmamız sözkonusu bile olamaz. Birkaç hafta önce Almanya'nın en büyük tur operatörü yetkilisinin Yunanistan Turizm Bakanı ile "2020 yılı stratejik işbirliği anlaşması" imzalaması ve 2019'da Yunanistan'a getirdikleri 3 milyon turistin en az yarısını 2020 yılında getireceklerini taahhüt etmesi, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı oluyor.

Diğer taraftan Yunanistan'ın Ege Deniz'indeki mülkiyeti Türkiye'ye ait olan ve durumu tartışmalı olan ada

ve adacıkları sistematik şekilde işgal etmesi ve tüm uluslar arası anlaşmaları çiğneyerek yerleşime açıp asker konuşlandırması, geçen gün youtube'ta izlediğim Sayın Prof. İlber ORTAYLI'nın "Lozan Antlaşması'nın süresi 2023'te doluyor, eğer tekrar müzakere edilmek istenirse tüm devletler toplanıp yeniden müzakere edilebilir" demesi, aslında Yunanistan'ın bilinçli bir şekilde bu işgalleri yaptığını ortaya koyuyor.

Devlet olarak zamanında karşı çıkmadığımız ve uluslar arası kuruluşlara taşımadığımız bu işgal olayları,

eğer söylendiği gibi 2023'te Lozan Antlaşması sona eriyor ise, tekrar müzakere edilse bile bu müzakereler "mevcut durum" göz önüne alınarak yapılacaktır. Çünkü, hakkınızı zamanında korumadığınız takdirde iş işten geçmiş olacak, diplomasi ile çözülebilecek konular, silahla çözülmek zorunda kalınacaktır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları