Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Murat Sururi ÖZBÜLBÜL

Murat Sururi ÖZBÜLBÜL

EKONOMİ VE GERÇEKLER

Sarayda damat rüzgârları

Maliye ve Hazine eski Bakanı damadın ailesinin sahip olduğu Yeni Şafak gazetesinde birinci sayfadan atılan "Bu operasyonu kim adına çektiniz" manşeti, saray cenahından esen ve fırtına şiddetine varabilecek bir rüzgâra işaret eden çok önemli ve radikal bir çıkıştı.

Nitekim bu rüzgâr bir fırtınaya dönüştü ve daha 4 ay kadar önce Merkez Bankası Başkanlığına atanan Naci Ağbal'ı önüne kattı, götürdü.

Bir partili başkan gitti yerine başka bir partili başkan koltuğuna oturdu ve Merkez Bankasının yeni başkanı AKP milletvekilliği de yapmış olan Yeni Şafak gazetesi ekonomi yazarlarından Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu oldu. Bu atamanın damadın da yönlendirdiği bir operasyon olması son derecede yüksek bir olasılıktır.

Her neyse, Kavcıoğlu'na bu yeni görevinde başarılar diler ve koltuktaki ömrünün en azından Naci beyden daha fazla olmasını ümit ederim...

Bu fırtına devam eder, şiddetini daha da arttırır ve önüne başka kimleri katar bunu elbette bilmek mümkün değil. Biz saray entrikalarını konuşmayı bir kenara bırakıp konumuza dönelim ve bu yeni partili başkan döneminde Merkez Bankası ne yapar onu öngörmeye çalışalım:

Öncelikle Kavcıoğlu'nun, Erdoğan ile çok paralel düşündüğü yazılarından anlaşılıyor. Bu yüzden yüksek faiz düşük kur dönemine açılan kapı kısa bir süre zarfında kapanacak gibi duruyor. Kurların ne kadar yüksek bir seviyeye oturacağı ve faizin ne kadar ineceği elbette bir bilinmezlik. Dahası buna güçlerinin yetip yetmeyeceği de ayrı bir konu.

Burada bir olasılık var; Erdoğan ağzı ile kuş tutsa artık başta ABD ve AB olmak üzere batı dünyası ile daha önce kurmuş olduğu sağlıklı ilişkileri yeniden kuramayacağını, finans kapitalin desteğini bir daha alamayacağını anlamış, bu noktadaki ümitlerini kaybetmiş olabilir. İstanbul sözleşmesinden çekilmek ve benzeri antidemokratik uygulamalar batı ile köprülerin tamamen atıldığının bir işareti de olabilir. Bu noktada kendi bildiğini okuma ve muhafazakar kesimi konsolide etmek için yakında bir seçim olmadığı halde bu tip adımları atıyor olduğu düşünülebilir.

Bunun yanı sıra Kavcıoğlu'nun Yenişafak gazetesinde yakın tarihte yayınlanan "Enflasyon, faiz ve döviz kuru" adlı makalesindeki bir bölüm çok dikkatimi çekti, burada faizlerin yükseltilmesini savunanları kast ederek: "Öne sürdükleri tezlere bakıyorsunuz hep aynı şeyler. Örneğin; Türkiye'nin hukuk ve adalette sorunu bulunduğu, itibar ve güven sorunu olduğu, şeffaflık sorunu olduğu, insan hakları, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi sorunlarının bulunduğu. Bunun yanında uluslararası ilişkilerimizin sıkıntılı olduğunu, bütün komşularımızla, AB ve ABD ile aramızda sorunlar yaşadığımızı hatta Rusya ile özellikle Suriye ve Libya'dan dolayı sıkıntılarımızın bulunduğunu belirttiler.

Ayrıca, bütçe açığı, dış borçların yüksekliği, enflasyon, cari açık, döviz ve altın rezervlerinin yetersizliği gibi sorunların varlığından bahsettiler. Bu sorunların giderilmeden ülkemize sıcak para veya doğrudan yatırım olarak para gelmesinin zor olacağını yazıp çizdiler. Hatta bu sorunlar çözülmeden faiz artırılsa da kurun düşmeyeceğini iddia ettiler. Öncelikle, yukarıdaki sorunlar bugünkü dünyada çoğu ülkenin yaşadığı ve içinde bulundukları sorunlardır. Ama bu ülkelerde yüksek faiz yok hatta negatif faiz var. Ayrıca bu ülkelere sermaye akışında da sorun yok. Dolayısıyla, Merkez Bankası'nın yüksek faiz politikasında ısrar etmemesi gerekir." deniyor...

Bu yaklaşım açıkçası son derecede sorunlu bir bakış açısını işaret ediyor, çünkü yukarıda saydığı son derecede vahim sorunların sermaye akışında sorun oluşturmayacağını zannediyor.

Özellikle Çin ve Rusya gibi ülkeleri örnek göstererek demokrasi ve hukuk eksikliğinin sermaye akışına ve büyümeye engel olmayacağını öne sürerek antidemokratik, otoriter rejimlere meşruiyet kazandırmaya çalışan kalabalık bir yazar, çizer takımı var, dahası yandaş medya sayesinde bunların sesi epey yüksek çıkıyor ve bazen de diğer sesleri bastırabiliyor.

Fakat ayrıntılara dikkat edilirse otokrat ülkelerin birçoğu son derecede zengin ve nakdi değeri olan petrol, gaz, kömür ve yahut da kıymetli madenler gibi çok zengin doğal kaynaklara sahiptir. Rusya, bu yüzden eksik demokrasisine rağmen ekonomik olarak ayakta kalabiliyor. Çin ise farklı bir örnek ayrıca unutmamak gerekir ki, Çin'in kalkınması da otoriterleşmeden değil, tam aksine otoriterleşmenin zayıflaması Çin'in demokrasiye ve dışa açılması ile başladı.

Kavcıoğlu makalesini "faiz artışını değil üretimi artıracak, girdi maliyetlerini düşürecek kararları teşvik etmek gerekir." diyerek bitiriyor.

Üretimi arttırmanın tek çaresi yeterli miktarda nitelikli insan bulabilmektir! Nitelikli insanlar ise hukuk, demokrasi ve adaletin olmadığı otoriter rejimlerde yaşamak istemezler. Kavcıoğlu gibi bir çok kişi Türkiye'nin en önemli eksiğinin sermaye olduğunu zanneder, öncelikle bu çok hatalı bir görüştür. Türkiye'nin en önemli eksiği çağdaş toplumlar ile rekabet edebilecek nitelikli insan kaynaklarıdır. AKP'nin sahip olduğu dünya görüşü ile nitelikli insan yetiştirilememektedir, es kaza, tek tük yetişenler de yurt dışına gitmektedir. Bu kafa ile dışarıdan nitelikli insan gelmesini de beklemek beyhudedir...

Nitelikli insanlar olmadan da üretim yapmak ve bu kısır döngüyü kırmak mümkün değildir, sonuçta üretim bir hayal olarak kalır.

 

 

 

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları