Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hakan Paksoy

Hakan Paksoy

MİLLİ DÜŞÜNCE

Libya ile yapılan mutabakat ve dış politika

Türkiye 21. Yüzyılda her geçen gün ağırlığı artarak devam eden büyük meselelerle uğraşmaya devam ediyor. Takip edilen politikalar yüzünden bölgedeki ittifaklar da dâhil uluslararası ilişkilerde yalnızlaşmaya yol açmış durumda. Bunlarla birlikte dış politika hamlelerinin iç kamuoyunu yönetmek için kullanılması da stratejinin yönetimini daha zor bir hâle sokmakta. Bunun son on beş gün içinde iki örneğini yaşadık. 

Birinci örnek 4 Aralık'ta NATO Liderler Zirvesine giderken yapılan açıklamalardaki, ittifak üyesi devletlerin -özellikle ABD- teröristlerle ilişkilerinin ve terörizmi desteklemelerinin ön plana çıkarılmasıydı. Bu konunun Türkiye için çok önemli olduğu, teröre verilen desteğin sonlanmadığı takdirde NATO'nun Baltık Ülkeleri Savunma Planını'n veto edileceği kuvvetli bir şekilde vurgulanmıştı. Savunma planı veto edilmedi. NATO Genel Sekreteri de toplantı sonrası açıklamalarında, Türkiye'nin terörist ve terörizmle ilgili bir talebi olmadığını söyledi. 

Liderler Zirvesinden yirmi gün kadar önce de ABD ziyareti öncesinde de ziyarette de ve sonrasında da bu konu aynı şekilde konuşulmuştu. Ziyarete giderken PKK/PYD terör örgütünün sözde liderinin nasıl bir katil olduğuna dair videoyu ABD Başkanına izlettirdik ancak bir sonuç alamadık.

Çok haklı gerekçelerle yapılan Barış Pınarı Harekâtı esnasında da benzeri yaşandı. 7 Ekim'de (2019) ABD, 22 Ekim'de Rusya ile imzalanan mutabakatlarda, dikkatli okunduğunda ABD ve Rusya'nın PKK'nın Suriye kanadı olan PYD'yi terör örgütü olarak görmedikleri anlaşılıyordu. Ve Türkiye bu şekli ile mutabakatı imzalamıştı. Kaldı ki ABD de Rusya da mutabakatlardan hemen sonra terör örgütünün lideri ile en üst düzeyde görüşmelerini görüntülü olarak dünyaya açıkladılar.

İkincisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Libya ile deniz yetki alanlarının belirlenmesi için vardığı mutabakata dair açıklamalarda yaşandı. Açıklamaları Cumhurbaşkanı televizyonda özel bir programda yaptı. Öncelikle Libya ile yapılan bu anlaşma Doğu Akdeniz'de oyunu yeniden kuracak bir hamle. Bu adım atılmakta gecikilmiş olsa da Türkiye için büyük önem taşıyor. Ancak Libya'da iç savaş yaşanması, yaptığımız anlaşmanın BM tarafından tanınıyor olmakla birlikte küçük ve zayıf bir taraf olması, hem iç hem de dış desteğin güçlü olmasını gerektirmekte. Aksi takdirde Devletimizin eli zayıflamaktadır. Bunun için de yönetimin, Arap Baharı sürecindeki karışıklık yaşanan ülkelerde parçalardan birisinin yanında durma ve her ne pahasına olursa olsun desteğe devam etme politikalarından vazgeçmesi zorunludur. Bu millî politikaların gereği hâline gelmiştir. Gerek Libya'da gerekse Mısır'da bu politikanın hâlen devam ettiği, o ülkelerin iç işlerine karışmak olarak algıladıkları İhvancı unsurların desteklenmesi, yapılan hamleyi boşa çıkaracak kadar önemli bir zafiyettir.

Mavi Vatan kavramı son dönemde kamuoyumuz tarafından çok benimsenmiştir. Bir zamanlar bütün Akdeniz'in bizim olması bunu kolaylaştırmıştır. Tıpkı Balkanların kaybının yüreğimizi yakması gibi Ege'deki kayıplarımız da bizi derinden etkilemektedir. Bütün bunların üstüne Doğu Akdeniz'de yapılacak bir yanlışın da geri dönüşü büyük bedellere mâl olacaktır. Dolayısıyla her adımın hesaplanarak atılması, her cümlenin tartılarak söylenmesi mecburidir.

Libya ile varılan mutabakatın ve Doğu Akdeniz'de yapılanların açıklamalarına bakıldığında, daha önce gemimiz yoktu, kiralama kudretine bile sahip değildik, hiçbir şey yapılmamıştı, yapılamıyordu artık biz yapıyoruz şeklindeki yaklaşımlar Türk kamuoyunun bir araya gelmesine mani olacaktır. Türk tarihine, özellikle de 1923'ten sonrasına daha farklı bakan ideolojik yaklaşım, Doğu Akdeniz'deki hamlemizin gücünü azaltacaktır.

Bölge ülkeleri ile anlaşma

Cumhurbaşkanı'nın açıklamalarında iki husus öne çıktı. Birisi Libya'ya asker gönderebileceğimize dairdi. Ancak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu gönderilecek askerin muharip güç olmayacağını söyleyerek bu konuya açıklık getiren bir açıklama yaptı. İkinci husus da Doğu Akdeniz'de bölge ülkeleri ile anlaşma yapılabileceğiydi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da bakanlar kurulu sonrasında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hariç diyerek bu açıklamayı pekiştirdi. Bölge ülkeleri Mısır, Lübnan, Suriye ve İsrail'dir. Cumhurbaşkanı açıklamalarında Libya'daki çatışmalardan bahsederken Rusya'nın ve Mısır'ın Hafter'i desteklediğini ama bunun legal olmadığını söylemiştir. Geriye İsrail ve Suriye kalmaktadır. İsrail için düşündükleri ve iktidar olduklarından beri söyledikleri ortadadır. Suriye için de BM'nin tanıdığı Esad yönetiminin meşru yani legal olmadığı ilan edilmiş durumdadır. Dolayısıyla bölge ülkeleri ile anlaşmaya oturulmak isteniyorsa hem Suriye politikasının değişmesi hem de daha diplomatik dilin kullanılması gerekmektedir.

Türkiye'nin; Ege Adaları, Yunanistan'la ilişkiler, Doğu Akdeniz, Suriye, sığınmacılar ve Irak politikası birbiri ile sıkı sıkıya ilişkilidir. Dolayısıyla parça parça ilişkiler hem birbirleri ile hem de genel strateji ve hedefle uyumlu olmalı, iç politikada araç olarak kullanılmamalıdır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları