Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hakan Paksoy

Hakan Paksoy

MİLLİ DÜŞÜNCE

Demokrasi diye diye!

Yüz yıldır hatta daha fazla zamandan beri bir türlü bulamadığımız bir yitiğimiz var. Bir türlü bulamadığımız, bulduk sandığımızda aslında aradığımızın o olmadığını düşündüğümüz, hayalimizdekini aramaya devam ettiğimiz demokrasi.

TDK Sözlüğünde demokrasi, "Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi" diye yazıyor. İnternete de sorduğumda "siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi" tanımı karşıma çıktı. Altında da "Oxford Languages sağlayıcısından tanımlar" diye belirtiyordu.

Elbette antik çağlardan beri tartışılan konuya bir çırpıda sonuç bulmak iddiasında değilim. Sadece bazı hususlara dikkat çekmeye çalışacağım.

Bizim hikâyemiz

Bugünkü deyişle geçmişte küresel bir güç olan devletimizin hikâyesi. Kurtarmaya çalışırken yıkıntıların arasından üzerindeki tozları silkeleyerek ayağa kalkan, üzerine üşüşen akbabaları defeden ve yeniden kendisine bir devlet kuran milletin hikâyesi. Tabi, küresel güçlerin çöküşü çok da kolay olmuyor. Dile kolay 621 yıl süren bir ömür ve bunun büyük bir kısmı da acuna düzen vermekle geçmiş.

Demokrasi hikâyemiz meşrutiyet diye başlamış. Sonra "Hürriyet, adalet, müsavat (eşitlik)" diye devam etmiş. 1876 Anayasası'yla, devletin tebaası (uyruk, vatandaş) olanın bilâ istisna Osmanlı olduğunu belirtmiş (M 8), şahsi hürriyetleri sahip ve koruma altında olduğunu hükmetmişiz (M 9-10). Vatandaşların tamamına kanun önünde eşitlik sağlanmış (M 17), yanına da memuriyet için "devletin lisânı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri (M 18)" şartını koymuşuz.

Yani devletin adının Osmanlı, sahibinin de Türk Milleti olduğu açık ve net bir şekilde ilân etmişiz. Bu, Osmanlı için hep söylenen çok milletli yapının, sınırları içinde yaşayanlar açısından doğru olmakla birlikte, devletin yapısı için geçerli olmadığının göstergesidir. Osmanlı millî bir devlettir, Türklerin devletidir. Türk Milletinin devletin sahibi olduğuna dair şuuru da anayasada kendini göstermektedir.

"Türkiye Devletinin şekli hükümeti, Cumhuriyettir"

İstiklal Harbi'nden çıktığımızda, yani çakalları kovduktan sonra, ilk olarak cumhuriyeti ilan ettik. Artık yönetim şeklimiz cumhuriyettir. Yani halk yöneticilerini belli bir süre için seçerek belirleyecektir. Bu ilkeden hareketle 1924 Anayasası hazırlandı.

1924 Anayasası'nda yine resmî dil Türkçe (M 2), "Hâkimiyet bilâ kaydü şart Milletindir (M 3)" ve "Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakikî mümessili (M 4)"dir.

"Beşinci Fasıl Türklerin hukuku âmmesi" başlığını taşımaktadır. Bu bölüm "Her Türk hür doğar, hür yaşar (M68)" diye başlıyor. "Türkler kanun nazarında müsavi (M 69)"dir ve "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur (adlandırılır)(M 88)" demektedir.

1982 Anayasası da aynı hükümleri taşımaktadır. "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir (M3). Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini … eliyle kullanır (M 6)"

"Herkes, … ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.(M 10)" ve "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür (M 66)"

Aslında bilinmeyenleri yazmadım. Sadece hatırlatma olarak da değerlendirilebilir. Hatta çok sık yazıyorsunuz da denebilir. Hatta zaman zaman ben kendime, "Ya Hû yeter, hep aynı konularda yazıyorsun" diye söylendiğim de oldu. Ama ne yapalım ki millet olarak bu konularda hep tekrara düşmüşüz. Devamlı, yeni anayasa yaparsak demokrasi gelir, adalet sağlanır, eşit oluruz diye konuşmuşuz. 21'inci yüzyılda -taammüden!- yaşatılan bu tekrarlar büyük tehlikeleri beraberinde getirmiştir.

Aslında Atatürk ve arkadaşları meseleyi tamamıyla halletmişler. Son noktayı koymuşlar ve artık yüzyılların eksikliklerini gidermek için çalışmaya, kurulan devleti ayağa kaldırmaya çalışmışlar. Devlet, tıpkı yeni doğan bir insan gibi, önce emeklemiş, sonra ayağa kalkmış ve sonra da yürümeye başlamış. Her anne babanın yeni doğan bebeklerine gösterdiği ihtimamı göstermişler. Hani anne ve babalar, özellikle ilk çocuklarında, iki de bir gidip nefes alıyor mu, dönmüş mü, pozisyonu rahat mı diye bakarlar ya, tıpkı öyle. Onlar da devletin üzerine titremişler. Kolay değil tabi, kurdukları devlet Türk Milletinin kanı pahası… Hem kan akıtmışlar hem de alın teri.

İyi ama eksik ne?

Yara görünüyor, hastalık belli ama bir türlü iyileşmiyor. Yara hep yeniden kanıyor, hastalık nüksediyor. Aslında tedavi belli, ilaç ortada. Reçete yasalarımızda var. Mesele yasaların uygulanmaması. Yasalarımız sadece kâğıt üstünde kalıyor. Yasa varmış desinler kabilinden davranılıyor. Ama uygulanmamasının sebepleri sadece siyasi popülizm ve iktidarın korunması değil. İktidar açısından da muhalefet partilerinin önemli bir kesimi için de sebeplerin ideolojik hedefleriyle ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Yaptıkları ve söylediklerinden de baktıkları pencereden görülen millet ve devletin; 1876, 1924 ve 1982 anayasalarındaki Türk Milletine ve Türkiye Cumhuriyeti'ne benzemediği anlaşılıyor.

Eğer aynı olsaydı, Cumhurbaşkanı'nın önünde, küçücük bir çocuğun Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanına "Hain" demesine izin verirler ve buna da gülerler miydi?

Lise çağlarımda, Türkiye'nin içinde bulunduğu ayrılık zamanlarında, bırakın Cumhurbaşkanı ve başbakanı bir bakan hakkında bile hakaretamiz ifadeler ağzımızdan çıktığında azar yediğimizi hatırlıyorum. "O bizim başbakanımız / bakanımız. Onlar devlet büyüklerimiz. Bir daha duymayayım." sözleriyle uyarılırdık.

Bu cümleler, Türk devlet anlayışının bir göstergesidir. Bu bugün çok tartışılan ve aranan değerler eğitiminin önemli bir unsurudur. Aile büyüğüne, mahalledeki amcaya ya da teyzeye, devlet adamına veya millî kahramanlara bakış ve onlarla kurulacak gönül köprüsünü anlatır. Toplumdaki bağlar bu köprülerle kurulur. Milletin de bu ilişkilerin sağlıklı ve sağlam kurulmasına çok ama çok ihtiyacı vardır. Yıkıldığında da yeniden kurmak hiç kolay olmayacaktır.

Eğer aynı olsa CHP Genel Başkanı "Demokratikleşmenin yolu Diyarbakır'da geçer" der miydi? 1924 Anayasası'ndan kuruluş ayarlarını ortaya koyan cümleleri hatırlatmakta fayda. "Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir.(M 2)"

Çok büyük bedeller ödeyerek elde ettiğimiz değerlerimiz, ideolojik hedefler uğruna hovardaca harcanıyor. Ancak boşuna bir gayrettir. Yel kayadan ne aparır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları