Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Murat Sururi ÖZBÜLBÜL

Murat Sururi ÖZBÜLBÜL

EKONOMİ VE GERÇEKLER

3. Dalga

Bu başlığı gören hemen herkesin aklına sanırım yaşadığımız pandemi süreci gelmiştir, lakin ben salgının son dalgasını değil, son 33 ayda yaşanan 3. kur şokunu kastetmekteyim...

Yeni nesil pek bilmez amma velakin biz Türkiye'de çok ekonomik kriz ve kur şoku gördük; Kıbrıs Savaşı sonrasında Türkiye'ye uygulanan ambargoları, yaşanan büyük ekonomik krizi, yoklukları, benzin, sigara, tüp ve yağ kuyruklarını, 24 Ocak kararlarını, özellikle 90'lı yıllar boyunca piyasalarda etkili olan büyük kur ve faiz şoklarını bizim nesil gayet iyi hatırlamaktadır.

Bizden bir önceki nesil ise 1958 yılında Menderes iktidarı sırasında yaşanan moratoryumu ve dolar kurunun bir gecede 2 lira 80 kuruştan 9 liraya nasıl fırladığını hatırlayacaktır.

Müflis padişah Abdülhamit döneminde 1881 yılında yaşanan moratoryumu, ekonominin nasıl Düyun-u Umumiye idaresine teslim edildiğini, reji işletmesini ve tütün savaşlarını gören ecdadımız ise artık hayatta değil, lakin o günlerde yaşananlar ekonomi tarihini anlatan kitaplarda son derecede açık ve net olarak yazılı.

Kısacası ekonomik krizler, ödeme güçlükleri, borç sorunu ve kur şokları bu toplum ve bu topraklar için hiç de bilinmedik bir olay değil.

Olay bilinmedik değil ise neden çözülemiyor?

İşte cevap bulmamız gereken temel soru budur.

Öncelikle Türk ekonomisinin asli problemi; hem ürettiğinden fazlasını ve hem de üretemediklerini tüketmesi bunu da borçlanarak yapmasıdır.

Sorunun temeli buradadır. Borçlanarak tüketmek asla sürdürülebilir bir şey değildir, işte tamda bu yüzden ekonomik istikrar asla yakalanamamakta sık sık borç ve ödeme krizleri yaşanmaktadır. Peşin peşin söyleyeyim; üretim sorununu çözemediğimiz müddetçe de bu böyle devam edip gidecektir.

Sorunun elbette biri üretim diğeri ise tüketim olmak üzere iki bacağı var.

Bu sorunu çözebilmek için hem tüketim ve hem de üretim bacağında neler yapılabileceğini akıllıca planlamak gerekmektedir. Tüm ekonomistlerin acilen yapılmasını önerdikleri yapısal reformlarda işte tam bu noktaya işaret etmektedir.

Üretimi çağdaş üretici güçler ile rekabet edebilecek bir şekilde arttırabilmek hiç de kolay değildir. Bu yüzden dışa açık serbest piyasa ekonomilerinde üretim sorununu çözebilmek ve bu rekabet ortamında yerli ve ulusal üretim güçlerini geliştirebilmek ancak ve ancak çok akıllıca yapılacak plan ve uygulanacak stratejiler ile mümkün olabilir. İçe kapanmak ise elbette hiç olası değildir.

Türkiye'de üretilmeyen mal ve hizmetlerin tüketimini caydırmak için iktidar zaten elinden geleni yapıyor. Özellikle lüks kabul edilen tüketim mallarında aşırı miktarda gümrük, ÖTV ve KDV gibi vergiler var. Türkiye'de üretilmeyen lüks bir otomobil yahut da elektronik eşya almaya kalktığınızda 1 liralık mala 2 hatta 3 lira vergi ödemek zorunda kalıyorsunuz ki bu bile tüketimi ancak bir noktaya kadar caydırabiliyor. Diğer yandan başta enerji olmak üzere birçok ürün ithal edilmek zorunda değil mi? Bu devirde hangi iktidar vatandaşlara otomobile binme, gideceğin yere kağnı ya da eşeğe binerek git oda olmuyorsa yürü diyebilir? Kim evde elektrik ve doğal gaz yakma mum ışığında otur, sobada tezek yak derseniz dinler? İthal kalp, tansiyon ilaçları ya da antibiyotik kullanacağına kocakarı ilaçları ile idare et derseniz vatandaşın tepkisi ne olur? Kaliteli ve ucuz ithal tüketime alıştırılmış bir halkı bunlardan mahrum etmeye kalkan her iktidar sandıkta dibi boylamaz mı?

İşin açığı insanları tadıp, alıştıkları lüks ve konfordan mahrum etmek bir iktidar için hiç de kolay bir iş değildir.

Doğru çözüm; üretimi arttırarak tüketimi yerli imkanlar ile karşılamak, bolca ihracat yapmak ve üretemediklerini de borçlanmak zorunda kalmadan ithal edip tüketmekten geçer.

Bunu söylemek kolay fakat yapmak çok ama çok zordur.

Kritik soruyu burada soralım; Türkiye neden yeterli miktarda ve kalitede dünyada talep görecek rekabetçi bir üretim yapamıyor?

Ekonomiyi yönetenler bu sorunun yanıtını yanlış yerde aradıkları için sorunu çözecek yol ve yöntemleri de göremiyorlar. Bu ülkede devamlı olarak sermaye, finans ya da para eksikliğinden söz edilir lakin asıl sorun bilgi eksikliğidir! Bu ülkede küresel rekabette söz sahibi olabilecek bir üretim için gerekli olan üretim bilgisi yoktur. Dahası bu nitelikte bir üretim yapabilmek için gerekli olan toplumsal iklimde Türkiye'de bulunmamaktadır.

Sözün özü ortadaki sorun son derecede ciddi, kronik ve yapısaldır, pansuman tedaviler ile bu sorun çözülemez. Daha da kötüsü bu sorunun çözümünün kolay, hızlı ve acısız bir yolu da bulunmamaktadır.

AKP, 2001 krizi sonrasında iktidara geldiğinde bu yapısal sorunları çözebilmek için çok önemli bir fırsat ve uzlaşı ortamı yakalamıştı. İktidarı devraldığı Hükûmet acı verici bir çok önlemi almış, sorunların çözümü için sağlam bir mıntıka temizliği yapmış ve bedelini de sandıkta ödemişti. Hem küresel ve hem de yerel konjonktür böyle bir iş için çok da uygundu. Fakat ne yazık ki, AKP muhafazakar takıntıları, otoriter hevesleri, maceraperest politikaları ve derin bilgisizliği ile bu tarihi fırsatı heba etti.

Böyle bir fırsat bir daha da ne zaman gelir bilinmez...

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları