Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Ve diyelim ki bu mazlum bir milletin ahıdır da...

Tarih 28 Ekim 1923... Mustafa Kemal Paşa bazı arkadaşlarını akşam yemeği için Çankaya Köşkü'ne çağırmıştır. Bu yemekte bulunanlar arasında; İsmet Paşa (İnönü), Fethi Bey (Okyar), Kazım Paşa (Özalp), Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Rize Milletvekili Fuat Bey (Bulca), Afyon Karahisar Milletvekili Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) vardır. Toplantının sonunda Mustafa Kemal Paşa'nın o her zamanki, kendinden emin sesi duyuldu: "Arkadaşlar, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz..." Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, günümüzden 97 yıl önce Çankaya Köşkü'nde arkadaşlarına böyle söylüyordu.

Peki cumhuriyetin ilanı için seçtiği tarih neden 28 Ekim veya herhangi bir tarih değil de 29 Ekim? Cumhuriyetin 29 Ekim'de ilan edilmesinin bir sebebi olmalıydı. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, hiçbir şeyi bir sebebe dayandırmadan yapmazdı. Elbette bunun da geçerli bir nedeni vardı. Evet o geçerli neden, 30 Ekim 1918 Mondros teslimiyet antlaşmasının imza edildiği tarihti. Mustafa Kemal Paşa, 29 Ekim günü Cumhuriyet'in ilanı ile o tarihe de bir ders vermiş olmaktaydı.

Cumhuriyetin 29 Ekim'de ilan edilmesinin sırrını gazeteci Taylan Sorgun şöyle anlatmakta:

"Fahrettin Altay Paşa'nın belgeselini hazırladığım zamanlarda, Altay Paşa ile aylarca süren çalışmam sırasında kafamdaki soruyu Altay Paşa'ya açmaya karar vermiştim. Sordum. Altay Paşa, Atatürk'ün en yakınında bulunan isimlerdendi. Çankaya'da 10 günlük bir misafirliği de olmuştu. Altay Paşa o soru üzerine bir süre yüzüme baktı. "Meseleleri iyi kavramışsın" dedi. Sonra da şunları söylemişti: "...Tabii İstanbul'da bazı hadiseler oluyordu. Ama Atatürk Cumhuriyet'in ilanını 29 Ekim gününe getirmek için büyük bir acelecilik içindeydi. Benim dikkatimi çekmişti. Aradan bir zaman geçmişti. Senin bana sorduğunu Atatürk'e sordum. Bana verdiği cevap şuydu: O anlaşma (Mondros Mütarekesi) bana gönderildiğinde sen benim yanımdaydın. O günlerde çektiğim azabı sen bilirsin. İşte onun içindir de... Ve diyelim ki bu mazlum bir milletin ahıdır da..."

****

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, İzmir'e giren ilk süvari birliklerinin komutanı Fahrettin Altay ile birlikte...

****

Kurtuluşun ve Cumhuriyetin üç Mustafası; Mustafa Kemal Atatürk, Mustafa Fevzi Çakmak, Mustafa İsmet İnönü...

1925'te Hasan Sabri tarafından hazırlanmış Hatıra-i Zafer.

 Başkumandan Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) üstte ve diğer generaller altta, soldan sağa: Halid Paşa (Karsıalan), Kemaleddin Sami Paşa (Gökçen), Nureddin Paşa (Konyar), Kâzım Paşa (Özalp), Ali İhsan Paşa (Sâbis), Kâzım Karabekir Paşa, İsmet Paşa (İnönü), Fevzi Paşa (Çakmak), Muhiddin Paşa (Akyüz), Refet Paşa (Bele), Cafer Tayyar Paşa (Eğilmez), Cevat Paşa (Çobanlı) ve Selahattin Âdil Paşa.

97 yaşında bir delikanlı Türkiye Cumhuriyeti

SEVGİLİ okuyucularım bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 97. yılını kutlamaktayız. Mustafa Kemal'in kurucusu olduğu cumhuriyet üç yıl sonra dalya diyecek. Size yukarıda ATATÜRK'ün neden kuruluş günü olarak 29 Ekim'i seçtiğini gazeteci Taylan Sorgun'un kaleminden aktardım. Şimdi de oluşumuna bakalım...

620 yıl devam ede gelmiş, tarihin son imparatorluğu OSMANLI-TÜRK Devleti, Emperyal ülkelerin başlattığı I. Dünya Harbi sonucunda tamamıyla yıkılış basamaklarına oturtulmuştu. Bu kez de egemen olunan toprakların belki de tamamında işgaller başlatılacaktı.

Eğer Tanzimat sonrası başlayan AYDINLANMA döneminde yetişen gençlerin askerî ve siviller olarak kurumlarda yükselmiş olanlar olmalıydı. Onların vatan toprakları Anadolu'dan Selanik'e kadar olup, askerî hizmetler için 1991'lerden beri başarıyla hizmet edip komutanlık yapanlardı.

Kavaklı MUSTAFA FEVZİ ÇAKMAK, Üsküdarlı ALİ FUAT, Selanikli REFET BELE, Manastırlı KAZIM ÖZALP, Beşiktaşlı KAZIM ORBAY, Kocamustafapaşalı KAZIM KARABEKİR, Malatyalı MUSTAFA İSMET ve Selanikli MUSTAFA KEMAL gibi paşaların vatan kurtuluşu için ölümü hiçe sayacak birliktelikleri başlatılmıştı artık.

1918 MONDOROS tan sonra Samsun'dan başlatılan bu birliktelik şuuru bu kez öncelikle halkın kitlesel bütünlüğünü sağlamak üzere MÜDAFA-İ HUKUK cemiyeti ile başlayan MİLLÎ MÜCADELE günlerini yaşayacaklardı artık.

Dünya tarihinde tartışılmaz biçimde ilk örneğini de verecek olduğu HALKIN KİTLESEL BÜTÜNLÜĞÜ sonucu, hiç beklenmedik biçimde MİLLÎ ŞUURU ile hareket ederek tüm varlıklarını doğacak olan KURTULUŞ SAVAŞININ tam hizmetine katmakta gecikmeyeceklerdi.

Nitekim sonuç olarak tarihlerimizde yazıldığı gibi detaylara inmeden hazırlanmış olan MİLLÎ ORDUNUN başlattığı ölümüne SAKARYA ve DUMLUPINAR zaferleri artık tüm dünya ülkelerince kabul edilen kurtuluş olmuştur.

Sonuç olarak bakıldığında 1922 Eylül ayı biterken bu sefer de hiç ihtimal vermedikleri şekilde 10 Ekim 1922'de yapılan MUDANYA ateşkes antlaşması zorunlu olarak Emperyal ülkelerle barış antlaşmasını getirmişti.

Uluslararası ülkelerle böylesine bir barış için İsviçre'nin LOZAN şehrinde toplantılar başlatıldı. Tam bir yıl süren mülakatlar dönemiydi bu.

Ancak LOZAN çalışmaları sürerken, ülkenin hangi hedeflere doğrudan gireceğini Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa 8 Nisan'da yaptığı önemli toplantıda şöyle diyordu:

"... Egemenlik ulusundur. TBMM'den başka hiçbir makam, ulusal yanılgıya egemen olamaz. Bütün yasalar da, örgütler de, eğitim de, ekonomi de ulusal egemenlik içinde hareket edecektir...

Bu ülkede yargı kurumları, yasalar düzeltilecek, köylünün üzerindeki süregelen AŞAR VERGİSİ kaldırılacaktır. Öğretim birleştirilip, barış konusunda ise mali, ekonomik, yönetsel bağımsızlığımızın kesin olarak sağlanması da şarttır." diyordu bütün içtenliğiyle

Meclisteki diğer konuşmasında ise:

"İtiraf etmeliyiz ki, biz henüz şimdiye kadar gerçek, bilimsel ve olumlu anlamıyla Batılılar gibi ULUSAL denemeler yaşamadık onun için de bilinen şekliyle ulusal bir tarihe de sahip olamamıştık.

Hanımlar, beyler itiraf edelim ki KURTULUŞ savaşına gelinceye kadar ise cemaat kurumunda yaşamak olağan sayılmaktaydı. Üstelik diğer ülkeler ise bizi yönetenlere göre tanımaktaydılar. Onların tarif ettikleri gibi, artık bizler tam anlamıyla bağımsız bir ulus olarak yaşamaya mecburuz." diyordu.       

Özetleyecek olursak değerli okuyucularım, kabul edilmelidir ki tüm dünya tarihinde Türk'ün KİŞİLİK KAZANMA POTASI sayılan KURTULUŞ SAVAŞI o yıllarda başı çeken Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliği içinde DEMOKRATİK-BARIŞÇI ve İNANÇLI BİR ULUS olarak yeni bir LOZAN sonrasında yeni yurt için TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ tesis etmiş oldular.

Burada yeri gelmişken söyleyelim, Cumhuriyet kelimesi aslen Arapça Cum, Halk, Kalabalık anlamına gelmektedir. Fransızca karşılığı Le Republic, İngilizce de ise The Republic demektir.

Kısaca bakılınca Cumhuriyet, halkın yönetimi olup, Cumhuriyeti yaşatacak tek güç Politikacının ve yurttaşın siyasi ve ahlaki değerine dayanan kamu yararlarıdır. Resmî anlamıyla da Cumhuriyet bir kişi ya da zümre yararına değil, kamu yararlarına dayanan ve kamu yararlarına göre yönetilen devlet şeklidir.

Evet, bugün 97'nci yılını yaşamakta olduğumuz Türkiye'mizin Cumhuriyet devletinin yüz yıl önce kuranların kökenlerini halen bile tam anlamıyla bildiğimizi pek sanmıyorum. Gelin yeni bir metin başı yapalım. Asırlar öncesinden devam edip gelen bu halkın asıl kimliği neydi?

TÜRK KİMLİĞİNİN VAZGEÇİLMEZ MANEVİ TEMELLERİ.

Değerli okuyucularım, gelin bu ülkeyi yoktan var eden büyük lider Gazi Mareşal MUSTAFA KEMAL'in bu kimlik hakkındaki sözlerine bakalım.

"Biz Milliyet fikrini tatbikatta çok geçirmiş ve de çok da ilgisizlik gösteren bir milletiz... Yurdumuz ve Milletimiz bölünmez bütünlüğünün devamı TÜRKLÜK ŞUURU ve onun besleyicisi olan millî gelenek ve millî kültürümüz uyandırılmalıdır.

Dünyanın bize hürmet etmesini istiyorsak evvela bizim de kendimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen El-Al (işlemleriyle) ve de hareketlerimizle de gösterelim. Bilelim ki, millî benliği bulunmayanlar, bu sefer de zorunlu hâl içinde başka milletlerin ŞİKÂRI (esiri, kölesi, yandaşı) olurlar." diyordu.

Tarihte, dünya milletlerinde bunların birçok örnekleri de vardır. Örneğin, bir atasözü vardır; AKIL FUKARASI OLANLAR-DİL UKALASI OLURLAR. Daha önce bir köşe yazımızda söylediğim gibi, zamanın getirdiği şartların hazırladığı zeminler içinde halkı yönetmek için SİYASETE soyunmuştur. Onların yani dil ukalalarının tek amaçları milletleri için değil, sade hırs ve tamahlarıyla bireysel, kapital kazançlar sağlamaktır.

Aslına bakılırsa insanlar çok yükselmiş kişilerin düşmesinden büyük zevk alırlar. Ancak gerçeğine bakıldığında insanın insana yaptığını hiçbir yaratık yapmamıştır. Çünkü insanoğlu aslında yine insanın kurdudur. Ne yazıktır ki bu şartlarda ülkemizde bu sefer hazin bir bakış açısı da kolaylıkla oluşturulur. Buna kısaca ORTAK KADER denilmiştir. Din açısından doğru ve yanlış, iyi ve kötü-yararlı ve zararlı, güzel ve çirkin, helal ve haram vb.'leri artık bu kez birine geçmiş hale de gelebilecektir. Oysa bizler TÜRKLER olarak hiçbir zaman tarih boyu kayıtsız kalmamışızdır.

Bu eğer vurdumduymazlık ise, o zaman da asıl olan VATAN-MİLLET VE MİLLÎ ŞUUR-MİLLÎ KÜLTÜR gibi duygusal kavramları, çağdaşlaşma döneminde sanki gerekiyormuş gibi yeniden irdelemek zorundayız, sanırım. Ancak bahsi geçen Millî kültür ile Medeniyeti birbirinden ayıran ve de millî kültürün ise özellikle kendi içinde var olan ilkelerini, insanların birliktelik şuuru içinde karşılıklı sevgi ve saygı omurgasına oturması gerekir.

Ne yazık ki Emperyalist Batı'nın yüz yıldan beri devam etmekte olan kendi millî hedeflerine uygun girişimleri içimize rahatlıkla sızdırdıklarını bilmiyor da değiliz. Aslında buna uluslararası kavramlarda Psikolojik Savaşlar adını verirler.

Yakın tarihimize bakacak olursak, ne gariptir ki, çok artılı rejim deneyimlerini yaşadığımız yıllarda başlatılan SOĞUK SAVAŞ yıllarını da 1950-1990'lara kadar bire bir yaşamıştık. İşte bu dönemlerin getirmiş de olduğu POPÜLİST YÖNTEMLER bu sefer devlet yönetiminde Emperyal güçler için yandaş olabilecek kolay bireyleri hazırlamakta gecikmemişti.

Eğer asırlardır süregelen vazgeçilemeyen kimliğimizin temelindeki, kimlik ve şahsiyetimizi temelden yaşanagelmiş AİLE yapımızı, Orta Asya'dan beri asırlardır süregelmiş DİLİMİZİ bin yıldır sahiplenmiş olduğu ve inançlarımız olan dinimizi ve halk olarak bağımsızlığı esas alarak birçok devletin kurucu unsuru olduğumuzu anlayamıyorsak...

Bütün bu gerçekler olan temel kavramları tam olarak anlayamıyor isek, o köklerden beri süregelmiş o ilahi ilgiye sahip olacak MİLLÎ KÜLTÜR olgusuna sahip olduğumuzda sorun kalmayacaktır.

Sonuç olarak baktığımızda 97 yıl önce tarihin en etkili vazgeçilmez devlet yönetimiyle kurulmuş TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN şu ya da bu şekilde sarsılıp, böl-parçala yöntemlerinin etkisinde mi kalacağız...    

****

Âşık Veysel der ki...

Değerli okuyucularım 40 yıl önceleri birçok şairlerle birlikte dostluğumu yaşadığım ünlü Türk ozanı Âşık Veysel, yaşadığı dönemlerdeki toplum bireylerinin medeniyet aşamasında yaşanırken, halkın şu ya da bu biçimlerde bölünmeye başladığını görüp, söyledikleri vardır. İki ayrı şiirinden alınma şu iki dörtlüğe bir göz atalım. Atalım da başka söze gerek var mı görelim...

Aslım Türktür Elhamdülillah Müslüman

Şükür Amentüye etmişiz iman

Kalbime yaraşmaz şirk ile güman

Kalbimiz nur ile dolu sayılır

***

Allah birdir Peygamber Hâk

Rabbil alemindir mutlak

Senlik benlik nedir bırak

Söyleyim geldi sırası

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları