Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Varsayımlı Kızıl Sultan yerine Kanuni Esasi neydi?

Dünyadaki Monarşi ya da Hanedanlık sisteminin varolduğunu unutup sadece sanki bizden başka kimselerde yokmuş gibi altı asırlık Osmanlı-Türk  devletini varsayımlarla kötülüme mantığı bize hiçbir şey vermemiştir.

Tanzimat'ın getirdiği batılılaşma düşüncesi; Avrupa'da tahsile giden Genç Türkleri yaratmış oldu. Sömürgecilik olgusunun getirdiği artık. Avrupa bu kez büyük paraların getirdiği Kapitalizm olgusunda doğurdu. Artık kutuplaşmalar, ülkeler arası dayanışmalar, bu kez Osmanlı'yı da İslahat Fermanı'nı geliştirip yeni bir reformlar kulvarını aratmakta gecikmemişti.

Zaten Avrupa'da başlatılan Fransız Devrimi'nin yayılmacı mantığı zaman içinde artık halkların ülke yönetiminde yeni bir kavram olarak Meşrutiyeti getirdi. Nitekim 1861-1876 yılları Sultan Abdülaziz tahttayken engellenemez düşüncelerin giderek artmasını yaşatmıştı.

Devlet yönetiminde üst düzeylere kadar tırmanan aydın ve lisan bilenlerin arasından sözde seçilerek yükselen Mehmet Nadim Paşa ve ondan önceki dönemin getirdiği Mehmet Ali ve Keçecizade Fuat paşaların siyasi mücadelelerini görmüştük.

Böylece yaşanılan hükümet ve saray darbeleri devlet yapısındaki dengelerin bozulmasına neden oldu. Üstelik sözde atılımcı üst düzey bürokratlar sayılan M. Nedim, Hüseyin Avni ve Mithat paşalar bu kez sarayda iç darbenin yaratılmasını sağladılar.

 

ABDÜLHAMİT-KANUN-İ ESASİ-MECLİSİ MEBUSAN

 

Bundan sonra olaylar, anayasal, hukuksal ve siyasal bilim açısından 600 yıl önceki İngiltere'deki yenilik sayılan Magna Carta yasasının kapılarını açmış olduğunu ne yazık tarihlerimiz hiç yazmadı.

Sultan Abdülaziz'in cülusu, Hattı Hümayun'da ödünler koparılmasını sağladı. Ancak yeni tahta çıkan Sultan II. Abdülhamid döneminde ise yıllar öncesinden süregelen Sened-i İttifak ve Islahat Fermanı gibi yasalar doğru uygulanamaz hale gelmişti, zaten.

Eğer toplumsal ve kitlesel değişimler devlet için öncelikli olacaksa, değişimlerin durgun ve değişmez anlaşılamaz kararları da olmaz. Üstelik asırlardır süregelmiş hem de Avrupalı Hıristiyan devletlerin Ottoman Empire dedikleri bir imparatorluk ülkesinde.

1876 sonbaharında Avrupalı devletlerin beraber aldıkları kararlarında Constantinoposile üstlerin tam yetkili kişilerin katılacağı Konferans istemekteydi. Tarihlerimizde Kasımpaşa Tersane Konferansı olarak da geçen bu önemli toplantı için Abdülaziz, sadrazamı Mithat Paşa'ya bu görevi vermiş durumdaydı.

Padişahın istekleri, Avrupa'da giderek büyüyen Monarşiden Meşrutiyete geçiş için kanunlar hazırlama destekleri olmuştu. Padişahın teklifi üzerine Meclis-i Ulema'nın da onayı ile bir komisyon kurulmuştu.

Bu komisyonda daha önce önemli görevler almış ve Sultan Abdülaziz'i düşüren M. Nedim ve Hüseyin Avni paşalar görevden uzaklaştırılmıştı. Bu komisyonda Sadrazam Midhat Paşa, Hariciye Nazırı Saffet Paşa, Harbiye Nazırı Süleyman Paşa ile aydın bürokratlar Ziya Paşa ile Namık Kemal vb. bulunuyordu.

Mithat Paşa'nın bulunduğu komisyon birçok adlar altında bazı anayasa modellerini hazırlamıştı. Bu çalışmaların sonucunda Kanun-i Esasi seçilmiş oldu. Bütün dış ülkelerin temsilcileri, Tersane Konferansı sırasında Osmanlı'ya yeni yeni isteklerini yansıtmak için toplanmış, oldukça şımarık guruplardı.

20 Aralık 1876 günü başlayan toplantıların çalışmaları devam ederken, 23 Aralık günü şımarık hareketlerle tersaneye gelen elçiler, salona girişleri sırasında şaşkınlık içinde top atışlarını duydular. Heyecanla sağa sola kaçışanlar oldu.

Evet hazırlanmış olan Kanun-i Esasi Sultan II. Abdülhamid'in onay fermanı çıkınca, alışılmış biçimde saat 11'den itibaren 100 pare top atışları duyuldu. Kanun-i Esasi resmen ilan ediliyordu artık.

23 Aralık günü Tersane Konferansı'nda ortaya çıkan kuşkuyu dağıtmak için salona gelen Hariciye Nazırı Saffet Paşa (Mustafa Reşit Paşanın talebesiydi)

"… İstanbul Tersane Konferansı'nın muhterem üyeleri heyecan duymayınız, sakin olun yerlerinize oturunuz… Bu duyduğunuz top atışları şu dakikadan itibaren Memalik-i Osmaniye'de Kanun-i Esasi'nin resmen ilanının halka ve dünyaya duyurulma hareketidir. Bütün dünya ülkeleri bilmelidir ki, Osmanlıların hürriyeti şahsiyesine malolduğundan bu son derece önemlidir. Çok önemli ve çabuk çıkarılmış olan İnkılaplar karşısında sizlerin yapacağınız "Islahat Teklifi" (yenilik istekleri) artık hükümsüzdür. Bu sebeple de iş bu toplantımız zait (geçersiz) olmaktadır."

Ne yazıktır ki fanatik, tarihçilere göre, 600 yılı geçiren Osmanlı-Türk İmparatorluğu, devletin sadece harem ve kadınlardan ibaret bir yönetim biçiminde anlatmış olmasına bütün Avrupalı bilimadamları sadece güler.

İsterseniz gelin konu başında söylediğimiz gibi bu kızıl sultan tanımındaki Sultan II. Abdülhamid döneminde bahsi geçen Kanun-i Esasi'yi dünyanın ikinci Anayasa örneğini kabul ve uygulayan olduğunu sanırım bilmemiştik, bahsi geçen Amerikan anayasası, var olan değil, kurulmaya çalışılan İngiliz, Fransız, İtalyanların yıllarca savaşarak bir federal devlet biçimine gelirken ilan ettikleri yasalardır.

Fransız Devrimi ise yeni bir anayasa değil sadece Robespierre gibi aydınlarla aydınlanma döneminde kitleler arasında yeni fikirlerin başlatılmasıdır, herhangi bir anayasa da değildir.

 

YASA SONRASI DEVLET VE İKTİDAR

 

Önceki yazılarımda söylediğim gibi, 1789 Fransız Devrimi'nden en çok etkilenen Osmanlı Sultanı III. Selim olduğunu bilir misiniz? Batılılaşma adına ilk adımları atan da oydu.

Kanun-i Esasi'ye göre Devlet-i Osmaniye ülkesiyle bölünmez bütündür, (Madde 1) Başkent hiçbir ayrıcalığı olmayan İstanbul'dur, (Madde 2) Saltanat ve hilafet hakkı ve de makamlar Osmanlı soyuna ait bir kavramdır. Saltanat formu devletin Monarşik karakterini uygular (Madde 5). Şeyhülislam hükümet içinde yer alır, uymak mecburiyetindedir. Yasalar, Umur-u Diniye'ye din buyruklarına aykırı kararlar veremez. Ayrıca ülkemizde Şer'iyye mahkemeleri ve kadılar vardır, onlar yasalara uyarak, insan haklarını koruyacaklardır.

Asıl olan Kanuni Esasiye'nin getirdiği yasalara göre bu defa seçilmiş olan Heyet-i Mebusan üyeleri her elli bin erkek nüfusu bir temsilcisi olacaktır. /Bu şekildeki milletvekili seçimleri, ileri tarihlerde aynen hem 1924 anayasasında ve devamında halen bile aynıdır./

Mebuslar, "Umumi Osmani'nin vekilleri" olup kendilerini seçen dairenin de ayrıca vekilleri değildir. (günümüzdeki örneğe bakınca bugün seçilen vekillerin kendilerini seçtiren partilere bağlı olduğu şekli değil)

Kabul edilmelidir ki Heyet-i Mebusan'da oturanlar seçimle gelmiş ilk Osmanlı milletvekilleriydi, üstelik ülkenin imparatorluk olduğu düşünülürse, mebus olanların azınlık halkın da içinden geldiğini bilmek zorundayız. Nitekim bu da "seçim ve temsiliyet yolu"yla seçmen ile mebusları arasında kurulan ilişki milletçe bir siyasal varlık olarak anayasal sisteme katmasıdır.

Üstelik Heyeti Mebusan azalarının her biri Kanun-i Esasiye'nin 21. Maddesine göre hukuk sisteminde Padişah'ı artık siyasal sistemin mutlak ve biricik egemeni olmaktan da çıkmamıştır.

Anlaşılmalıdır ki kişi ve kurulmuş organlarının yetkileri ve işleyişleri yeni usullerle yürütülecekti. Üstelik ilan edilmiş olan Kanun-i Esasi bundan sonra Padişah'ın duygusal ve dinsel hak ve yetkilerine dahil anayasallaştırmaktaydı.

Artık Sadrazam, Şeyhülislamlar ve bakanları dahi atamak bunun ötesinde silahlı kuvvetleri komutanlarını kendi usulleri içinde liyakata göre atamak zorunda olarak da hizmet vereceklerdi artık.

Kanun-i Esasiye bir güç olarak yargıdan değil, mehakim'den (mahkemeler) söz etmekle beraber yargı yetkisinin kullanılışının getirdiği asgari güvene de yer verdi.

 

ANAYASA'NIN ÜSTÜNLÜĞÜ VE KORUNMASI

 

Kanun-i Esasiye'nin bir maddesi ile hiçbir sebep ve bahane ile tatil ve icradan iskat edilemez. Özetlenecek olursa, Kanun-i Esasiye egemenliğin kaynağı hatta kullanış bakımından köklü bir farklılık da göstermiyordu.

Anayasanın kendisi demokratikse, onun üstünlüğü ve katılığının sağlanması, demokrasi yararına bir sonucun temelleri olmuştur.

Sultan Abdülhamid döneminde uygulamaya giren ve de adına I. Meşrutiyet denilen Monarşi ile Parlamento sisteminin kapıları açıldı. Daha sonra 1908-1909'larda II. Meşrutiyet ile gelinen yönetimde aynı Kanun-i Esasiye biraz değişim gösterip Teşkilat-ı Esasiye denilmişti.

*

Kurtuluş Savaşı sırasındaki 1920 Anayasası da bu Teşkilat-ı Esasiye'nin tekrarı değil de nedir? 98. yılını yaşamakta olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti sanıldığı gibi 1923'te totodan çıkıp gelivermiş bir yönetim sistemi değildir.

Asırlardır varolan devletin, 100 yıl içindeki getirmiş olduğu devrimlerin sonucunda, oturtulan temiz bir sisteme dönüştüğünü ne yazık anlayamamıştık.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları