Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Ülke karmaşası çözülemeyecek hale geldiyse hangisi düzelir?

Çoğu ülkelerde çağdaş toplumların yaşantısının en belirgin özelliklerinden biri giderek kentleşmeleridir. Gelişmekte olan ülkelerde ise toplumun kabuk değiştirmelesi ve kentsel nüfusun da kırsal nüfus mantığını aşması, önemli bir sosyal değişiklik gösterme aşamasına gelinmiş olması demektir.

Hem geleneksel konumu içinde köylerde, kırsalda ortaya çıkan yeni kasaba, kentlerde cahiliye guruplar içinde beklemeyi zorunlu kılan ortamlar doğacaktır. Ya da bu bekleme sürecini etkileyen merkezi hükümetlerin uzantıları tarafından elden geçirilmesini zorunlu kılacaktır.

Bu kez ortaya çıkan yerel yönetim kuruluşları ise merkezi yönetimin etkileşim basamaklarına uymalı.

Prof. Ruşen Keleş'e göre:

"…Sınıflandırma yapılacak olursa yerel yönetimlerin yanıt verdikleri gereksinmeler ve gelişmeleri sağlayan etkenler, yönetsel ve toplumsal nitelikler taşır. Böylece şartın gereği SİYASAL ETKİLER ile kuşatılmış yerel yönetimlerin ulaşma süreciyle de toplumsal nitelikleri beraberinde getirir."

Cumhuriyetin kuruluşundaki ilk yıllarda ise böylesine değişim aşamaları asıl sayılmıştır kuşkusuz. Çünkü yıkılma aşamasına gelen ve 12 yıl boyu süren savaşların sonucunda, henüz yeniden yapılanmayı hazmedebilecek halk var mıydı?

Osmanlı İmparatorluğu Devleti'yle yapılan Mondoros ateşkesi sonrası, sivil-asker aydınlar arasında, onların içinden gelmiş ve meseleyi kurtuluş aşamasına getirecek lider konumunda olan Gazi Mustafa Kemal Paşa olmuştu.

Bilinen Sivas Kongresi sonrası, kurtarıcı kitle Ankara'da toplanıp, yeni bir meclis kurmuşlardı. Gazi Mustafa Kemal'in 22 Ocak 1921 de TBMM'nin gizli oturumunda söyledikleri:

"…Fikir akımları zor, kuvvet ve şiddetle reddedilemez, aksine bunları güçlendirir. Buna karşı en etkin çare bu gelen fikir cereyanına fikirlerle karşılık verebilmektir" diyordu.

Evet, geçmişi Osmanlı İmparatorluğu Devleti'ne kadar uzanan bir sorun, bugün Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte de yaşamaya devam ediyor. Türkiye kendisine kan kaybettiren ve süregen hale gelmiş bir yarayla birlikteliğe de mahkûm olmuşçasına acı çekmeye devam etmektedir.

Kuşkusuz zaman ilerledikçe sorunun boyutları da genişliyor ve giderek yaşamsal hale geliyor. Böylece ülkenin her yanında endişe dolu sesler yükseliyor ve çözüm yolları aranıyor. Üstelik görüşlere göre farklı boyutları olan sorunun etkilerini azaltabilmek için girişimler yapılmak zorundadır.

Ancak kırsaldan,  köykentten, kentleşmeye geçen toplumun içinde cahiliye döneminden kurtulmamış da olanlar bulunacaktır kuşkusuz. O zaman çoğunuzun da iyi bildiği bir halk örneklemesiyle girelim konuya:

"…Meraklı bir adam camiden çıkarken imama sorar:

- Hoca efendi, hani bir Veli vardı, kızını kurban etmek istemişti, diyerek sorarken…

- O hangi Velidir ki hocam deniz kenarında kızını kurban ederken, yetişen Azrail gökten keçi indirmiş" deyince, dayanamayan hoca efendi La havle çekip:

- Efendi, bir kere Veli değil, NEBİ idi. Denizin kenarında değil dağdaydı… Kızı değil oğluydu ve de keçi değil koyundu…

Ha diyelim o dediğin AZRAİL değil CEBRAİL idi… Ulan hangi birisini düzeltelim, neyi anlarsın şimdi sen…" dediği bilinir.

Değerli okuyucularım, sanki buna kıssadan hisse demek mi gerekir. Ne dersiniz!... Günümüzde yaşamakta olduğumuz toplum yapısında, şu ya da bu biçimlerde de benzer söyleşileri yaşıyorsak, meseleye daha olumlu ya da mantık ile bakmak zorundayız, sanırım.

Bilinen kurtuluş devamındaki Devrimler aşamasını yaşayan bu millet, tam fikirlerin yenilenmesini yaşayacağı yıllarda, Dünya'da bir sendromunu yaşamış ve birçok meseleler şimdilik kaydıyla da rafa kaldırılmıştı…

Ancak çok partili rejime geçildikten sonra bu kez giderek sayıları artan Popilist zihniyetin getirmiş olduğu serbestiyet içinde sayıları giderek artan guruplar kendilerine zemin bulmaya başlamış oldu.

Gelişme ve yenilenmeye müsait olmayan hallerde gelinmeyen şeylerde, insan her yerden ister-istemez korkuyla karşılaşır. Elbette görünen güneş insanları ısıtan kurumların olduğunda, bu sebeple de güneş gibi ulaşılamayan konuları kaybetmeye başlar.

Şuurun yapısında bir unsur olarak kabul edilen kutsal ve kutsalın tecrübesi olarak tanımlanan DİN, evrensel bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buradan hareketle Sosyal, Ekonomik ve Siyasal yapılar ne olursa olsun bütün insan topluluklarının mutlak bir dine inandıklarını ifade etmek gerekecektir.

Bulunduğumuz coğrafyayı küresel bir yaklaşım olarak bakmalı. Ulusların güvenlik ve güvenç içinde yaşayabilme uğruna verdikleri mücadele, Dünya'nın ise barışla bütünleşen bir şekilde dönmesini yüzyıllardır engellenmiştir.

Yerküre üzerinde devam eden bu mücadelelerin içinde ortaya çıkan SİYASAL ŞEKİLLENDİRME, günümüzde aynen asırlar öncesinde olduğu gibi doğudan batıya, güneyden kuzeye süregeldiğini sanırım hâlâ anlamış değiliz.

Anlaşılacaktır ki tüm dünya ülkelerinde açıkça tanımlanan anlatımlar vardır. 20. yy'da kabul edilmiş olan yönetim sistemi Demokrasinin, özgürlük, bağımsızlık, eşitlik, hukuksallık, barış, hoşgörü ahlak ve atasal törelerin vazgeçilmezi olan VATAN sevgisi dağılırsa, mesele çözülmez hale gelecektir.

Kuşkusuz dünyada birçok örnekleri olduğu gibi bazı kareler Demokrasi göz ardı edilerek, halkların gruplaştırılması aşamasında kimse kimseye güven dahi duyamaz hale gelirse tehlike korkunçlaşır.

Bu açıdan bakıldığında öne çıkan partizanlık olgusu Demokrasiye iman edenlere karşı düşmanlığı getirir.

Buna SÖZDE DEVLET ya da BİÇİMSİZ DEVLET denilir.   

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları