NERGİSHAN TEKİN / GÜNBOYU
"Türkiye İçin Sırada Ne Var? Amerikan Teşkilatı'nın Yakın Doğu Çalışmaları" kitabı 1913'te yayımlanmış. Erken misyoner çalışmalarındaki temel motivasyonu ve yöntemleri açığa çıkarıyor.
Sunuş yazısı ilahiyatçı Dr. Necdet Subaşı’nın kaleminden çıkan kitap, Anadolu'da aktif olarak çalışan misyoner hücre ve istasyonları tarafından periyodik olarak gönderilen raporlardan yola çıkarak ortaya konuyor.
Kitapta temel gaye bu uğurda yola çıkanlara, çalışmalara bilfiil katılanlara ve beklenilen sonuca bir an önce erişmek için gayret gösterenlere kayda değer rehberlik etmek şeklinde özetlenebilir.
İlk defa Amerika'da 1810 yılında kurulan ve etki alanını başta Türkiye olmak üzere dünyanın pek çok yerinde hızla genişletmeyi başaran "Amerikan Teşkilatı"nın (American Board), her şeyden önce bir misyonerlik örgütlenmesi olarak dikkat çekiyor.
Türkiye'yi önemli bir çalışma sahası olarak gören "Amerikan Teşkilatı", her şeyden önce burada planladığı hedeflerle kendi dinî yükümlülükleri ve Amerika'nın milli menfaatleri arasında şaşırtıcı ortaklıklar kurma çabasındadır.
David Brewer Eddy, gizli ve açık kaynaklar aracılığıyla faaliyetleri, sonradan sorumluluklar üstlenecek belli başlı aktivistlere rehberlik yapmak üzere ele alıp değerlendirmekte ve böylece yer yer birbirinden bağımsız bir şekilde hareket etmek zorunda kalan belli başlı misyoner örgütlenmeleri arasında hem güç hem de ideal noktasında güçlü bir ortaklık ve kalıcı bir dayanışma dili üretmeye çalışmaktadır.
İlki 1819'da İstanbul'da kurulan; ancak, padişah fermanıyla 1850'de resmîleşen Amerikan Teşkilatı'nın Türkiye şubesi, kısa sürede Anadolu'nun hemen her tarafında örgütlenmesini tamamlayarak faaliyetini hızlandırıyor
Yazar kitabında hemen her Hıristiyan için kışkırtıcı olması gereken bir hasrete vurgu yapmakta ve bu coğrafyada geçmişte haçlıların her şeye rağmen bir türlü başarıp ulaşamadıkları o eski ve ezelî niyetin bir an önce tecelli edebilmesi için çaba gösteriyor.
İstanbul'un tarihî kıymetini, İncil'de geçen kutsal yer adlarıyla birlikte sürekli güncelleyerek yeni bir hafıza üretme çabası içine giren yazar, bu kutsi mekânların yeniden "eski sahiplerine" devredilmesi için gerekli adımların atılması konusunda özellikle misyoner faaliyetlerine ayrıcalıklı roller yüklemektedir. İstanbul'daki Robert Kolej'in, bütün bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için çok uygun olduğundan sitayişle söz etmekte ve emeği geçen herkesi hemen her fırsatta saygıyla selamlamaktadır.
Yazar "Amerikan Teşkilatı'nın Yakın Doğu Çalışmaları" alt başlığıyla Türkiye'nin Hıristiyan misyonerler söz konusu olduğunda nasıl bir dinî duruma sahip olduğunu gözler önüne sermekte, bütün bunları bir bir ele alıp tartışmakta, Müslüman toplumun inanç, ibadet ve ahlâk alanındaki yeterliliklerini sorgulamaya kalkışmakta, Müslüman zaaflarıyla da misyon temsilcilerine rehberlik yapmakta, onların bu uğurdaki meşakkatlerini hafifletecek elverişli birtakım tüyolar vermektedir.
Dr. Necdet Subaşı “Sunuş”ta kitap hakkında şunları yazar:
“Misyoner faaliyetleri Türkiye'nin son 200 yıllık tarihinde genci Müslüman toplum tarafından çoklukla ayrıştırıcı, bölücü ve tahrik edici bir dış güç atağı ve enerjisi olarak görülmüştür. Kitap bu kanaatleri doğrulayıcı pek çok örnekle doludur ve Eddy'nin bütünüyle adanmışlık ruhu içinde ortaya koyduğu söyleminin sahici bir anlama çabasıyla doğru bir şekilde değerlendirilmesi ve özelikle burada içkin olan niyetin etki ve sonuçları hakkında gerçek birtakım çözümlemelere kafa yorulması gerekir. Yazar da sonuçta sıkı bir misyon adamıdır ve asıl derdi artık heyecanla beklediği ‘hasat zamanı’na hazırlıklı olmaktır. Nitekim bir eğitim müfredatı olarak hazırlanan kitap, misyonerlik çalışmaları için temel ve kurucu bir metin olarak takdim edilmektedir. Türkiye'deki bağlı kilise ve teşekküllere (okul, sağlık üniteleri, matbaa, vs.) düşen, bu kitaptaki metinleri sistematik bir şekilde ele almak, incelemek, kararlılıkla içselleştirmek ve beklenen faaliyetleri bu istikamette sürdürmekten asla ve asla vazgeçmemektir.
Kitap yayımlandığında Türkiye'de 200 misyoner bulunmaktadır ve bunlardan her biri de kendi istasyonlarında hem Hıristiyan tebaaya belli bir ideoloji içinde erişmeye çalışıp onların kalplerini kazanma çabasındaydılar hem de genel Müslüman çoğunluğun ilgisini çekecek yeni birtakım adımlar atmanın arayışı içindeydiler…
Kitabın sonunda yazar misyonerlik faaliyetlerinin bugün nasıl ilerlemesi gerektiği konusunda tam bir titizlikle uygulamalı bir yol haritası çizmekte, özellikle de Türkiye'de faaliyet göstermek üzere ikna edilmeye çalışılan ve henüz hazırlık aşamasındaki misyoner tilmizler için Müslüman kalplerin Mesih'in çağrısına nasıl döndürüleceği konusunda pratik bir ders önerisi sunmaktadır.
Kitapta tarihsel verileri altüst etme ve misyoner yetiştirme süreçlerini takip etmek için bir tür manipülasyon olarak da görülebilecek pek çok nokta yine dikkatli okuyucuların gözünden kaçmayacak şekilde işlenmekte ve birtakım çıkarımlarda bulunulmaktadır. Yazarın ‘Jön Türk Devrimi’ne olan muhabbeti, II. Abdülhamid hakkında yer yer hezeyan sayılabilecek suçlayıcı ifadeleri, Ermeni sorunu henüz daha rüşeym halindeyken bile yaptığı cesur ve sübjektif yorumları, Türkiye'deki dinî hayatın İslamî veçheleri hakkında Müslümanları töhmet altında bırakan suçlayıcı ifadeleri olmakla birlikte misyoner müfredatının nasıl kurgulandığını ve sahada nasıl işlendiğini görmek açısından bütün bu satırların olduğu gibi Türk okuyucusuna ulaştırılmasını, hem ahlaki hem de nesnel bir çaba olarak değerlendirmek gerekir.”
DEDE KORKUT DESTANI
Dede Korkut Destanı, Türk kültürünün baş destanlarındandır. Üzerinde ne kadar çalışsa azdır. Her çalışma destanın bir yönü ortaya koymaktadır.
Prof. Dr. Necati Demir’in titiz çalışmasıyla, yeni bilgiler ışığında ortaya koyduğu Dede Korkut Destanı kitabı, bütün halk katmanlarına ulaşacağı şekilde hazırlanmış. (Ötüken Neşriyat, 388 s.)
Prof. Dr. Necati Demir, “Oğuz Türklüğünün tarihini yazmak için çıktığımız bu yolda pek çok sürprizle karşılaşmış durumdayız. Kaynakların yetersizliği, bizi her türlü yazılı ve sözlü metnin değerlendirilmesi mecburiyetine itmiştir. Dolayısıyla Oğuz Türklüğünün bütün destanlarının asıl kaynaklarını elde edip değerlendirmek macerası kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Aslında bu durum yolumuzu aydınlatırken, ayrıca renklendirmiştir de.” dedikten sonra şu bilgileri veriyor:
Bazı milletlerin hiç, bazılarının da birkaç destanının bulunması dikkate alındığında, Oğuz Türklerinin çok zengin bir destan kültürüne sahip olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Geçen yıllarda Oğuz Kağan ve Oğuz Kağan Destanı hakkında geniş bir çalışma başlatmış idik. Bu kapsamda dünya üzerinde Oğuz Kağan ve Oğuz Kağan Destanı hakkında ne kadar el yazması kaynak var ise, (ulaşamadığım birkaç önemsiz nüsha hariç), hepsinin birer kopyasını elde ettik. Bir araya getirdiğimiz bu yazma kopyalarının tamamını yeni yazıya aktardık ve baskıya hazırladık.
Oğuz Kağan ve Oğuz Kağan Destanı hakkında çalışırken Dede Korkut konusu pek çok yerde ilgi çekici bir şekilde karşımıza çıkmıştır. Durum böyle olunca yeni rastladığımız bilgiler ışığında Dede Korkut ve Dede Korkut Destanı'nı tekrar değerlendirmek gerekmiştir. Ayrıca orijinal kaynaklarına dayalı olarak Türk destanlarının tamamının metnini yayımlama gayretlerimiz çerçevesinde Dede Korkut Destanı başlıklı çalışmamız ortaya çıkmıştır...
Dede Korkut ve Dede Korkut Kitabı, Türk dünyasının ortak kültür değerlerindendir.
Dede Korkut Kitabı hiç şüphesiz Oğuzname'dir veya Oğuzname'nin bir bölümüdür. Dede Korkut ise bu Oğuzname parçalarını tertipleyen, düzenleyen ve anlatan kişidir. Böyle olduğu için de, Oğuzname'nin bazı bölümlerinin adı Dede Korkut Hikâyeleri, bir başka söyleyişle Dede Korkut Destanı olmuştur.
Dede Korkut Kitabı veya Dede Korkut Destanı denilince şimdiye kadar akla ilk gelen, eserin Dresden ve Vatikan nüshaları idi. Elbette ki yine de eserin özü bu nüshalardır.
Dede Korkut Destanı ile ilgili bu çalısına yapılırken dünya kütüphaneleri yeniden taranmış, konu ile ilgili tespit edilen bilgiler çalışmaya ilave edilmiştir. Dolayısıyla Dede Korkut Deslanı’na önemli bir miktarda eklemelerimiz olmuştur…
Son olarak, Dede Korkut'un bin yıllık serüveni yansısın diye onunla ilgili kendi derlememiz olan efsane ve hikâyeleri de çalışmamıza ekledik.
Türk toplumunun barış içinde ve düzenli hayat sürmesi için Dede Korkut'a atfedilen atasözleri de mevcuttur. Dede Korkut'un söylediği düşünülen bu sözler insanları bilgilendirmek, onların huzurlu yaşamasını sağlamak içindir. Bu sözleri de toparlayıp çalışmamızda yer verdik.”