Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Toplumu oluşturan bireylerde güven duygusu dağıldı mı artık

Sosyal güvenlik, aslında 19. yüzyıldan beri Batı Avrupa'da başlayan sanayileşme ve aydınlanmanın getirdiği eski adıyla sömürgecilik yeni adı ile emperyalizmin etkisinde olduğu sürece kolay da değildir. Kendimizi kandırmayalım.

Eğer, 20. yüzyıl 2. çeyreğinden itibaren başlayan eski Monarşilerin değişim gösterip halkın kendi kendini yönetme biçimi olan Cumhuriyet ya da Demokrasi kavramı en etkin yönetim sistemi ise, o zaman konunun  asıl gerekçeleri nedir? diye bakmak gereklidir.

En gelişmiş sistemlerde ve ülkemiz Türkiye'de ise temel sorun nedir? Mesele yönetim ve yöneticilerdeki ufuk ve vizyonlarıdır. Nitekim birikimli ve yetenekli unsurların, yönetimde olup olmaması sorunların aslıdır.

Türkiye'nin en önemli sorunu başta görünen Lider'e mahkum olma duygusudur. Esasta asıl olan stratejik planlama kurumu gelişim hedeflerini belirleyen, bu hedeflere ulaşmada izlenecek stratejileri de ortaya koyan ve kuruma vizyon kazandıran bir plandır. Aynen M. K. Atatürk dönemi gibi.

Konuyu günümüze getirebilmek için, gelin 38 yıl önce 1983'lerde iyi bir araştırmacı yazar olan rahmetli arkadaşım Uğur Mumcu'nun dediklerine bakalım:

"… Bizde, Demokrasi ve Milli irade gibi sözleri dillerinden düşürmeyenlerin büyük çoğunluğu bu gibi kavramları kullanır. Ancak, bu kavramları nalıncı keseri gibi yalnız kendi çıkarları ortaya çıkınca kullanırlar…

Bir ortaya çıkan sosyal sınıfın, öteki sosyal sınıflar üzerinde etkin egemenlik kurması diktatörlüktür. Bir ulusun başka uluslar üzerinde egemenlik kurması ise sömürgeciliktir, emperyalizmdir…" diyordu.

Değerli okuyucularım, eğer bugün dünya ülkeleri şu ya da bu şekilde, devlet yönetimlerinde oldukça sert sarsıntılar yaşamaktaysa, bizim halen nerede ve de hangi koşullarda ayakta durabildiğimizi bilmeliyiz.

Asırlardır süregelmiş ülkemizi ve halklarımızı anlamak, ikna etmek ve yönetebilmek için en azından hiç değilse 100 yıllık yakın tarihimizi bilmek zorunda olduğumuzu anlamalıyız. Tarih herşeyden önce değişmenin bilimiydi. Tarihçinin meziyeti herhangi bir cemiyetin belli bir zaman ve mekanlar içindeki gidişinin, sebep sonuçlarını izah etmek anlamaktır.

Anlaşılmalıdır ki, Devleti yönetenlerin de sosyal yapıları, uygulamalarıyla etkinliğini duyurur. Özellikle siyasal görev ve bağlılıklar içinde bulunan kimilerinin, böylesi acınası durumları günümüzde bile ibret örnekler olarak gözlenebilir.

Devlet'in ilkelerinde varolan kurallar ve kurumlardan çok kişilere bağlılık ve çıkar tutkunluğu artık toplumsal yapıyı ve düzeyini küçültüp kolay bozucu ayrılıkları da getirecektir. Bu tür durumlardan biri de yakın geçmişi, geçenleri karalayıp kötüleyerek şimdikilere yaranma hastalığı.

Eğer ülkenin toplumsal yapısında Atatürk dönemi öncesinde yaşamış olan ümmet mantığını silmek adına başlatılmış, eski yönetim biçimi irtica ve şeriat kavramlarının yeniden zemin yaratması ortaya çıkar.

Özellikle dinsel etkileşim aşamasında eğer toplum yapısında mevcut olan cahiliye kesimi, dincilerinde iletişim etkisinde kalırlarsa, öne çıkan irtica sempatisi hiçbir zaman sanıldığı gibi perde arkasında kalmaz, Örgütlenmeler ile, cemaatler, tarikatlar vb. gizli açık kurumlarca dopinklemeye devam edecektir.

Böylesine karmaşık ya da kararsızlık halinde eğer halk kararsızlıklarına çare arıyorsa ve aydın düzeyinde ise kendisine soracaktır. 20. yüzyılda bütün dünya ülkelerinde en önemli yönetim sistemine demokrasi deniliyorsa, şimdi öne çıkarılmaya başlayan Demokrasiye karşı otokrasi           ne demektir?

40 yıl öncesinden tanıdığım rahmetli, döneminin en etkili, düşünür ve edebiyatçılarından Attila İlhan:

"… Milletimizi en mutlu millet yapalım diyenler bu kez başka milletlerden örnekleme yapanlar ise hiçbir dönemde başarı kazanmış değillerdir. Temelin aslı başka örneklerde değil, daha çok kendi içimizde aranmalıdır." diyordu. 80 yıl öncesine bakın görün.

Sanırım yine o yıllarda ilk kez bakan olan kadınlardan Türkan Akyol da der ki:

"… Hangi yaklaşım olursa olsun, Türkiye'deki aydınların eğitiminde, formasyonun da ve de hayat pratiklerinde bürokratik aygıt, çoğu kez geleneksel olarak her zamanda belirleyici önem de çıkışlar yaşanmıştır." diyordu.

Evet bu bakanın söylediği o dönemler için ve de Türkiye Cumhuriyetini kuran Gazi M. Kemal Atatürk'ün liderliğinde bürokrasi başarılı oluyordu. Peki şimdi, diye sormayın, Eğer, belli bir liyakat ve resmi imtiyazların uygulanması yerine Devleti yöneten siyasetçilerin, yandaşları tarafından bürokrasiye seçilecek bireyler için artık liyakat ve diplomasi ve beşeri kabiliyet asıl değildir. Yandaş olmak bile kaydüşart bürokraside hangi makam olursa olsun göreve alınması asıl hale gelmiştir. O zaman kimse sormasın, devleti yönetenler neden halkın isteklerine bakmıyor? Sadece ümmet mantığı ile asıl olana bakılıyorsa, onlar zaten istekleri bilmezler.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları