Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Osmanlı'da 1900-1904 neyse, 2010-2014 aynıydı

Bazı yaralar vardır ki, kapanmış olsa bile, hatırlandıkça dokundukça

sızlar… Eğer halen içinde yaşamakta olduğumuz günlerin, ülkemizi

yöneten siyasetçilerin hangi mantıkla sürekli yanlış türeterek

ülkemizi bu hale getirdiğini sorduk mu?

19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Dünya devletlerinin, yine bir

atılımla ülkelerini zengin edebilmek için, meşhur sömürgecilik

dönemlerinin çok açıkça yarattığı kapitalizme yüklenmekteydiler.

Asırlardır 19. Yüzyıla kadar dünyanın en etkin devleti saydıkları

Osmanlı-Türk İmparatorluğu devletinin artık eskisi gibi olmadığını

tespit ederek yeni yeni yöntem uluslarına yöneldiler. En kolay ve

başarılı neticeler olacak yöntem, ekonomik hakimiyetlere ulaşmaktı.

Ne var ki Türk toplumunun içinde bulunduğu koşulların kendisine özgü

yapısı esastır… Nesnellik ve de gerçekçilik bilimsel tavırlarla

birlikte değişmez bir yöntemdir, kuşkusuz. Milletler kendi geçmişteki

tarihlerinden yaşanmış örnekleri anlamadıkça, tekrar aynı kötülükleri,

felaketleri de yaşayacaklardır.

Eğer 1881'den 1908'e kadar yılların devlet için zorunlu olan ekonomik

koşullarıyla araştıramaz isek, aynı şeyleri birebir günümüzde de

yaşamış oluruz. Değerli okuyucularım, bunu size bizim yakın tarihimiz

için hamaset dolu anlatımlar yerine, aynı döneminde Dünya basınındaki

Osmanlı'yı anlatışına bakalım.

 

*

LA TURQIUE / Fransız gazetesi 3 Eylül 1885

 

Ottomane Empire'nin başkenti Constantinopolis'in yapılmış nüfus istatikleri:

Müslümanlar 381. 900, Rumlar 152.240, Ermeniler 159.560, Yahudiler

55.358, Ekalliyetler 129.500 toplamında 871.900 kişi olarak

bilinmekteydi.

 

TARIK GAZETESİ, Türkçe, İstanbul / 5 Kasım 1886

 

Osmanlı Türk İmparatorluğunun ordusundaki üst kademe komutanları,

çağdaş düzene getirilmesi için Almanya ile yapılan antlaşma gereği

Alman General Goltz paşa tam yetkiyle İstanbul'da göreve

başlatılmıştı.

Alman Generalin yeni kurduğu düzene göre, "Yirmi yaşından itibaren

Osmanlı topraklarındaki Müslüman her vatandaş için askerlik mecburi

kılınmıştı. 29 yıllık süre içinde 6 yıl fiili askerlik, sekiz yıl ise

ihtiyatlık süresi kurallaştırılmış oldu.

 

*

 

LA TURQIUE / Fransız gazetesi / 10 Kasım 1890

 

Muhacirler komitesi, geçen bir yıl içinde 11.750 göçmen ailesinin

geldiğini bunlardan 10.600 kadarı Anadolu'ya işaretlenirken aynı yılın

sonunda bu kez Kuban Kafkas bölgesinde Çerkezlerin göçleri

Kasım-Aralık arasında uygulanmaya başlanmıştır.

(Tarih tekrardır, nitekim tam 110 yıl sonrası 2010'dan itibaren Irak

ve Suriye'deki savaşlarında şartıyla, mevcut iktidar, tarihin

tekrarını yaşatmıştır.)

 

MONTIER ORIENT (gazetesi 20 Ekim 1900)

 

(Fransız Dışişleri Başkanlığı arşivinden)

 

Osmanlı Sultanı Abdülaziz döneminde Lorando ve Kourini adındaki Fransız

uyruklu, ünlü bankerleri elinden devletin sırf para alma işlemleri

yaşanmıştı. Ancak 25 yıl geçmesine rağmen adı geçen paralar bu kez

alacaklılara bir türlü ödenmediğinden, biriken faizleriyle birlikte

oldukça büyük rakamlara ulaştı.

Tam 110 yıl sonra günümüzdeki ülkeyi yöneten İktidar mensupları, dış

borçlarımızı aynen Osmanlı dönemindeki çok kullanılan kapitülasyonlar

mantığı ile, yıllara yayılan borçlanmalarla, yollar, köprüler ve

hastaneler yapması tarihin aynen tekrarıdır.

Bu sebeple Sultan Abdülhamit tarafından kurulmuş olan Duyun-u Ummiye

kurumu zorla da olma devamını yaşatmaya çalışmaktaydı. Bu borç

anlaşmalar Osmanlı'da bitmeyi, 1952'ye kadar Cumhuriyet'te sürmüştür.

 

SEA PORİ Gazetesi, 3 Kasım 1902

 

Sultan Abdülhamid'in çok önem verdiği Hicaz demiryolu'nun ilk kısmı bu

yıl sonunda açılacaktır. Adına hala halk arasında Hamidiye Hicazyolu

olarak bilinen bu girişimin günümüzde de aynısını birebir görüyoruz.

 

Aslında bahsi geçen bu demiryolu girişiminde ise sebep, İngilizlerin

Ortadoğu yönetimine hem Osmanlı ve hem de Almanlar adına darbe

kurmuştur denilebilir. Ancak bölgelerdeki Arapların ise Türk

düşmanlığını da hiç bilmeden onların yaşadığı bölgelerde başarılı bir

hizmete kalkışması, Osmanlının büyük hatasıydı.

 

(Aynı uygulamayı, günümüz siyasetçilerinin de Arap hayranlığı

sebebiyle, Güney Irak'ta, Suriye'de dolaşıp milyarlarca para

harcaması, tarihin aynen bilmeden tekrarından başka bir şey değildir.)

 

Anlaşılmalıdır ki, Monarşi ile yönetilen bir Millet'in kendi

kusurlarını kökünden değiştirme gücüne sahip değildir. Şiddetli

ihtilaller ve kurumların gerekirse ismi de değiştirilir, fakat bu

alışılmış esasları kısa sürede değiştirilemez.

 

Halkın değişiminde neler olması gerektiğini en açık hatlarıyla

Kurtarıcı Lider Mustafa Kemal der:

 

"…Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını aramaya

itiyad (alışkanlık) haline getirmiş millet, evvela hasiyetlerini

(saflıklarını) ve daha sonra da istiklallerini kaybetmeye mahkumdur."

 

*

Değerli okuyucularım. Biyolojik olaylarda olduğu gibi, toplumsal

olaylarda da en güçlü etkin ise zamandır. Kuşkusuz zaman en büyük

yaratıcı ve de doğabilecek en kuvvetli etkin tahripçilerdir.

Bu kavram genel olarak asırlardır olağanlık kazanmış Monarşik

yöntemlerde, devleti yöneten etkin ve aydın kadroların, çok geçmeden

meseleye yeterince hakim olacak meziyetleriyle çıkmasını zorunlu kılar.

Konumuz olan ve asırlardır devam edegelmiş tarihin son imparatorluğu

Osmanlı Devletinde, ne yazık ki 19. Yüzyıldan itibaren başlatmış

oldukları sömürgecilik katmanlarına katılan kapitalizmin etkisi oldu.

İşte bu zaman diliminde, ülkenin varolan ekonomik her tür imkanlarının

yeniden elde edilmesini gerektirir.

Osmanlı yönetiminin bu gelişimin dışında kalması sırasında, devletin

ekonomisini yenileştirmek için Dış kaynaklı parasal imkanları devreye

soktu. İşte konumuzun başında söylediğimiz gibi Osmanlı yöneticileri,

siz de zenginleşmiş görünmek adına da Batılılaşma fikirlerinin

etkisiyle, sadece görüntü ve itibardan tasarruf olmaz mantığıyla

sarayların da giderek çoğalması ekonomiyi kökten sarsmıştır.

(Ne yazıktır ki bugün ülkemizi yöneten siyaset liderleri bu savı

herşeyin önünde tutarak ülkemizi sürekli mali krizlerin içine itmiş

oldukları gibi)

Nitekim, Milliyet çağının şafağında olan Osmanlı İmparatorluğu, artık

çağdışı kaldığından devletin yönetim basamaklarındaki Hanedanlar

verimsiz çiçekler üretmeye başlamışlardı, kuşkusuz.

Buna mukabil, asırlardır süregelen bir millet için öncelikli olan Dil,

Din, atasal töreler ve vatan olgusunun önceliklerini kaybetmeye

başlamışlardı. Varolan bir devletin böylesine istikrarsız ve de sinsi

kozmopolitik ortamlarda toplumun beklentisine cevap iyi şekilde

verilmediğinden bu kez kitle içi zorunlu çareleri getirecek siyasi

arayışlar devam edecektir.

Eğer Osmanlı'nın son dönemlerinde ülkede politikacı, bürokrat, asker

ve aydınlar arasında yeterince uyum sağlanamıyorsa, hatta zaman içinde

de açıkça milletle bütünleşemiyorsa, asıl çıkış bugün olduğu gibi

çıkılmaz görünen hengamenin neresinde.

Önceki sayfalarda yazdığım gibi tarihin de aynen tekrar edildiği bizim

yaşadığımız şu günlerde de sanki Yeni bir Diriliş gibi kitlesel

doyumlar olmalı. Günümüz dünyasında öncelikli olan Milli kimlik

inkarının bile bir tür açılım ve Demokratikleşme sanıldığı bir

ortamdayız, sanırım.

Üstelik kavramlara da değişik anlamlar yüklenmekte ve onlar sevecenlik

içinde bir tür araç olarak kullanılmaktadır, artık. Dahası farklı

ortamlar, farklı yöntemler sergilenmesinden de fayda umulmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak asıl olan halkın birlikte Demokrasi

altında birleştirilmesi varken, kutup değiştirmek nedendir. Bu durumda

ise Mustafa Kemal Atatürk'ün kurmuş oldukları ülkemizin çağdaş

sistemleri zorunlu kılarken, bu kez onların yerine korku sistemi

etkisiyle Teokratik yahutta Otokratik tehlikeli sisteme yöneliş,

yıkılışı dahi kolay getirecek demektir. Dünya örneklerinde de tarih

içinde yaşadıkları gibi.

Eğer asırlardır birliktelik temel oluşumlarıyla tarihte İmparatorluk

olmuş Osmanlıların yıkılma aşamasında doğan kitlesel bütünlük içinde

yeniden yapılanmasıyla kurulmuş Cumhuriyeti de galiba pek anlamadık ya

da anlamak bile istemedik.

Türklerin bağımsızlık savaşının, ulusal birliğin, bütünlüğü ve de dayanışmalara

dayalı gerçekçi çıkış esas olduğunu pek anlamadık. Ne var ki çoğu zaman

olduğu gibi sağ görüşlü siyasallarla, kişisel çıkarların uzağında yurtsever öncü kadroların

öne çıkmasıyla mümkün olmuştur.

Çıkarcı tehlikelerin ülkemizi ne hale getirmiş olduğunu

bütün çıplaklığıyla görebiliyorsak, en azından kendimize, kendi

kimlik şuuruna sahip olursak, problemler çabuk çözülür.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları