Nergishan Tekin'le Kitap Dünyası (12.12.2019)

Nergishan Tekin'le Kitap Dünyası (12.12.2019)
İsmail Gaspıralı’nın eğitim anlayışı üzerinde durmak gerekir. Yavuz Akpınar “İsmail Gaspıralı Eğitim Yazıları”nı yayınladı. (Ötüken Neşriyat, 590 s.).

NERGİSHAN TEKİN / GÜNBOYU

Önce Gaspıralı’yı tanımalıyız.

Türk fikir hayatında Gaspıralı’nın son derece önemli yeri vardır. İsmail Gaspıralı Türk Dünyası için “Dilde İşte fikirde birlik” çığırını açmıştır.

İsmail Gaspıralı, Türkçülük ve yenileşme hareketinin en önde gelen temsilcisidir. Kırım’ın Bahçesaray şehri yakınlarındaki Avcıköy’de doğdu. Moskova’daki Harp Okulu’na girdi. Moskova, bu devirlerde Slavcılığın, aşırı Rusçuluğun merkeziydi. İstanbul’a gizli gitmek isterken yakalanınca okulda atıldı. 17 yaşındayken Bahçesaray’daki Zincirli Medrese’de Rusça öğretmenliğine başladı. 1878 yılında Bahçesaray Belediyesi’ne başkan yardımcısı seçildi. Bir yıl sonra da başkanlığa getirildi. 1883 yılında Rusçasıyla birlikte yayınlanması şartıyla Türkçe bir gazete çıkarma izni aldı. İlk sayısı 22 Nisan 1883’te Bahçesaray’da çıkan ve haftada bir gün yayımlanan bu gazetenin adı, Şinasi’nin Tercüman-ı Ahvâl’inden esinlenilerek konulan Tercümân-ı Ahvâl-i Zaman’dı. Daha sonra, 1903 yılında haftada iki gün çıkmaya başlayan gazete, 1912’den itibaren günlük olarak yayınlanmaya başlandı. Gaspıralı, bir yandan gazete çıkarmaya gayret ediyor, bir yandan da usul-i cedîd okulları üzerinde çalışıyordu. Bu yolda, yurt içi ve yurt dışı pek çok ziyaretlerde bulundu. Bahçesaray’da öldü.

*

Yavuz Akpınar, Türk Dünyası’nı yakından tanıyan bir isimdir. Muhakkak İsmail Gaspıralı’nın hakkını vererek çalışmıştır. İsmail Gaspıralı-Eğitim Yazıları”nın nasıl hazırlandığını kitabın “Önsüz”ünde yazar:

“Gaspıralı'nın ‘maarif’, ‘eğitim-öğretim’ hakkındaki fikirleri sadece Tercüman gazetesindeki yazılarında açık­lananlardan ibaret değildir. Eğitim konusundaki görüş ve tekliflerinin geniş bir yer tuttuğu Rusya Müslümanları adlı eseriyle roman ve hikâyeleri, tarafımızdan daha önce neş­redilmiştir.

Bu kitapta, Gaspıralı'nın doğrudan doğruya eğitimle alâkalı eserleri bir araya getirilmiştir.

‘Giriş’te onun niçin eğitim meselesine öncelikli olarak yer verdiği açıklanmış, ayrıca eğitim faaliyetleri ana hatla­rıyla ele alınmıştır.

Birinci bölümde, Gaspıralı'nın Tercüman gazetesinde 1883-1914 yılları arasında neşretmiş olduğu yazılar, krono­lojik bir sıra içinde verilmiştir.

İkinci bölümde ise, eğitimle ilgili iki küçük kitabı ve bir konferansı yer almış bulunmaktadır. Kitapları, ‘Mektep ve Usûl-i Cedid Nedir’ (1897) ile ‘Rehber-i Muallimin yaki Mual­limlere Yoldaş’ (1898)'tır. Konferansı ise, 1909'da İstanbul'a geldiğinde Fevziye Kıraathanesi'nde yaptığı bir konuşma­dan ibarettir ve ‘Tedrisat-ı Umumiye Hakkında Konferans’ adıyla Sırat-ı Müstakim'de yayımlanmıştır.

Bunların dışında, 1914'te İstanbul'a son gelişinde, Tasvir-i Efkâr ve İkdam gazetesi muhabirlerinin Gaspıralı ile yaptığı iki röportajı da kitaba ek metinler olarak alma ihti­yacı duyduk; çünkü her iki röportaj da bu büyük düşünüün eğilim konusundaki fikir ve faaliyetlerini idrak etme hususunda okuyucuya ışık tutmakta ve onun bu kitapta topladığımız yazılarını, eserlerini daha iyi anlamamıza yar­dım çimekledir.”

*

Yavuz Akpınar, İszmail Gaspıralı’nın asıl idealinin ne olduğunu şöyle açıklar:

“Gaspıralı'nın eğitim anlayışı ve bu konudaki bütün fa­aliyetleri, doğrudan doğruya onun dünya görüşü ve ide­allerine bağlıdır. Dolayısıyla ‘Rusya Müslümanları’nın eğitimi Gaspıralı için amaç değil, ancak bir vasıtadır. Onun amacı veya ideali, modern bir Türk-İslâm dünyası oluştur­maktır. Eğitim, bu ideale ulaşmak için atılması gereken ilk adım veya bir temeldir. Bu sebeple, Gaspıralı'nın eğitim konusundaki faaliyetlerine ve düşüncelerinin ne olduğuna geçmeden önce, onun bu dünya görüşünün nasıl ve hangi şartlar altında şekillendiğine göz atmak gerekir.

İsmail Gaspıralı üzerinde çalışan araştırmacıların çoğu, onun Müslüman bir Türk çocuğu olarak Pan-Slavist görüş­lerin veya katı Rus milliyetçiliğinin hâkim olduğu askerî okullarda kendi kimliğini acı hakikatler içinde idrak ettiği kanaaeindadir.”

Yavuz Akpınar İsmail Gaspıralı’nın neden “Rusya Müsümanları” ifadesini kullandığına bir açıklık getiriyor:

“ ‘Rusya Müslümanları’ terimi, bir yandan Çarlık yönetiminin ‘Türk’ ismini yasaklaması, milliyetçik hareketlerini dikkatle takip etmesi gibi sebeplerle, diğer yandan Rusya Türkleri arasında henüz millî şuur (milliyet bilinci) yeterince olgunlaşmadığı için Gaspıralı ve zamanın diğer fikir adamları tarafından da bazen mecburen, bazen isteyerek kullanılmış geniş kapsamlı bir tabirdir. Gaspıralı bu tabirle ilk plan­da Rusya Türklerini kastediyordu ama unutmamak gerekir ki aslen Türk, olmayan Acarları, Dağıstan Müslümanlarını, Tacikleri de bu ta­birin içinde düşünüyordu. Hatta daha geniş açıdan bakarsak Gaspıralı bütün dünya Müslümanlarının batılılaşma ve eğitim meselelerini de ihmal etmiş değildir. Tasarladığı ve uygulanmasını sağlamaya çalıştı­ğı batılılaşma projesi, aslında sadece Rusya Türkleri için değil, bütün dünya Müslümanları içindi. Kahire'de toplamak istediği ‘Müslüman Kongresi" ve Hindistan'da tanıtmaya çalıştığı ‘savtî alfabe’ ve ‘usûl-i cedit’, onun bu amacını açıkça göstermektedir.”

gaspirali.JPG

Nihal Atsız

Nihal Atsız Türk fikir hayatında tartışmalı bir isim. Kimi alabildiğine düşman, kimi alabildiğine yakın… 44 yıl önce hayata veda etti. Bu “44” rakamı aynı zamanda, 1944’ü hatırlatır ki, başta Atsız olmak üzere “Türkcüler” o yıl yargılanmışlar, bir süre tutuklu kaldıktan sonra beraat etmişlerdi. “Irkçılık ve Turancılık Davası” veya “Milliyetçilik Olayı” diye anılan o gün, her yıl 3 Mayıs’ta anılır.

“Nihal Atsız” kitabı Kariyer Yayınları arasından çıktı. (432 s.) Bizim çalışmamız. Önsöz”ümüzü alırsak, gerekli bilgiyi vermiş oluruz:

“Atsız nevi şahsına münhasır bir edebiyatçı, ilim ve fikir adamı olarak karşımıza çıkıyor. Her zaman tartışılmıştır.

İbnülemin Mahmud Kemal İnal, ‘Son Asır Türk Şairleri’ adlı eserinde şu cümleyi kullanmıştır:

‘Zeki ve ateşîn bir mizacı olan ve atlıyı atından indirecek şiddetle yazılar yazan Nihal Atsız…’

Adile Ayda, bir mektubundan Atsız’a şöyle seslenmiştir:

‘Siz yüzyıllar geçtikten sonra bile ilham kaynağı olacak bir millî şuur âbidesisiniz.’

Ünlü sosyologu Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Atsız’ı ‘Türklük davası yolunda yılmadan çabalayan tek bir adam’ olarak tarif etmiştir.

Biz kitabımızda Atsız’ı ‘gerçek anlamda’ tanıtacağız… Türk tefekkür tarihindeki yerini tespit etmeye çalışacağız. ‘Türk’ün değerleri’ içinde Atsız’ın ne ürettiğine bakacağız.

Atsız gerçekten ırkçı mı?

Atsız ‘Türkçüyüz’ derken nasıl bir Türkçülükten bahsediyor?

Atsız ve İslâmiyet… Dinin onun fikrinde yeri nedir?

Üç Atsız vardır; ilim adamı Atsız ve fikir adamı Atsız, edebiyatçı Atsız. Atsız ilmine ‘inancını’ karıştırmış mı? Bunu da inceleyeceğiz.

Atsız güçlü bir romancı, güçlü bir şairdir. Romanlarını ve şiirlerini fikrini ortaya koymak için vasıta kılmakla beraber; edebî gücü tartışılamaz. Zaten kim yazarsa yazsın eserleri kişilerin fikrî yapısını ortaya koyar.

Atsız’ı yine Atsız taraf etmiştir:

‘Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim, / Bir ülkünün mehâbetinin zirvesindeyim. / Dünya denen mezellete dalsın her isteyen, / Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim.’

Atsız’ın bir siyasî kimliği var… Çok tartışılan bu kimliği kendi tarifi içinde ‘Türkçülük’tür. Onun için çok dostu yanında, çok düşmanı da olmuştur. Yoksa ne edebî kimliği ne ilmî kimliği tartışılırdı. Siyasî kimliğinden dolayı, edebî ve ilmî gücü bile, bazı kesimlerce görmemezlikten gelinmiştir.

Atsız, ömrünün son günlerinde bir yazısından dolayı davalık olmuş, hapsedilmişti. Milliyetçi aydınlar imza kampanyaları başlattılar, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e af için müracaat ettiler. Mahkeme safhasından af kampanyası ve affa kadar bütün belgeleri ilk defa kitabımızda bulacaksınız.

Atsız, bütün yönleriyle tanımazsak, fikir hayatımızda muhakkak bir boşluk doğacaktır.

Farklı bir anlatımla karşınızda olduğumu düşünüyorum.

Bu satarların yazarı, Türkiye’ye sonradan gelmiştir. Bir Orta Asyalı Türk olarak ilk Atsız’ın kitaplarıyla tanışmamı, hakkında yazmamı, herhâlde, ‘soy çekiyor’ diye değerlendirmek gerekecektir.

Atsız’ın Sovyetler ve komünizm üzerine yazdıkları beni hem şaşırtmış ve hem sevindirmiştir. Gerçi ülkem bağımsızlığe kavuştuğu sıra daha yeni liseyi bitirmiştim. İlkokulun ilk üç yılında ‘oktabiryonok’, ortaokulda dörtten sekizinci sınıfa kadar ‘piyoner’, sekizinci sınıfın ikinci döneminde ‘komsomol’ olarak yetiştirildik. Okula başlayıp ‘oktabiryonok’ olunca, Sovyetler Birliği’nin kuruluşu oktobır (ekim) ayında olduğu için ‘oktabiryonok’ sıfatını alıyorduk. Bu ayda Sovyetler’in kuruluşunu, biz işgal altındaki Türk soylular kutluyorduk! Piyoner olunca, güya ‘komünistlik’ bilincimiz artıyordu. ‘Vladimr İliç Lenin’in dediği gibi’ komünizme hizmet etmeye yemin veriyorduk. ‘Komsomol’da da aynı sözler tekrar ediliyor. Bizler birer genç komünist oluyoruz. Türk idik ama derslerimizde ‘Tükler’ hiç de iyi millet olarak anlatılmazdı! Gerçekleri bağımsız olunca öğrenmeye başladım ve Türkiye’de komünizme mücadele etmiş şahsiyetleri okuyunca taşlar yerine oturdu. Okuduklarımın başında Atsız geliyordu ve her bir yazdığı doğru di.”

nihal-atsiz-kapak.jpg

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Öne Çıkanlar