Meral Akşener: "Yüzünü güneşe, Türk Birliği'ne dön sayın Erdoğan!"

Meral Akşener: "Yüzünü güneşe, Türk Birliği'ne dön sayın Erdoğan!"
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Akşener, 2018 seçimlerini hatırlatarak Erdoğan'a seslendi ve "Yüzünü güneşe, Türk Birliği'ne dön sayın Erdoğan!" dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu.

Asker selamı veren Akşener,’Daha önce devleti hendeklerden çıkarıp alan Türk ordusu şimdi de devleti yanlış dış politikalardan alıp çıkarmaya çalışıyor. Buradan Türk ordusunu, Türk gençlerini selamlıyorum’ dedi.

Akşener'in konuşmasından satır başları:

Aziz milletim;

Harekatın başladığı gün, sosyal medyadan bir mesaj yayınlamış ve demiştim ki;

“Türk topçusu atışa başladığında herkes susar.

Ve Yahya Kemal der ki;

“Şu kopan fırtına, Türk ordusudur yâ Rabbi,

Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi,

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,

Galib et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.”

Allah askerlerimizin ayağını taşa değdirmesin!”

Fikrimizin, vicdanımızın, birliğimizin ve töremizin gereği budur.

Türkiye’nin İYİ ve cesur insanları, teröre ve dış cepheye karşı, elbette devletinin ve ordusunun yanında duracaktır.

Bu birlik görüntüsü, bizim varlık sebebimizdir.

Bu noktada, Sayın Erdoğan’ı uyarmak istiyorum;

Makamınız gereği, özellikle böyle dönemlerde, konuşmalarınızda çok dikkatli olmak zorundasınız.

Bütün paydaşlarıyla, devletinin ve ordusunun yanında olan Millet İttifakı’na karşı ettiğiniz sözler, akla ziyandır.

Bari böyle bir dönemde, siyasi hesaplardan uzak kalın da;

Milletimiz, uzun bir aradan sonra kavuştuğu beraberlik ruhunun, farkına varabilsin.

Mehmetçik harekattayken size düşen, farklılıkları körüklemek değil, ortaklıklara işaret etmektir.

Dünya harekâtı konuşurken, sizin “Millet İttifakı mutlaka dağılmalı” başlıklı sohbetler yapmanız, ne makamınıza, ne de devlet geleneğimize uymaz.

Milli güvenliğimiz için, bu kadar önemli adımlar attığımız şu günlerde, milletimizin sizden beklentisi, ayrıştırmanız değil, birleştirmenizdir.

Değerli milletvekilleri, sevgili gençler;

Türkiye, uzun zaman önce yapması gereken bir harekata başladı.

Mustafa Kemal Atatürk;

“Gençler;

cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz.

Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile,

insanlık meziyetlerinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.” der.

Bu vatan Atamızın gençlere emanetidir.

Bizim gençlerimiz, vatanı için, hürriyeti ve egemenliği için gözünü kırpmadan fedakârlık yapar, yapıyor…

Medya, bir Mehmetçiğimize, Afrin’e giderken,

"Ailene ne mesaj göndermek istersin?" diye soruyor;

Kendisi, "Bizi beklemesinler." cevabını veriyor.

İşte budur bizim gençlerimiz.

İşte bu gençler, bu Mehmetçik, Barış Pınarı Harekatının pınarıdır.

Ama;

gençlerimize vatanı emanet etmek ne kadar doğruysa,

biz siyasilerin de doğru siyaset yapma sorumluluğu o kadar büyüktür.

Görüyoruz ki;

gençlerimiz, gereğini, layıkıyla, tarihine yakışır şekilde yürütüyor.

Daha önce devleti, hendeklerden çıkarıp alan Türk Ordusu,

şimdi de devletimizi, yanlış dış politikaların düşürdüğü çukurdan çıkarmak için mücadele ediyor.

Aklımız, fikrimiz, yüreğimiz askerlerimizle.

Buradan bir kez daha, kopan o fırtınayı, Türk Ordusu’nu, Türk Gençlerini selamlıyorum;

Aziz Milletim, değerli milletvekilleri;

Türkiye’nin içine düşürüldüğü bu garip sistemin sonuçlarını, bu sefer de Barış Pınarı Harekâtı üzerinden gözlemliyoruz.

Bakın;

Sayın Erdoğan, hemen her gün liderlerle telefon trafiğinde…

Yine Sayın Erdoğan, medyayı bilgilendirmek için toplantı düzenliyor.

Genel yayın yönetmenlerine bilgi veriyor.

Bir soruya verdiği cevaptan da anlıyoruz ki;

Yabancı medya kuruluşlarının temsilcilerine de, Sayın Erdoğan bir toplantıyla bilgi verecek.

Şimdi soruyorum;

bütün bir devleti tek adamın iki dudağı arasına mahkum ettikleri bu sistemde,

Allah aşkına, Sayın Erdoğan’dan başka kimse yok mu?

Bu işleri zamanında düşünecek, zamanında gereğini yapacak kimse yok mu?

İletişim Başkanlığı var,

Dışişleri Bakanlığı var,

lobilere milyonlarca dolar para ödeniyor,

Ama üç ülkenin desteği dışında, koskoca dünyada yapayalnız kaldık.

Değerli dava arkadaşlarım;

Türkiye ilk kez sınır ötesi operasyon yapmıyor.

Daha önce de haklı gerekçelerle, çok sayıda operasyon yapıldı.

Ancak, hiçbir operasyonda, uluslararası alanda bu kadar yalnız kalmadık.

Cumhurbaşkanı’nın “Dostum” dediği ne kadar lider, dost bildiği ne kadar ülke varsa, harekatın karşısında yer aldı.

“Dostum” Trump, “Arkadaşım” Putin, “Kankam” Hamaney karekata karşı…

Kralları öldüğünde bayrağımızı yarıya indirip, yas ilan ettiğimiz Suudi Arabistan, Türkiye’ye “İşgalci” diyor…

Avrupa’yı zaten geçtim, oturduğu makamı 1974’teki barış harekatına borçlu olan,

Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı bile yanımızda değil.

Bunu görmemek, kafayı kuma gömmek olur.

Sebebini sorgulamalı, bir an önce gereken düzeltmeleri yapmalısınız.

Devletler, bu tür harekatlar öncesinde, işe psikolojik harekat, iletişim ve diplomasi boyutuyla başlar.

“Dostunuz” Trump bile “Kürtlerle Türkler yüzyıllardır savaşıyo.r” diyorsa durup düşünmelisiniz.

“Biz ha bire anlatıyoruz, ama anlamıyorlar” demek, bize bir şey kazandırmaz.

İki yıldır “Fırat’ın doğusuna harekat yapacağız.” diyorsunuz.

Anlamıyorlarsa, “Anlatamamışsınız” demektir.

Daha çok, daha akılcı çaba harcamak zorundasınız demektir.

Bir taraftan, Cumhurbaşkanlığı’nın İletişim Başkanlığı, yabancı basına makaleler yazıp, bu harekâtı, “IŞİD’le mücadelenin liderliği” diye tanımlıyor.

Diğer taraftan, bizzat Sayın Erdoğan, milletimize “YPG-PYD-PKK’yla mücadele” diye tarifliyor.

Aportta bekleyenler de, bu çelişkinin üzerinde tepiniyor…

Devletin görevi, derdini, amacını, milletine ve dünyaya net ve duru bir şekilde anlatabilmektir.

Ama;

Dünya’yı haklılığımıza ikna etmekle sorumlu olan Dışişleri Bakanı’nız, üniformalı fotoğraf paylaşıp, şov yaparsa derdinizi anlatamazsınız.

Harekattan önce değil, harekat başladıktan sonra dünyayı ikna etmeye çabalarsanız, yalnız kalırsınız.

Aziz milletim, değerli milletvekilleri;

Türkiye Cumhuriyeti’nin, tarihten gelen bir dış politika geleneği, bu deneyimden damıttığı bir stratejisi vardı.

Bu stratejinin ağırlık merkezi Ortadoğu değildi.

Daha geniş, dengeli bir coğrafyaydı.

Bölge ülkeleriyle ilişkiler, büyük güçlerin bölgesel menfaatlerinden bağımsız olarak kurgulanıyor, statükonun korunması ile, çatışma hallerinde tarafsızlık benimseniyordu.

Türkiye’yi son dönem yalnızlığa iten, bu noktadaki strateji değişikliğidir.

Arap Baharı rüzgarıyla yükselen İhvancı anlayışın, bölgede egemen olacağı varsayımı üzerinden, Türkiye’nin milli menfaatleriyle kumar oynandı.

Suriye’de, Esad’ın, Batı’nın desteğiyle çabucak devrileceği varsayıldı.

Bu durum, Ak Parti’nin, Suriye’de kendisi gibi bir iktidar oluşacağına inanmasına, bunun hamiliğine talip olmasına sebep oldu.

Bu hata yalnızca Suriye’yle sınırlı kalmadı.

Mısır’da Müslüman Kardeşler açıkça ve cömertçe desteklendi.

Libya’da, Türkiye’yle uzun yıllar dostane ilişkiler yürüten Kaddafi’nin devrilmesine, ortak olundu.

Bunlar, ideolojik saplantılarla alınmış kararlardı ve sonuçları düşünülmedi.

Gelinen noktada, Türkiye’nin mevcut Suriye politikasını, bir cümle ile anlatmak mümkün.

“Suriye’nin toprak bütünlüğü için, Suriye Devletine karşı, Suriye’yi parçalayanlarla birlikte mücadele ediyoruz.”

Tekrar ediyorum;

“Suriye’nin toprak bütünlüğü için, Suriye Devletine karşı, Suriye’yi parçalayanlarla birlikte mücadele ediyoruz.”

Bu cümle ne kadar tutarlıysa, son 10 yıldır yürütülen Suriye politikası da, o kadar tutarlıdır.

Zaten sonuçlarını da hep birlikte yaşıyor, görüyoruz.

Oysa, Türkiye’yi bugün içine düştüğü sıkıntıdan koruyacak tavır şu olmalıydı;

“Suriye’nin toprak bütünlüğü için, Suriye Devleti ile birlikte, Suriye’yi parçalayanlarla mücadele etmek.”

Emin olun, bu olduğu gün, Suriye’de hiçbir sorun kalmaz, ülkemize yönelik tehdit de azalır.

Bugün Suriye’nin toprak bütünlüğünü isteyen iki ülke var;

Biri Suriye, diğeri Türkiye.

Ancak iktidar, Suriye’yi parçalamaya çalışanlara “dostum”, Suriye’nin bütünlüğünü korumaya çalışanlara “küstüm konuşmuyorum” diyor.

Peki ne yapmalıyız?

Bazen ideal olanın gerçekleşme ihtimali kalmadığında,

İkinci en iyi senaryoyu seçmek durumunda kalırsınız.

Bugün geriye iki seçenek kaldı.

Ya Esad’la temasa geçip Suriye’yi normalleştireceğiz.

Ya da Suriye’nin parçalanmasına seyirci kalacağız.

Ya, Suriyeli sığınmacıları, evlerine güven içinde döndüreceğiz.

Ya da, her geçen yıl daha fazla Suriyeli sığınmacıya, bakmak zorunda kalacağız.

Hükümete sesleniyorum:

Suriye’de barışı sağlamak, Türkiye’nin yapacağı bu seçime ve vereceği karara bağlıdır.

Geç olmadan bu kararı verin.

Esad’ın yönetim anlayışı büyük sorun olabilir.

Kabul edilemez bulabilirsiniz.

Ancak;

Hiçbir senaryo, parçalanmış bir Suriye kadar kanlı değildir.

Hiçbir senaryo, parçalanmış bir Suriye kadar demokrasiden uzak değildir.

Hiçbir senaryo, ABD ve Rusya üsleriyle sarılı olmak kadar, milli çıkarlarımıza aykırı değildir.

O yüzden;

başta Sayın Erdoğan olmak üzere, iktidarın tüm unsurlarını,

uluslararası güçlerin hesaplarından arınmaya,

bir kez daha “Türkçe” düşünmeye davet ediyorum.

Bugünden itibaren, akl-ı selimde buluşup, akıl ve tecrübe sahibi olanlara kulak verin.

Türk devletinin bu birikimi var.

İşi ehil kadrolara bıraktığınızda, kısa zamanda çok yol alacağımızı göreceksiniz.

Bakın;

İran’ın,

bölgedeki en yakın müttefiki Esat rejimini sonuna kadar koruyacağını;

Rusya’nın,

Akdeniz’deki en önemli üssü Tartus’a ev sahipliği yapan Suriye’nin,

Amerika Birleşik Devletleri destekli bir yönetimin eline geçmesine, seyirci kalmayacağını;

Bölgede oluşacak herhangi bir yönetim boşluğunun,

Irak’ta zar zor bastırılan El Kaide tehdidini yeniden hortlatacağını;

Tıpkı Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra olduğu gibi,

PKK‘nin bölgede kök salacağını öngörmek için, stratejik dehaya ihtiyaç yoktu.

Tarih bilmek ve Türk devlet geleneğinin birikimine inanmak yeterliydi.

Ancak olmadı; öngöremediniz.

Stratejik derinlik rüyanız, bugün ülkemizi stratejik bir yalnızlıkla baş başa bıraktı.

Üstelik bu cehalet, yalnızca Suriye’yle de sınırlı kalmadı.

Mesela Libya’nın,

Ege ve Akdeniz’deki, kıta sahanlığı haklarımızın müdafaası için, hayati önemde olduğu bilinmiyor muydu?

Elbette biliniyordu.

O noktadaki desteğimiz olan Kaddafi’ye yönelik operasyonda, figüran yapıldık.

Peki kabahat kimin?

Sayın Erdoğan, 10 Ağustos 2014’te, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin ardından, balkondaki konuşmasında,

“Bu seçimi Ramallah, Gazze, Kudüs kazanmıştır.” diyordu.

Aynı Ramallah, bugün Barış Pınarı Operasyonu’muzu kınayan ülkelerle aynı safta.

Müzakere masasında karşılarına oturttukları HDP, kendi Twitter hesabından “Rojava Kazanacak.” diye mesajlar yayınlıyor;

milletvekilleri Türk milletini “Gebereceksiniz” diye tehdit ediyor.

10 yıldır bu mücadele sürüyor ama, dünya kamuoyuna YPG’nin PKK’yla denk olduğunu bile anlatamamışsınız.

IŞİD’in en çok canını yaktığı ülkelerden biriyiz ama, dünyada arkamızdan, “IŞİD’le iş birliği yaptığımız” dedikodusu yayılıyor.

Bir tarafta,

İktidarın yıllarca beraber iş tuttuğu İhvancılar, FETÖ’cüler, bugün Türkiye karşıtı lobilerle birlikte.

Diğer tarafta,

Sayın Erdoğan’ın ortaklarıyla birlikte, yıllardır düşman saydığı, Cumhuriyet sevdalıları, Milliyetçiler, Mustafa Kemal Atatürk diyenler, devletinin yanında.

Buradan bir sonuç, bir ders çıkarın, Allah aşkına…

Cumhuriyet ve değerleriyle bir an önce barışın.

Yönettiğiniz devletin deneyim ve birikimlerinden yararlanın.

Dışarıdaki güvenliğin, içeride başladığı bilinciyle, demokratik mekanizmaları yeniden çalıştırın.

Devleti kuran Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, yeniden işlevsel hale getirin.

Tekrar vurgulamak isterim ki;

Milli menfaatlerimiz çerçevesinde yakalanan, birlik ve beraberliğin, siyasi çıkarlarla istismar edilmesine fırsat vermeyeceğiz.

Devlet işini, parti işinden her zaman ayrı tuttuk, ikisini asla birbiriyle aynı görmedik.

“Gün, o gündür ki, tek bir partimiz vardır, o da Al Bayrak partisidir” derken samimiydik.

Ama karşılığı “millet ittifakı dağılmalıdır”, “sizleri Ak Partiye üye olmaya davet ediyorum” olmamalıydı.

Siz böyle cümleleri kurarsanız, yabancı ülkeler “Erdoğan iç siyasetteki tıkanıklğı, zorluklarını aşmak için bu harekata girişti.” der.

O zaman, harekatın adı Barış Pınarı olmaz, “Erdoğan’ı Kurtarma Operasyonu” olur.

Onun da hesabını bu yüce millet sizden sorar.

Aziz milletim, değerli yol arkadaşlarım;

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın “Arabuluculuk” ifadesine dikkat etmek gerektiğine inanıyorum.

Trump’ın, al-ver ilişkisine düşkünlüğü tüm dünyanın malumu.

Bu nedenle bu ifadeyi, vahim bir durumun dışa vurumu olarak değerlendiriyorum.

Sayın Erdoğan’a soruyorum:

Kahraman ordumuzun yürüttüğü, Barış Pınarı Harekatı’na paralel olarak, YPG-PYD-PKK’yla bir müzakere mi planlanıyor?

İktidarın, bu konuyla ilgili tavrını, açık ve net bir şekilde milletimizle paylaşmasını bekliyoruz.

Sayın Erdoğan’ı uyarıyorum:

Dostunuz Trump, kuvvetler ayrımının gayet güçlü olduğu bir ülkenin başkanı.

Kendisine karşı başlatılmış bir azil süreci olduğu gibi, ufukta bir de başkanlık seçimi var.

İlişkilerimizi ve yol haritamızı bu gerçekler ışığında belirlemek zorundasınız.

Devletimizin ve yüce milletimizin çıkarlarını Trump’ın seçim planlarına kurban etmeyin.

Rahmetli İsmet İnönü’nün söylediği gibi;

“Büyük devletlerle ilişki içinde olmak, ayı ile yatağa girmeye benzer”.

Yatağa girdiğiniz ayılardan biri, bizi ekonomik yaptırımlarla tehdit ediyor Sayın Erdoğan.

Daha önce yaptığını, yine yapacağını söylüyor.

İktidarınız ise susuyor.

Milletimizi bu ekonomik yaptırımlara karşı nasıl koruyacaksınız Sayın Erdoğan?

Madem siz susuyorsunuz, biz yapılması gerekeni söyleyelim:

İlk olarak, bu olası yaptırımlar sonucunda zarar görecek ihracatçılarımızı, sanayicilerimizi bir an önce tespit edip, yaşanacak sektörel sıkıntılara çözümler getirin.

Ticaret Bakanlığı’nı harekete geçirip, bir yandan ihracatçımızın, alternatif pazarlara yönlendirilmesi konusunda destekler sağlayın;

diğer yandan da, ABD’den ara malı ya da yatırım malı ithal eden sanayicilerimize, alternatif pazarlarda yol gösterici olun.

Sanayicilerimizin, küresel ölçekte farklı değer zincirlerine entegre olmalarını sağlayacak politikalara hız verin.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı Kalkınma Ajanslarının, Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yaşanacak olumsuzlukları, en aza indirecek bölgesel politikaları hayata geçirmelerini sağlayın.

Bunları yaptıktan sonra, böyle yaptırımların gelecekte bizi yine tehdit etmemesi için adımlar atın:

Stratejik sektörlerde, sadece ABD ya da AB’ye bağlı kalmamak için ithalat pazarı seçeneklerimizi zenginleştirin.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın, yatırım teşvik ve desteklerini, bu stratejik sektörler üzerinde yoğunlaştırmasını sağlayın.

Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Yatırım Ajansı üzerinden, bu sektörlere doğrudan yabancı yatırımların çekilmesi için, cazip yatırım ortamını oluşturun.

Türkiye Varlık Fonu’nu da, yandaş müteahhit kurtarmak yerine, kuruluş amacına uygun olarak, sanayimizi dönüştürmede, ve ithalat bağımlılığımızı azaltmada kullanın.

Hep söylüyoruz;

Türkiye’nin en önemli problemlerinden biri, ekonomik büyümesini, ancak cari açık yaratarak sağlıyor olması.

İşte bunun için, bir an önce sermaye piyasalarını derinleştirip, ekonomimizi bu tip ataklardan, en az etkilenecek hale getirecek politikaları hayata geçirin.

Milletimiz, damadınızın hayallerinden fazlasını görmek istiyor Sayın Erdoğan.

Bozduğunuz ülke ekonomisinde, ayakta kalmaya çalışan insanımıza daha fazla yük bindirmeyin.

Rahmetli Barış Manço’nun şarkısında söylediği gibi,

iktidar olarak armutları ellemeyi artık bırakın.

Aziz milletim, sevgili gençler;

Ortadoğu zor bir coğrafyadır.

Fakat, aynı zamanda, Türk devletinin yıllarca hüküm sürdüğü bir coğrafyadır.

Yavuz Sultan Selim ne yaptı bilirsek,

Abdülhamid Han dengeyi nasıl korudu bilirsek,

Mustafa Kemal, ufkun ötesini nasıl gördü, kavrayabilirsek,

Türkçe düşünür, Türkçe hareket edersek,

bugünkü sarmaldan çıkışımız kolaylaşır.

Maalesef Sayın Erdoğan, 17 yıldır Türk Dünyası’na arkasını döndü.

Varsa, yoksa Arap Alemi, Müslüman Kardeşler…

Tahrir Meydanı’nda ölenlere gözyaşı döktü,

Onların Rabia’sını aldı, Türkiye’de meydanlara taşıdı…

Suriye problemine ortak oldu,

Afrika’nın içlerine daldı, milyarlar harcadı…

Ama bir gün bakıp da Türkler,

ata topraklarımızın insanları, ne yapıyor demedi.

Çin zulmünden inim inim inleyen Doğu Türkistan’ın çığlığını duymadı.

Sayın Erdoğan,

unutma, güneş doğudan yükselir.

Fergana’dan, Urumçi’den, Taşkent’ten, Almata’dan…

Türk dünyasının ilk sabah ezanları oralarda okunur.

Ne demiştik 2018 seçimlerinde?

Yüzünü Güneşe Dön Türkiye.

Şimdi, geç kalmış olsan da, yüzünü güneşe dön Sayın Erdoğan.

Yüzünü Türk Dünya’sına, yüzünü Türk Birliği’ne, yüzünü Türk’e dön Sayın Erdoğan!

Toplantımızı şereflendirdiniz, sağolun, varolun.

Devletimiz daim, ordumuz muzaffer olsun!

Allah Türk’ü korusun ve yüceltsin.

Allah’a emanet olun.

ASKERİ BÖYLE SELAMLADI

Akşener konuşma sırasında Barış Pınarı Harekatı nedeniyle asker selamı verdi.

72436578-1287277024787977-405208388893409280-n.jpg

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Öne Çıkanlar